'Karl Marx'ın damadı' olarak da nam salan Paul Lafargue 'Tembellik hakkı için mücadeleyi' savunurken büyük ihtimalle işe gitmemek için doğaya karşı suç işlenebileceğini öngörmüyordu. Mersin'deki iki adamın yaptığı kötülük onu şaşırtacak cinstendi.
“Ah tembellik, merhamet et bizim bu bitmek bilmeyen sefaletimize. Ah tembellik, sanatın, soylu erdemlerin anası, insanoğlunun sıkıntılarına bir teselli ol.” – Paul Lafargue.
‘Karl Marx’ın damadı’ olarak da nam salan yazar 19. yüzyılın klasikleri arasında yerini almış Tembellik Hakkı’nda ‘çok çalışmayı’ normalleştiren, bunun bir ‘kaçınılmaz’ olduğunu öğütleyen burjuvaziyi de, ‘kurtuluşun aşırı üretimde olduğu’ inancını sorgulamadan içselleştirip ‘çalışma aşkını’ mecburiyet haline getiren işçileri de eleştirir. Bunu yaparken dalga geçmekten de çekinmez.
Ona göre aşırı çalışma aşırı üretimi, aşırı üretim de aşırı tüketimi getiriyordu.
Dönemin kapitalizminin günümüzde evrildiği hali öngörürcesine “İşçilerin kendilerini öldürürcesine çalışma ve yokluk içinde sürünerek yaşama gibi çılgınlığı karşısında kapitalizmin büyük üretim sorunu üretici bulmak ve onların gücünü iki katına çıkarmak değil, tüketici bulmak, isteklerini kamçılamak ve onlarda sahte gereksinimler yaratmaktır artık” diyor, özellikle son yıllarda yürütülen ‘mesai saatleri’ tartışmasına göz kırparcasına ekliyordu:
“(…) İçine itildiği aşırı çalışmanın insanoğlunun başına gelen belaların en korkuncu olduğuna işçi sınıfını inandırmaya kalkışmak benim gücümü aşan bir iştir. Ancak akıllıca düzenlendiği, günde en çok üç saatle sınırlandığı zaman çalışmanın, tembellik zevkinin tadı tuzu, insan bedenine hayırlı bir alıştırma, toplumsal düzene yararlı bir tutku olacağını anlatmak da beni aşan bir iştir. Yalnızca fizyologlar, sağlık bilimciler, ve komünist iktisatçılar bu işe girişebilir (…)”
Aklı başında olanlar ‘tembellik hakkı’ talep etmeliydi. Makul çalışma süreleri, bireye kalan geniş zaman, daha az hırs ve dengeli bir paylaşım.
Devam etmeden önce belirtelim; burada savunulan ‘tembellik hakkı’ elbette tüm gün aylak aylak gezmek değil. Asıl soru insanların ‘serbest vakitlerinde’ ne kadar kaliteli zaman geçirdiği.
Lafargue’ye göre çalışma saatleri uzadıkça düşünmeye, okumaya, sanata, yani bireyin kendini geliştirebilmek için ayırabileceği süre azalır, hatta kalmaz.
Yazar işçi için de hayatın ‘zevk alınabilir’ bir hale gelmesi gerekliliğinden bahseder, sermaye sahiplerine yeterli verimin uzun ve yorucu mesai saatleriyle değil, işçilerin gerçek bir dinlenme süresine sahip olmasıyla yakalanacağını anlatmaya çalışır.
Fakat ‘tembellik hakkı için mücadele’ çağrısı yaparken bir günlüğüne çalışmamak adına doğaya, topluma karşı suç işlenebileceğini zannediyoruz aklından bile geçirmezdi.
Şimdi kitabın ilk basımının yapıldığı 1883’ten 2024 yılına geliyoruz. Yer, Mersin.
‘Son 53 yılın en sıcak temmuz ayının’ yaşanması gibi sık sık meteorolojik rekorların kırıldığı Türkiye’de orman yangınları bu sene de öncelikli sorun olarak karşımızda duruyor. Her yaz sezonu binlerce hektar ağaçlık alana mal olan, kimi zaman doğal kimi zaman beşeri yollarla meydana gelen afetlere karşı yeterli önlemler bir türlü alınamıyor.
Unutulmuş piknik ateşi, izmarit bile bu sıcak ve nemsiz havalarda alevlerin yükselmesi için yeterli olabiliyor. Ancak habere konu örnek umursamazlıktan veya ihmalkarlıktan değildi; kasıtlı bir kötülüktü.
R.K. ve İ.O. bir mermer şantiyesinde çalışıyorlardı. 15 Ağustos’ta hastaneye gitme bahanesiyle işten ayrılıp motosikletle yola koyuldular. Herhalde yakalanmayacaklarını düşündüklerinden, izledikleri güzergahtaki dört noktayı ateşe verdiler.
Soruşturmayı yürütenler görüntüleri izledikten sonra ormandaki yangının nasıl başladığını çözdüler çözmesine, ama bir türlü ‘motivasyonu’ anlayamıyorlardı. Karşılıklı birtakım suçlamaların ardından R.K., en sonunda şunları anlattı:
“Aşçıya elimi akrep soktuğunu, tedavi için hastaneye gideceğimizi söyleyip iş yerinden ayrıldık. Motosikletimi İ.O. kullandı. 500 metre sonra İ.O. motoru bana verdi. Bir süre sonra durdurmamı istedi. ‘Şurada iş yerine giden elektrik kabloları var. Burayı yakalım. Elektrikler gider. Biz de yarın işe gelmeyiz’ diyerek motosikletten indi.
Çakmakla yere eğilerek ormandaki çalıları tutuşturup sonra geri yanıma geldi. 500 metre sonra İ.O. tekrar motosikleti durdurmamı istedi. İ.O. motosikletten inerek ormana doğru yürüdü. Yamacı çıktıktan sonra eğilerek çalılıkları tutuşturdu. Tekrar yola devam ettik.”
Her ikisi de şu an tutuklu yargılanıyor.
Bu, işe gitmemek için işlenen ilk suç değildi. Ama birazdan bahsedeceklerimiz ekolojiye ve bağlı olarak milyonlarca insana değil yalnızca kişilerin kendilerine zarar verdi.
Yıl, 2011. Adana’da 17 yaşındaki bir genç eğitimini yarıda bırakınca ailesi tarafından bir kebapçıya ‘çırak’ olarak gönderilmişti.
İş yerinde temizlik ve siparişleri dağıtmakla görevliydi. Bir sabah evden çıktıktan kısa süre sonra geri döndü. Kolu kanlar içindeydi. Ailesine “Tanımadığım iki kişi yolumu kesti. Bisikletimi istediler. Vermeyince kolumu bıçakla yaralayıp bisikleti de alıp gittiler” dedi.
Ailesi onu hemen hastaneye götürdü. Kolundaki yara ve zedelenen damarları cerrahi müdahaleyle dikildi. Taburcu edilince karakola gidip şikayetçi oldular.
Polis çocuktan olayın meydana geldiği yeri göstermesini istedi. O ise çelişkili konuştu. Israrlı sorular karşısında dayanamayıp gerçeği anlattı:
“Ben okulu bırakınca ailem kebapçıda çalıştırmaya başladı. Ben çalışmak istemiyorum. Beni yaralı görünce başıma kötü şeylerin gelmesinden korkup işe göndermeyeceklerini düşündüm, bu yüzden de bisikletimi sakladım. Kolumu da bıçakla kesip eve gittim.”
Bisikleti sakladığı yeri de gösterdi. Ancak sonuca bakıldığında ‘suç uydurmuş’, ‘yalan beyanla polisi oyalamıştı.’
Yaptıklarının bir karşılığı olduğunu öğrenince ağlamaya başladı: “Suç uydurmanın cezası olduğunu bilmiyordum. Bilseydim aileme çalışmak istemediğimi açık açık söylerdim.”
Yaşı ve suç kaydı olmaması nedeniyle çocuk hakkında işlem yapılmadı.
Aralık 2022, Japonya.
İnsanların aşırı çalışmaya bağlı sağlık sorunları nedeniyle yaşamını yitirdiği ülkede bir adam işe gitmemek için neredeyse her şeyi yapabilecek hale gelmişti. 50’li yaşlarındaydı, Toyonaka şehrinde yaşıyordu. Bir gece polisi aradı: “Arkamdan gelen biri tarafından bıçaklandım. Yardım edin.”
Çok geçmeden olay yerine ulaşan yetkililer onu hastaneye kaldırdı. Hızlıca ‘cinayete teşebbüs’ şüphesiyle soruşturma başlattılar. İncelemeler sonucundaysa olay yerinde yalnız olduğu anlaşıldı. Yani ortada bir ‘saldırgan’ yoktu. Bir kez daha sorgulanınca gerçek gün yüzüne çıktı:
“İşimden çok sıkıldım. İşe gitmemek için yaptım.”
Yanlış ihbarda bulunduğunu kabul etti. Bıçağı duvara sıkıştırdıktan sonra sırtını duvara yasladığını anlattı.
Yine de Uzakdoğu’daki ‘kurgu’, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Arizona eyaletindeki kadar gelişmiş değildi.
19 yaşındaki Brandon Soules Coolidge şehrinde ‘Tire Factory’ adlı bir lastik firmasında çalışıyordu. Şubat 2021’de polis, demiryoluna yakın bölgede yaralı ve bilinci gidip gelen biri olduğuna dair ihbar aldı. Söylenen yere gittiklerinde elleri arkadan kemerle bağlı, ağzına mor renkte bandana sıkıştırılmış halde yerde yatan birini, yani Soules’i buldu.
Soules iki maskelinin kendisini kaçırdığını, başının arkasına vurduğunu, bilincini kaybettiğini ve bir aracın arkasına atılarak buraya getirildiğini söyledi. Babasının eyaletteki çölde gömülü yüklü bir hazinesi olduğu için kaçırıldığını öne sürdü.
Dedektifler günlerce kamera ve telefon kayıtlarını inceleyip ismini verdiği kişilerle konuştu, ama anlatılanları destekleyecek bir kanıt bulamadı. Sağlık yetkilileri de Soules’in vücudunda yaralanma emaresi görülmediğini söyledi.
Ayrıca çocuğun anlattıkları da tutarsızdı. Polisler iyiden iyiye üstüne gitmeye başladı. Sonunda her şeyin yalan olduğunu itiraf etti Soules. Tüm bu senaryoyu işe gitmemek için yazıp oynamıştı. Aynı gün tutuklandı.
Çalışmamak için ‘kan dökmeden’ veyahut ‘iyi kurgulanmış bir senaryoyu hayata geçirmeden’ işlenen bir diğer suç da sahtecilik.
2022 yılında Konya’da fizyoterapist olarak çalışan Sait U. patronu Mehmet Evrim’i arayarak hasta olduğunu, işe gelemeyeceğini söyledi. Dört günlük ‘iş göremez’ raporunu da gönderdi. Buraya kadar problem yoktu. Ta ki Mehmet beklenmedik şekilde onu ziyaret etmek isteyene kadar.
Hastaneye ya da eve gelebileceğini söylüyor, Sait’se buna hiçbir şekilde sıcak bakmıyordu. Mehmet şüphelendi, biraz araştırınca adamın raporun düzenlendiği Çumra Devlet Hastanesi’ne aslında hiç gitmediğini ve o tarihte Mersin’de plajda çekilmiş fotoğraflarını sosyal medya hesabında paylaştığını gördü. Şikayet etti, dava açıldı.
İki yılın ardından savcı Sait’e ‘nitelikli dolandırıcılık’ ve ‘resmi belgede sahtecilik’ suçlarından toplam 15 yıla, raporu düzenleyen doktor Ömer Tayyip Ç. ve hemşire Esra T.’ye ise ‘resmi belgede sahtecilik’ suçundan sekizer yıla kadar hapis cezası istedi.
Kırıkkale’de acil tıp teknisyeni olarak görev yapan bir kişiyse ameliyatından sonra verilen 20 gün istirahat raporunu ‘yetersiz buldu.’ İşe gitmemek için belge üstünde photoshop programı kullanarak tarihi değiştirdi. Zamanla bunu alışkanlık haline getirdi.
Muayenede verilen bir günlük raporu aynı yöntemle altı güne çıkardı. Yine bir özel hastaneden aldığı 10 günlük raporu da 20 güne çevirdi.
İş yeri bunların sahte olduğunu anlayınca suç duyurusunda bulundu. Soruşturma sonucunda hakkında ‘resmi belgede sahtecilik’ suçundan kamu davası açıldı, Sulakyurt Asliye Ceza Mahkemesi’nce iki yıl bir ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu ceza geçen ay Yargıtay’ca da onandı.