Şebnem İşigüzel'in devasa romanı 'Memoria', Cumhuriyet’in bir asrı aşmış tarihinin içinden geçtiği çok zengin, çok renkli bir dünyası var. Okuru derhal içine alıyor. Öyle sert bir gerçek ki içine girdiğimiz, büyüsü de buradan geliyor.
Okuma ve izleme pratiklerimizin inanılmaz bir hızla değiştiği muhakkak. Konu üzerine kim, ne kadar kafa yoruyor bilmiyorum ancak bunda her geçen gün gelişmiş hallerini gördüğümüz teknolojinin başat unsur olduğunu düşünüyorum. Parmağımızın ucunda istediğimiz an kaydırıp bir kenara fırlattığımız dünyalar yaşıyor. Sadece birkaç saniye içinde, tatmin olmadığımız bir dünyadan bir başka birkaç saniyelik dünyaya atlamak gibi bir ‘lüks’ümüz var artık. Fakat şimdi ‘lüks’ olarak gördüğümüz bu ‘şey’in nimet mi yoksa bir lanet mi olduğunu zaman yavaş yavaş göstermeye başladı. Yeni dünyanın yenilikleri, bize yepyeni alışkanlıklar kazandırdı. Birkaç cümle önce sözü geçen okuma ve izleme pratikleri de bundan nasibini aldı. Okuduklarımız kısaldı, izlediklerimizin içi boşaldı. Edebiyatla uğraşmak ise bir cesaret meselesi artık.
Tablo mu karamsar yoksa ben mi bilemiyorum. Ancak her ne olursa olsun, dünyanın tüm bu getirdiklerine inat yol alanlar da var. Şebnem İşigüzel’in yeni romanı ‘Memoria’yı görünce akla düşenler bunlar. Romanın dünyasına derhal dalıp uzun uzun metinden konuşmak da vardı fakat bunun ayrıca değerli olduğunu düşünüyorum çünkü roman sanatının bile tartışmaya açıldığı bugün, İşigüzel’in devasa bir romanla karşımıza çıkmasını anlamlı buluyorum. 900 sayfayı aşan dünyasıyla ‘Memoria’, adından anlaşılacağı gibi hatırlatmaya kendini adamış bir roman olsa da bu yönüyle bize dayatılan geleceğe dair de bir şerh düşüyor.
Şerh düştüğü sadece bu gelecek değil elbette ‘Memoria’nın. Roman için genel çerçevede Cumhuriyet’in bir asrı aşmış tarihinin içinden geçtiği kocaman bir dünya diyebiliriz. Dolayısıyla bu toprakların tarihine de bir şerh niteliğinde. Fakat kitabın sayfaları arasında dolaşmaya başlayan herkes anlayacak ki ‘Memoria’ bundan çok daha fazlası.
Şebnem İşigüzel’in roman evrenine daha önce konuk olanlar yazarın büyüye yakın bir gerçeklik temeline oturan kurgusunu hatırlayacaktır. ‘Memoria’ için de en uygun tanımın bu olduğunu düşünüyorum. Ancak bu, Latin Amerika romanlarından hatırladığımız bir ‘gerçek’ değil. O kadar sert bir gerçek ki bu romanla birlikte içine girdiğimiz, büyüsü de tam buradan kaynaklanıyor. Gerçeklik ‘Memoria’nın dünyasında büyüyü meydana getiren, gerçeklik çizgisinin kırılması değil. Bu gerçekliği de hemen yukarıda belirtildiği gibi bu toprakların tarihi yaratıyor.
Romandaki tüm olaylar ise hızını beş yaşındaki bir erkek çocuğun Eyüp’teki mezarlıklar içinde yer alan Karılar Tekkesi’ne emanet edilmesiyle başlıyor. O küçük çocuk gün gelecek tekkenin tüm sırlarını açlığını bastırmak ve belki de kendini son kez olsun önemli hissetmek için Sara adlı bir İtalyan kadına anlatacak. Bu konuşmaların hepsi küçük kasetlere kaydedilecek. Bu küçük kasetler vakti gelince torunu tarafından dinlenecek. İşte bu dinlenen şey de ‘Memoria’yı meydana getirecek.
Karılar Tekkesi romanın merkezinde yer alıyor. Tüm bir coğrafyanın kaderini belirleyen kırılma anlarının içinden geçen çeşitli kahramanlar çıkarıyor her seferinde bu tekke kendi içinden. Öyle kritik bir dönemde açıyor ki sayfalarını bize ‘Memoria’, Osmanlı çöküp Cumhuriyet kurulurken okurlar da bu karmaşanın ortasında buluveriyor kendini. Cumhuriyet Türkiyesi’nin kurulmasıyla ise hikâye başka bir hâl alıyor. Bu kez tekke kapanmasın diye verilen çabalar… Ankara’ya, Nişantaşı’na, Teneke Mahallesi’ne kadar uzanan koca bir devir.
‘Memoria’nın çok zengin, çok renkli bir dünyası var. 900’ü aşkın sayfanın burada birkaç cümleyle anlatılması zaten imkânsız. Burada ‘Memoria’nın zengin evreninden birkaç kelimeyle bahsedilebildi sadece. Gerisi elbette romanın sayfalarında okurlarını bekleyecek.
İşigüzel’in hatırlamaya, hatırlatmaya, unutmamaya ve unutturmamaya adalı dünyası, hafızanın da nimet mi, yoksa lanet mi olduğunu sorgulatacak türden bir yoğunlukta. Kitabın devasa boyutları göz korkutmasın. Çünkü o yabancı bir evren değil. Her birimizin bir parçasıyla oluşturduğu gerçek bir dünya. Böylesi tanıdıklığından olsa gerek okurunu derhal içine alıyor bu koca metin.
Kitabın arka kapağına da alınmış çok anlamlı bir cümle var: “Ne de olsa geçmiş bizi gelecekte bekliyor.” ‘Memoria’nın dünyasına girebilmek için kilit yerde duruyor bu cümle. Tarihin bir tekerrür olduğunun bilindiği bir dünyada ‘Memoria’nın bize hatırlattıklarına gelecekte ihtiyaç duyacağımız muhakkak.