Microsoft uyardı: Çin yapay zekayla ABD, Güney Kore ve Hindistan seçimlerini hedefliyor
TÜSİAD Başkan Orhan Turan faizin erken indirilmesi halinde sıkıntılı ekonomik döngünün yeniden yaşanabileceğini belirterek bu konuda konusunda erken davranılmamasını istedi. Turan'a göre kasım veya aralıkta 250 baz puan indirim olabilir.
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan Nasıl Bir Ekonomi TV’de yayınlanan Ekonomi Masası’nın konuğu oldu. EKONOMİ Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ, EKONOMİ Gazetesi Genel Koordinatörü Vahap Munyar ve gazeteci Dr. Barış Esen’in sorularını yanıtlayan Turan ekonomiye ve sanayiye yönelik değerlendirmelerde bulundu. Sanayinin dönüşmesi gerektiğini belirten Turan “Türkiye’nin artık sanayide kalkınma stratejisini gözden geçirmesi lazım. Her şeyi üretmenin ötesinde daha katma değerli üretim yapmamız ve bunu da ihraç etmemiz gerekiyor. Bu iyi bir eğitim, nitelikli insan kaynağına dayanıyor” dedi. Turan Ekonomi Masası’nda şu açıklamaları yaptı:
“Enflasyon açısından bakarsak aslında ekonomide en kötü geride kaldı diyebiliriz. Çünkü yüzde 70’leri, 60’ları gördük. Şimdi yüzde 50’lerdeyiz. Ama genel ekonomideki büyüme, finansmana erişim, finansman maliyetleri açısından baktığımız zaman henüz en kötü geride kaldı diyemeyebiliriz. Geçen sene hep insan kaynağı ve finansman konuşulurdu. Şimdi finansmana erişim ve finansmanın maliyetleri konuşuluyor.
Son birkaç aydır değişik sektörlerden duyuyorum. Aranan kadroların daha rahat istihdam edilebildiğiyle ilgili birkaç aydır sinyaller alıyorum. Pandemide bilişim teknolojileriyle ilgili şirketlerin korkunç bir kadro açığı vardı. Üç sene önce IT çalışanı bulmak çok zordu. Geçen son iki yılda da iş gücünün her kademesinde sıkıntı yaşandı. Gebze’de 50 yıllık bir şirketin sahibi ‘Geçen sene ilk olarak kapıya niteliksiz eleman arıyorum diye tabela astım’ demişti. Ama son iki aydır daha rahat eleman bulunduğunu görüyorum. Önceden bir pozisyona 60 günde eleman bulunuyordu, ama şimdi bir haftada bulunduğu sinyallerini alıyorum.
Ekonominin çok oynak olduğu dönemlerde bütçe yapmak çok zor. Çok önemli bir şirketin sahibiyle konuştuğumda ‘Bir yıl içerisinde 3 defa revize etmek zorunda kalıyoruz’ dedi. Şu anda bırakın yıllık bütçeyi, herkes aylık bütçeyi yönetmeye çalışıyor. Hatta bazıları haftalık yaptıklarını söylüyor. Döneme uymanız lazım. Yani ben üç yıllık plan yaparım, bütçe yaparım, bunu da rafa koyarım. Her sene iş planını ortaya koyarım. Ama plan tutmuyor ki. Piyasa koşulları bir şekilde sizi terbiye ediyor.
Tabii sonuçta her şirketin bir bütçesi vardır. O bütçeye odaklanması lazım. Fiyat artışını nasıl yapacağım? Maaş artışlarını nasıl öngöreceğim? Bakıyorum eylül, ekimde yapılan yeni yıl bütçeleri kasım, aralığa kaydı. Hatta bazıları 2025’in ocak, şubat ayına kaydırdı. Asgari ücret artışını, emtia fiyatlarını görüp ona göre bütçe yapmayı planlayanlar var. Bununla birlikte son birkaç aydır öngörülebilirlik anlamında biraz daha olumlu gelişme var diyebilirim.
İhracatta müşterileri kaybetmememiz lazım. Çünkü ihracat müşterilerini kaybettiğimiz zaman tekrar yerine koymak çok kolay değil. Mevcut durumda, ihracatçı döviz getirdiği zaman yüzde 30’unu bozdurmak zorunda. İhracatta döngünün mutlaka devam ettirilmesi lazım. Navlun desteği verilebilir. Yani ihracatı en azından 2025’in 6’ncı ayı veya sonuna kadar sürdürülebilir hale getirmemiz lazım. Çünkü döviz kuru artmadığı ve TL girdileri arttığı için makas daraldı. Hatta bazılarında negatife döndü. Ama Türkiye’de rekabetçi kur ve ucuz işgücüyle ihracatta rekabet etmeyi unutmamız lazım artık. O geçen yüzyılın stratejisiydi. Türkiye’nin ihracatının en çok arttığı 2002-2010 yılları arasına baktığımız zaman kurs neredeyse sabitti.
Bizim verimlilik sorunumuz var. Daron Acemoğlu’nun dediği gibi son12-13 yılda faktör verimliliğinde artışımız yok. Verimliliği artırmamız lazım. Burada sanayicilere de görevler düşüyor. Otomasyona daha fazla yatırım yapmak, enerji verimliliğine daha fazla önem vermek, maliyetleri daha aşağıya çekmek gerekiyor. Bu krizde, özellikle emek yoğun işlerde insanlar otomasyona daha çok kafa yormaya başladı. Bu koşullar şirketleri zorluyor ve şirketler de bu anlamda verimlilik konusuna odaklanıyorlar.
Merkez Bankası’nın faiz indirimi konusunda erken davranmaması gerekiyor. Kasımda veya aralıkta 250 baz puan indirim olabilir. Çok erken yaparsa aynı döngüyü sürekli yaşarız. Fikir Üreten Fabrika kitabına baktım. 50 yıl önce de döviz kuru, kayıt dışılık, vergi maddeleri konuşuluyormuş. Şimdi de aynı maddeleri konuşuyoruz. Dönüyoruz, dolaşıyoruz, aynı yerlere geliyoruz. Yani onun için biraz sabırlı olmamız gerekiyor. Bu iş tabii para politikası yanında maliye politikasıyla desteklenmeye çalışılıyor ama biraz daha. Maliye politikasının daha etkin olması lazım ama bunu biz yapısal reformlarla desteklemezsek, korkarım 3-dört sene sonra da aynı şeyleri konuşuruz.
Geçen gün bir üyemizle konuşuyorduk. ‘Eskiden 500, 600 dolarlık ya da 700 dolarlık iş yapıyorduk. Şimdi 2.000 dolarlık iş yapmamız lazım’ diyor. Hep konuşuyoruz. İhracatımıza baktığımız zaman yüksek teknolojinin payı yüzde 3’ü geçmiyor. 2000 yılında bizim yüksek teknoloji ihracatımız 1,6 milyar dolar, Vietnam’ın 500 milyon dolarmış. 2022 yılında biz 2 milyar dolara çıkarmışız, Vietnam 137 milyar dolara çıkarmış. Tabii ki yüksek teknolojiye ulaşmak bugünden yarına olacak, kolay bir şey değil. Nitelikli insan kaynağı ve bunu sağlayacak eğitim gerekiyor. Türkiye’nin artık insan kaynağı, Ar-Ge, bilim, inovasyon, kurum ve kurallara yatırım yapması lazım. Bunları yaparsak biz ancak 20 sene içerisinde 30.000 dolara çıkacağımızı görüyoruz. 23 sene geçmiş. İhracatımızda yüksek teknolojinin payı hâlâ yüzde 2-3’lerde. Bu koşullar aslında bir anlamda da zorluyor. Türkiye’yi. Türkiye kabuk değiştiriyor.
Mario Draghi Avrupa Birliği’nin sanayi stratejisiyle ilgili çok kapsamlı bir rapor hazırladı. Avrupa Birliği’nin de dünya ekonomisinden aldığı pay azalıyor. Buna göre çözüm üretmeye çalışıyor. Her yıl 700-800 milyar dolar yatırım yapmaları gerekiyor. Çünkü Çin geliyor, ABD sıkıştırıyor. ABD’de enerji daha ucuz. Avrupa Birliği enerji yoğun işlerden çıkıyor. Türkiye’nin de artık enerji ve emek yoğun işleri orta vadede masanın üstüne koyması lazım. Geçtiğimiz dönemde eylül ayında doğalgaza yüzde 50 zam geldiğinde çimentocular Fas, Mısır bizim elimizden iş alıyor dedi. Çimentoda da yüzde 70-75 enerji yoğun bir sektör. Türkiye’nin sanayi, kalkınma, büyüme stratejisini tekrar masaya yatırması gerekiyor.
Yurtdışından gelen büyükelçiler Türkiye’nin önemini anlatıyorlar. Türkiye özellikle pandemi de global tedarik zincirinde ön plana çıktı. Avrupa ülkeleri, Amerika tek bir ülkeye bağlı kalmamayı öğrendi. Tedariki çeşitlendirmek istediklerinde Vietnam ve Türkiye öne çıkıyordu. Ama biz içeride gereksiz, anlamsız regülasyonlarla zaman kaybettiğimiz için globaldeki trendi kaçırıyoruz. Türkiye bir üretim üssü. Bizim ciddi bir sanayi deneyimimiz var. Eleştirsek bile yetişkin kadrolarımız var. Fakat Türkiye’nin şunu yapması gerekiyor: Her şeyi üretmenin ötesinde daha katma değerli üretim yapmamız lazım ve bunu da ihraç etmemiz gerekiyor. Bu da yine iyi bir eğitim, nitelikli insan kaynağına dayanıyor.
Ben İMSAD başkanıyken birim değerde 1 dolara yapı malzemeleri ihracatı yapıyorduk. Şimdi 48-50 sent. Ben 2011’de başkanlığı bıraktım. İthalatımıza bakıyorum, inşaat yapı malzemeleri 3,5-4 dolar. Pahalı ithal ediyoruz, ucuz ihraç ediyoruz. O anlamda bu değişim de bir anda olmaz. Bu bir strateji gerektirir. Sanayi stratejimizi tekrar gözden geçirmemiz lazım. Yani biz şeyi üretmek yerine daha katma değerli ve marka değerini güçlendirecek ürünler üreterek ihraç etmeliyiz.
Biz karar vericilerle konuştuğumuz zaman doğal olarak HIT-30 Programı’nda selektif kredi yapmak istediklerini söylüyorlar. Avrupa Birliği’nin ikiz dönüşümü var. Dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm. HIT-30 da bu teknolojik değişimi yapmak isteyen şirketlere yönelik bir program. Dönüşümü bunlarla desteklememiz lazım. Daha az enerji tüketen, atmosferi daha az kirleten, daha verimli şirketlere teşvik verilmesi gerekir. Aslında Türkiye dünyada en fazla teşvik uygulayan ülkelerden biri ama etki analizi yapılmıyor. Şimdi HIT-30, daha spesifik, ihracata dayalı teknoloji üretecek, dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüme uyum sağlayacak şirketlere destek verilmesini amaçlayan bir program.
Biz bu programı destekliyoruz. Türkiye’nin en öncelikli problemi enflasyonla mücadele. Enflasyonu tek haneye düşüremediğimiz sürece yapısal adımları atma şansımız yok. Tabii ki programda ince ayarlar yapılması gerekiyor. Mesela Orta Vadeli Program’da 2025 enflasyon hedefini biraz iyimser görüyoruz. Yüzde 4 büyüme ve enflasyon hedeflerinde uyumsuzluk var. Yani hem büyüyelim hem enflasyon düşsün hem de verimliliği artırmayalım. Biraz çelişiyor. Ancak bu sene için tahminlerimize yakın OVP’deki tahminler.
Asgari ücreti günün koşullarına göre revize edilmesi lazım. Gelişmiş ülkelerde hane halkının giderinin yüzde 9’unu gıda oluşturuyor. Bizde yüzde 30’ların üzerine çıkmış. Bizde biraz hizmet sektörünün de etkisi var. Bayramlarda ve tatil döneminde insanlar hep Yunan adalarına gitti. Çünkü daha ekonomik. Bunu çözmemiz lazım.
Türkiye’nin katma değerli üretim yapıp ihraç edebilmesi için nitelikli insan kaynağına ihtiyacı var. Bu da eğitime dayanıyor. Sanayide ana eleman konusu memleket meselesi. Sanayide çalışmayı özendirmemiz lazım. Şu andan insanlar sanayide çalışmak yerine AVM’de güvenlik görevlisi ve motokurye olmayı tercih ediyor. Ekonomi 2025’te bir şekilde toparlamaya başlayacak. Enflasyonda tek hanelere yaklaştıkça talepte ciddi bir hareketlilik olacak. O zaman arzda problem çıkabilir. Şimdiden söyleyeyim. 2026’da arzla ilgili problemimiz olabilir. Yani iş gücü yeterince olmadığı için üretim yapamayan şirketler olduğunu duyuyorum. Belki önümüzdeki birkaç ay boyunca hissetmeyeceğiz ama 2025’in 5’inci, 6’ncı ayından itibaren ana eleman kadro konusu sorun olacak. Şu anda bekleyen bir talep var. 2025’in 2’nci yarısında veya 2026’nın başında arz problemi çıkacağını öngörüyorum.
Bunun iyi yönetilmesi gerekiyor. Buna özel teşvikler verilebilir. Bugün iyi bir teknisyen, mühendisten fazla maaş alabiliyor. Tesislerin çalışmasını sağlayanlar da ağırlıklı bu insanlar. Onun için bizim meslek lisesi, endüstri meslek liseleri, sanat okullarını yaygınlaştırmamız lazım. Biz sanayide eğer katma değer üreteceksek, markalı üretim yapacaksak, nitelikli insan kaynağı olmadan hiçbir şey yapamayız. Hep söylenir. Üç şey lazım: Fikir, finansman ve güçlü insan kaynağı. Ben bunun tersini söylüyorum. Çok önemsiyorum çünkü. Rekabette en önemli şeyin insan kaynağı olduğuna inanıyorum. Nitelikli insan kaynağı olursa fikri de parayı da bulursunuz. İnsan kaynağı kilit. Yani biz dünyada aslında ürünlerle rekabet etmiyoruz. Herkes ürün konuşuyor. Oysa biz aslında iş gücü kalitesini ya da eğitim kalitesini rekabet ettiriyoruz. Bizim eğitim kalitemiz arttıkça ürün kalitemiz de katma değer de artar. Biz sanayiye, hizmet sektörüne iyi kadro yetiştiremezsek kısır döngüden çıkamıyoruz. Yani Türkiye’nin bu seneye özgü bir konusu değil bu. Adnan Dalgakıran da bunu vurguluyor. 300 yıllık bir konu. Dünya ekonomisinden aldığımız pay artmıyor.
Aslında eğitim konusunda devletin yapması gereken bazı işleri şirketler olarak biz yapıyoruz. Çünkü rekabetin en önemli unsuru insan kaynağı. Şirketler bunu yapmalı. Kamu da bunu yapamıyorsa, desteklemeli. Çünkü eğitim çıktısıyla iş dünyasının beklentileri arasındaki fark artıyor. Çünkü bizim 21. yüzyılın vasıflarına göre insan almamız lazım. Alamıyoruz. O zaman biz bunu alıp içeride adapte etmeye çalışıyoruz. Eğitime çok ciddi bütçeler ayırıyoruz ve ayırmak da zorundayız. Kamunun da bu eğitimi mali veya vergisel teşvikle desteklemesi lazım.
Maliye, ağırlıklı olarak kayıtlı mükellefler ve çalışanlardan vergi toplamaya çalışıyor. TÜSİAD olarak hep vurgulamaya çalışıyoruz: Bizim vergiyi tabana yaymamız lazım. Öbür türlü işte bordrolu çalışanlar ve kayıtlı mükellefler ile bir yere kadar gidiyorsun. Kayıt dışına bakmadığımız zaman haksız rekabet oluşuyor. Bu nedenle mali politikaları biraz daha agresifleştirmemiz gerekiyor. Kamunun verimliliği, iş gücü planlaması konularında da adım atmamız gerekiyor. İş dünyası ve çalışan ‘Ben fedakarlık yapıyorum’ diyor, kamu ne yapıyor? Açıklanan Gayri Safi Milli Hasıla’nın binde 3’üne karşılık gelen 100 milyar TL’lik tasarrufu daha da artırmamız gerekiyor. Çünkü kamudaki verimliliğin de artması gerekiyor.
Sadece para politikalarıyla bu süreçleri aşmamız zor. O nedenle mali politikalarla vergi geliri artırılmaya çalışılıyor. Kayıt dışında da agresif olmamız lazım. Çünkü kayıt dışılık nedeniyle çok ciddi kaybımız var. Kamunun da fedakarlık yapması gerekiyor. Toplum bunu görmek istiyor. Bunun yanı sıra yapısal reformları da hızlandırmamız gerekiyor. Sanayide, tarımda, eğitimde, hukuktaki yapısal reformlarda ağır kalıyoruz. Bunu yapmazsak, bu programın yüzde 100 başarılı olma şansı zora giriyor.
Biz uluslararası doğrudan yatırım da çekemiyoruz. 2000’lerin başlarından itibaren 22 milyar dolara kadar çıktık. Şu anda binde 8’e düştük. Çoğu da gayrimenkule geliyor. Bu da son dönemlerde biraz azaldı. Şimdi bizim bu uluslararası doğrudan yatırım hedefimiz 2028 için yüzde 1,5. Polonya’da şu anda yüzde 3, Brezilya’da yüzde 5. Yani biz uluslararası doğrudan yatırımı da çekmek zorundayız. Onun için de tabii ki öngörülebilirlik, hukuk, kurumlar, kurallar önemli. Bunlar netleştiği zaman daha fazla yatırım çekebiliriz.
Çin aslında sadece Türkiye sanayisi için değil Avrupa sanayisi için de tehdit. Bence Çin’in bu gelişiminin önünde kimse duramayacak. Çin’in Gayrisafi Milli Hasılası bize yaklaştı. Dünya ticaretine entegre olmasından sonra dünyadan aldığı pay korkunç artıyor. Önümüzdeki süreçte de artacak. Çin’e bir seyahat planlamayı düşünüyoruz. Sadece teknoloji tesislerini gezmeyi düşünüyoruz. Elektrikli araçlarda rüzgar ve güneş enerjisinde, çoğu sektörde Çin bir numara şu anda. Yeşil dönüşüm ve dijital dönüşüm hamleleri de Avrupa’nın rekabet gücünü artırmak için yapıldı. Draghi’nin raporu da bu amaçla hazırlandı. Çin bence güçlü geliyor. Otomotivde, yenilenebilir enerjide, çelikte, katma değerli ürünlerde, çipte, dünyadaki etkisini artıracak. Tabii ki bizim de buna göre önlem almamız lazım. Üreticilerimizi korumak zorundayız.”