Boeing’in Uluslararası Uzay İstasyonu’na astronot taşıyacağı Starliner’ın fırlatılması ertelendi
Bu hafta Starliner'ın eve sağ salim dönüşünü kutluyor, atomik saatlerden çok daha kesin olan nükleer saatler için umudun alevlenişini izliyoruz. Bilim insanlarının yaptığı, bilim kurgudan fırlama yarı mantar yarı robot da menümüzde.
Herkese merhaba. Yine bir haftayı kapatıyoruz. Vedalarla, yeni buluşlarla, isyanlarla, buluşmalarla… Bazılarımız mutlu, OpenAI’dan birkaç ay önce ayrılıp kendi şirketini kuran Ilya Sutskever mesela. Şirketten ayrıldıktan kısa süre sonra süper yapay zeka üzerine çalışacağı yeni bir şirket kurmuştu Sutskever. Bu teknolojinin şu an elimizde bir karşılığı yok ama Sutskever yatırımcıları etkilemiş olacak ki iki ayda şirketin değerini beş milyar dolara çıkardı. Yapay zekanın güvenliği konusundaki çalışmalarını bildiğimiz Sutskever’in gelecekte iyi işler çıkarmasını ummak zorundayız. Zira OpenAI dahil çoğu yapay zeka şirketi kâra odaklanmış durumda.
İsyan edenlerimiz de vardı dediğim gibi. Telegram’ın CEO’su Pavel Durov gibi. Tutuklanmasından bu yana ilk kez konuştu Durov. Neler dediğine buradan bakabilirsiniz.
Sadece teknoloji değil, bilim dünyasında da birtakım gelişmeler yaşandı. Stanford Üniversitesi araştırmacıları sıradan bir gıda boyası kullanarak farelerin derisini şeffaf hale getirip iç organlarını görmeyi başardı örneğin. Uygulamada insanda da işe yararsa, yaralanmalarda vücudun içi kesi yapmadan görülebilecek.
Gökler de çok sağlam değil hani. NASA’nın Dünya için tehlike oluşturabilecek asteroitlerin yönünü değiştirip değiştiremeyeceğini görmek için gerçekleştirdiği DART deneyi başarıya ulaşmıştı. Ama şimdi ortaya çıkan enkaz 100 yıl sürecek bir meteor yağmuruna neden olabilir.
Lafı çok uzatıp sizi de daha fazla sıkmayayım. Gelin bu haftaki yolculuğumuza Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan dönen Starliner’ın yanında başlayalım.
Sekiz günlüğüne çıktığı Uluslararası Uzay İstasyonu yolculuğunda üç ayını istasyona kenetlenmiş olarak geçiren Starliner’ın macerası, NASA’nın New Mexico’daki White Sands Uzay Limanı’nda son buldu. İstasyona taşıdığı iki astronot olmadan. NASA geçen ay güvenlik endişelerini gerekçe göstererek Butch Wilmore ve Suni Williams’ın gelecek yıla kadar uzay istasyonunda kalmasına karar verdi. Starliner’ın havada olası bir infilakı sonucu bu iki astronotu kaybetmektense astronotları uzay istasyonunda bırakmak daha mantıklı görünmüştü çünkü. İşte bu aşamada SpaceX’in bu işi uzun zamandır yapan Crew Dragon’unu devreye sokma kararı alındı.
Bu raundu SpaceX kazanmış olsa da Boeing yarıştan çekilmemeye kararlı. NASA’nın Ticari Mürettebat Programı’nın yöneticisi Steve Stich, iniş sonrası düzenlenen basın toplantısında uzay aracının “kusursuza yakın bir performans” sergilediğini söyleyerek “Starliner’ı getirmek için harika bir gündü. Aracın başarıyla indiğini görmek harikaydı” dedi. Bu heyecan anlaşılabilir bir şey. Böylece Boeing ile yapılan Starliner projesi biraz daha hayatta kalabilecek. Peki ya bundan sonra ne olacak?
Aslında bu test uçuşu, Starliner’ın “Ben de artık Crew Dragon gibi uzay istasyonuna insan taşıyabilirim” demesi anlamına gelecekti. Oysa astronotlar uzay istasyonunda bir süre daha mahsur. Yani NASA Boeing’e istediği sertifikayı vermeden önce ek test uçuşları talep edebilir. Bu ek testlerin maliyetinin Boeing’e kesileceğini söylemeye bilmem gerek var mı? Starliner’ın bir kez daha ne zaman mürettebatlı uçuş yapacağı ya da Boeing’den ne tür güvenceler isteneceği henüz belirsiz.
Kesin olan şey ise Boeing’in zamanının daraldığı. NASA, Uluslararası Uzay İstasyonu’nu 2031 yılında yörüngeden çıkarmayı planlıyor. Yörüngeden çıkarma işinde modifiye edilmiş bir Dragon aracını kullanmak için SpaceX ile kısa süre önce masaya oturuldu. Yani Boeing, SpaceX ile rekabet etmek istiyorsa elini çabuk tutmak zorunda.
🔎Okuma önerisi: Hazirandan bu yana 10Haber’de Starliner ile ilgili gelişmeleri bence iyi bir şekilde topladık. O yüzden bu yazıda lafı daha fazla uzatmak istemedim ama size önceki haberlerimizden bir iki okuma önerisi bırakmak isterim. Buraya ve buraya sizi bekleriz.
Bugüne kadar zaman ölçümünde en yüksek doğruluğa sahip cihazlar atomik saatler oldu. Öylesine hassas ölçümler yapabiliyor ki bu saatler, hata oranı milyarlarca yılda sadece bir saniye gibi küçük bir sapmayla sınırlı kalıyor. “Milyarlarca yıl çalışır halde kalsa bile tek bir saniyeyi bile kaçırmayacak bir kol saati hayal edin” diyor Profesör Jun Ye. Zamanı en gelişmiş atomik saatlerden bile daha doğru hesaplayabilen saat demek bu. Peki bu nasıl mümkün olabilir ki? Cevap nükleer saatte gizli.
Atomik saatlerde elektronların enerji seviyelerindeki sıçramayı sağlamak için lazerler kullanılır. Çünkü elektronlar sıçrarken çok düzenli frekanslar üretir, böylece zamanı daha doğru bir şekilde takip etmek mümkün olur. Atomik saatlerin çoğunda sezyum atomları kullanılır ama bilim insanları stronsiyum bazlı saatlerin daha doğru sonuçlar verdiğini söylüyor. Bununla birlikte fizikçiler atomun çekirdeğindeki enerji seviyelerini izlemenin zamanı ölçmek için çok daha doğru olabileceğini düşünüyor. Sebebi de nükleer saatlerin atom çekirdeği içindeki enerji seviyeleri arasındaki değişimlere dayanması. Nükleer enerji seviyeleri elektrik ve manyetik alan gibi dış etkenlerden daha az etkilendiği için nükleer saatler, atomik saatlere göre daha stabil olabilir.
Ama farkındaysanız biz hâlâ atomik saatler kullanıyoruz. Nükleer saatler yeni yeni araştırma aşamasında olan bir teknoloji. Bir araştırmacı grubu nükleer saatlere ulaşmamıza yardımcı olacak bir çalışmaya bu hafta imza attı. Bu ekip enerji seviyesinde bir sıçrama olması için sadece ultraviyole ışığa ihtiyaç duyan toryum-229 atomlarına odaklandı. Yalnız toryum çekirdeğinde enerjinin birbirine çok benzeyen iki hali var. Aslında bunların yerini lazerle değiştirmek mümkün. Sorun iki enerji arasındaki tam farkı bilmekte. Araştırmacılar yıllarca bu enerji farkını bulmaya çalıştı ve nihayet bir ekip sonuca ulaştı.
Nature dergisinde yayınlanan çalışmaya göre Avusturyalı araştırmacılar toryum atomlarını yerleştirebilecekleri kalsiyum florür kristalleri yetiştirdi ve ardından Alman araştırmacıların geliştirdiği ultraviyole lazer teknolojisini kullanarak bu atomları ölçebildiler. ABD’li araştırmacılar bu kristali JILA’daki stronsiyum bazlı atom saatinde denediler. Stronsiyum saati ultraviyole ışık yerine kızılötesi ışık kullanıyor. Araştırmacılar kızılötesi ışığı ultraviyole ışığa dönüştürmek için ksenon gazı kullandı ve bunun sonucunda toryum atomları tetiklendi. Ortaya çıkan prototip, atomik saatlerden daha hassas değil ama potansiyeli var. Yani gelecekte atomik saatlerin pabucu dama atılabilir, haberiniz olsun.
🔎Quanta Magazine’nin bu konuyla ilgili makalesi çok daha detaylı. Okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.
🥷Eve dönen sadece Starliner değildi. Çin’in gizemli uzay uçağı yörüngede sekiz ayı aşkın süre zaman geçirdikten sonra cuma günü Çin’in kuzeybatısındaki Jiuquan Uydu Fırlatma Merkezi’ne indi. Yeniden kullanılabilen bu uçak yörüngede 268 gün geçirdi. Gizemli olmasının sebebi yeteneklerini tam olarak bilmememiz ama Çin devlet medyası Xinhua aracın “gelecekte barışçıl amaçlar doğrultusunda daha uygun ve ucuz gidiş-dönüş yöntemlerinin önünü açacağını” söylüyor. SpaceNews’in haberine göre uçak yörüngedeyken uzay cisimleriyle buluşma ve yakınlaşma operasyonları gerçekleştirdi. Bu testlerde uçağın uzaydaki cisimlere yaklaşma kabiliyetleri ölçülmüş oldu. Bunlar uçağın dost uyduları onarmak ya da savaş halinde düşman uydulara müdahale etmek için kullanılabileceği anlamına geliyor.
🍄Mantarlar bilim-kurgunun vazgeçilmez kötü adamlarıdır. Beyni yıkanmış insanlar mantarların emirlerini yerine getirir falan filan. Peki ya mantarlar bizden önce robotları kontrol etmeye başladıysa? Evet Cornell Üniversitesi ve Floransa Üniversitesi’nden araştırmacılar, Kral istiridye mantarının miselyumunda üretilen elektrik sinyalleriyle bir robotu hareket ettirebileceklerini buldu. Bu yarı robot yarı mantar oluşum, toprak yapısındaki olası zararlı değişiklerin uzaktan analiz edilebileceği gelişmiş “biyohibrit” kimeraların başlangıcı olabilir. Aşağıya bu yeni dostumuzun hareket ettiği videoyu da bıraktık:
🔎Miselyum nedir: Mantarların çoğunlukla toprak altında büyüyen ince, ipliksi yapısı. Mantarın kökü demek de çok yanlış olmaz aslında. Çünkü besinleri emme görevi görür. Mantarlar ister toprak kimyasındaki değişimler olsun, ister ışığa daha fazla maruz kalmak olsun, bu sorunlara miselyum aracılığıyla elektrofizyolojik sinyaller göndererek yanıt verir. Bazı araştırmacılar bu sinyalleri nöronlara benzetiyor. Zaten o yüzden yapay zeka çalışmalarına da ilham olmuş.
😷Yapay zeka gözümüzü korkutsa da doğru şekillerde kullanılırsa hepimizin selametine olacağını gösteren bir çalışma var şimdi sırada. Bu teknoloji sağlık sektöründe erken teşhis için kullanılabilir ve bir kanıtı da Google’ın geliştirdiği Health Acoustics Representation (HeAr) adlı derin öğrenme modeli. HeAR 300 milyon ses örneği ile beslenmiş. Bunlar arasında öksürme de var, hapşırma da, nefes alma da. Dolayısıyla sağlıklı çalışan solunum sistemiyle anormal olanını tespit edebiliyor. Hindistan merkezli sağlık girişimi Salcit Technologies ile işbirliği yapan Google, bu teknolojiyi tüberküloz gibi solunum yolu hastalıklarının erken teşhisi için kullanmaya başladı. Salcit’in “Swaasa” adlı aracı, kullanıcıların öksürme seslerini kaydedip veri tabanıyla karşılaştırarak olası sağlık risklerini tespit ediyor.
💻Sizi Colossus ile tanıştıralım. Elon Musk’ın yapay zeka girişimi xAI için Tennessee’de kurulan süper bilgisayar bu. İddialara göre dünyadaki tüm yapay zeka sistemlerinde kullanılandan daha fazla Nvidia çipi kullanılmış. 100 bin kadar. Musk kurulum için 122 gün gibi bir süre harcandığını söyledi, Nvidia’ya göre bu devasa veri merkezi hafta sonu devreye girdi. Musk’ın “dünyanın en güçlü yapay zeka eğitim sistemi” olarak nitelediği bu bilgisayar, sektörün en çok tercih edilen Nvidia H100 grafik işlem birimleri (GPU) kullanılarak yapıldı. Üstelik söylentiye göre bu daha başlangıç. Musk Colossus’un birkaç ay içinde ikiye katlanarak 200 bin çipe yaklaşacağını ve bu çiplerin 50 bin H200 GPU olacağını söyledi. H200 bir önceki modele göre neredeyse iki kat daha fazla belleğe sahip ve bant genişliği yüzde 40 daha fazla. Nereden geliyor bu paranın kaynağı diye sorarsanız cevap belli: xAI, Andreesesen Horowitz gibi önemli teknoloji firmalarının desteği sayesinde mayıs ayında yaklaşık altı milyar dolar topladı.
🚨Şikayet var: Ancak devasa süper bilgisayarın lansmanından önce tartışmaları doğdu. Tennessee’deki veri merkezinin yakınında yalayan Memphisliler, süper bilgisayarın sebep olduğu dumandan şikayetçi. Colossus bu tür şikayetlerin başlangıcı diyebiliriz. OpenAI, Microsoft, Google ve Meta gibi diğer şirketler, ellerindekilerle yetinmeyip Musk ile mutlaka yarışa girecek. Microsoft yıl sonuna kadar 1,8 milyon çip toplamayı hedeflediğini söyledi. Mark Zuckerberg, Meta’nın da aynı tarihe kadar 350 bin Nvidia H100 satın alma planını çıtlatmıştı. Yani çip savaşları harlanarak devam edecek gibi.
Genişletilmiş gerçeklik teknolojileri aynı zamanda filmleri ve spor karşılaşmalarını izleme şeklimizi değiştirecek. Yemek pişirme, haberleri takip etme ve sosyal medyayı kullanma şeklimizi de öyle. Bu teknolojiler, ışık düğmesini takmak yada bir mobilyayı monte etmek için daha sezgisel bir yöntem sunacak.
Farklı bir çağda yaşamayı deneyimlemek mümkün müdür?
Ya da bir Yıldız Savaşları filminin parçası olmak?
Peki, fiziksel bir zarar görmeden atom bombasının etkilerini hissedebilir miyiz?
Teknoloji ve iş dünyası yazarı Samuel Greengard bu kitabında, yukarıdaki tüm soruların cevabının evet olduğu cesur yeni bir dünyanın kapılarını aralıyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
“Piknik” kavramını İngiltere’de yaygınlaştıranın Fransız Devrimi’nden kaçan soylular olduğunu biliyor muydunuz? Peki ya Romalı gladyatörlerin kölelerden de alt bir sınıfa ait olduklarından yalnızca tahıl yiyebildiklerini? Çinlilerin hot pot’u Moğollardan öğrendiklerini?
Yemek insani bir ihtiyaç ve zevktir, fakat bunun yanında çağları ve kıtaları aşan toplumsal bir rolü de üstlenmiştir: Sofralar toplumsal huzuru sağlar, isyanlar çıkartır, gücü simgeler ve acımasız bir hiyerarşi tesis eder. Uta Seeburg, uygarlığın başlangıcından günümüze özenle bir araya getirdiği 50 yemeğin serüveniyle insanlığın; gelişimin ve ilerlemenin, geleneğin ve inancın, aidiyetin ve ayrımcılığın öyküsünü anlatıyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Beynin tarihi üzerine ilk anlatısal eser olan bu kitapta insanlık tarihinde bugüne dek beyinle ilgili bilinen inançlar, düşünceler, keşifler, kafa karışıklıkları, yöntemler, kavramlar, deneyler, kuramlar ve tartışmalar akıcı bir dille anlatılıyor. Bütün bunlar beynin tarihine ve beyin bilimlerine katkıda bulunmuş kişilerin hikâyeleriyle paralel bir şekilde sunuluyor. Anlatıdaki hikâyeleri takip ederken sadece tarihini değil, beynin içinde ve beyin bilimleri alanında neler olup bittiğini de kavradığınızı fark edeceksiniz. Beynin Tarihi beyinle ilgili tarihöncesi inançlardan tıbbın gelişmesiyle ortaya çıkan bilgi ve yöntemlere; anatomi, farmakoloji, fizyoloji, psikoloji, beyin cerrahisi, nörobilim gibi disiplinlerin doğuşuyla birlikte değişen beyin anlayışımıza ve bugünkü bilgilerimize kapsamlı ve tarihsel bir perspektif sağlıyor. Andrew P. Wickens, amaçladığı gibi, “basit, anlamlı ve anlaşılır” bir biçimde “beynin tutarlı bir tarihini” anlatmayı başarmış.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Bir çocuğa suikast, ölüm, boşanma ve savaş gibi ağır konuları nasıl anlatırsınız? Amerikalı Fred Rogers, televizyonun insanların hayatına yeni yeni girdiği dönemde PBS kanalında yaptığı Neighborhood programıyla bini aşkın bölüm boyunca çocuklara bu konuları aanlatmış. Hem de vaaz verir gibi üstten konuşmadan – ki kendisi bir rahip. Yeri gelmiş çocuklara Superman gibi yüksekten atlayamayacaklarını, çünkü bunun kendileri için zararlı olacağını anlatmış, yeri gelmiş kendini değerli hissetmenin ne kadar zor olduğundan bahsetmiş. Vietnam savaşının sürdüğü dönemde barış yayınları yapmış, ırkçılığın tavan olduğu dönemde programının polis karakterini bir siyaha emanet etmiş. Amerika’daki çocuklar için Fred Rogers, Barış Manço’ya benzer bir yer edinmiş. İşte Morgan Neville’in yönettiği 2018 yapımı “Won’t You Be My Neighbor” belgeseli, Rogers’ın televizyonun ilk dönemlerinden 2000’li yıllara kadar macerasını anlatıyor. Oturup ailecek izleyecek bir film arıyorsanız bu tam da size göre, Rogers’ı hiç tanımasanız bile.