‘Azmanbüs’ eylemine Ahmet Ümit’ten destek: Bedel ödeyerek desteklediğim İmamoğlu’na sesleniyorum
Ahmet Ümit’in merakla beklenen Başkomser Nevzat macerası 'Yırtıcı Kuşlar Zamanı' bugün raflarda. Başkomser Nevzat bu kez uyuşturucu baronlarıyla mücadele ediyor, karanlık bir hesaplaşmanın içine çekiliyor. 10Haber romandan tadımlık bir bölüm sunuyor
“Başkomser Nevzat bu kez geçmişin hayaletleriyle mücadele ediyor. Ailesini katledenlerin peşinde maceradan maceraya koşarken Nevzat ve ekibinin yaşadıkları olaylar bir 21. yüzyıl Türkiyesi portresi çiziyor…”
Yapı Kredi Yayınları polisiye yazar ustası Ahmet Ümit’in yeni romanı ‘Yırtıcı Kuşlar Zamanı’nı bu sözlerle anlatıyor. Ve bugünden itibaren Ahmet Ümit’in biricik kahramanı, Beyoğlu’nun en güzel abisi Başkomser Nevzat’ın yeni macerası okurla buluşmaya hazır.
Ümit bir süredir Başkomser Nevzat’ın yeni bir macerasını yazdığını sosyal medya hesabından paylaşıyordu. Nisan başında Başkomiser Nevzat’a suikast düzenlendiğini, romanı yarıladığını duyurdu. Ancak okurların içini rahatlatmayı da ihmal etmedi, Başkomser Nevzat bu saldırıyı da atlatacaktı. Zaten yazar daha önce bir röportajında söz vermişti, Nevzat’ı öldürmeyecekti…
Ahmet Ümit ilk baskısı 300 bin olacak beşinci Başkomser Nevzat romanı ‘Yırtıcı Kuşlar Zamanı’nın diğerlerinden farklı olduğunu, zira bu kez olayların bizzat Başkomser Nevzat’ın başından geçtiğini de açıklamıştı. Nevzat’ın hiç bilmediğiniz yönlerini anlattığı romanla ilgili Ümit “Ülkemiz son zamanlarda bir uyuşturucu geçiş ülkesi oldu. Özellikle son beş yılda uyuşturucu satılan, bunun ne yazık ki okullara kadar indiği bir ülke hale geldi. Başkomser Nevzat bu baronlara karşı karşıya, onlarla hesaplaşıyor” demişti.
“(…) O anda işittim telefonumun zilini. Evet, beni uyandıran ne şimşeklerin ışığı, ne yıldırımların gürültüsü ne de yağmurun sesiydi; beni uyandıran başucumda ısrarla çalan telefonumun ziliydi. Uykudan kurtulmanın, rüyadan hakikate geçişin sesi… Bu gerçeği fark edince düşüncelerim berraklaşır gibi oldu. Evet, altı üstü bir rüyaydı işte, berbat bir kâbus. Bunu anlamak beni rahatlatmalıydı, fakat olmuyordu. Nedense, bir türlü kurtulamıyordum bu kasvetli duygudan. O karamsarlıkla telefona uzandım.
‘Alo buyurun?’
Kimin aradığına bakamamıştım bile.
‘Alo, Başkomserim’ dedi Ali’nin uğultular içindeki sesi. ‘Kusura bakmayın gecenin bu saatinde rahatsız ediyorum…’
Kibarlığın ne yeri ne de sırasıydı; ben de defalarca uyandırmıştım gece yarıları onu. Çünkü cinayet işlemenin belli bir saati yoktu, çünkü katiller, öldürmek için bizim mesaiye başlamamızı beklemezlerdi, çünkü vahşet zamansızdı.
‘Boş ver Alicim, söyle ne oldu?’ diye sordum.
Hiç bekletmedi.
‘Ağva yakınlarında bir köyde büyük heyelan olmuş. Yağıştan herhalde. Yol olduğu gibi kapanmış…’
Karanlık bir ırmak gibi kayan toprağın, ağaçları, çalılıkları, kayaları siyah asfaltın üzerine savuruşu canlandı gözlerimin önünde. İyi de heyelanla bizim ne alakamız vardı? Karayollarını ya da trafik ekiplerini çağırmaları gerekmez miydi? Tam çıkışmaya hazırlanıyordum ki, ‘Bir de ceset var Başkomserim, sadece iskeleti kalmış bir ceset’ diye baklayı çıkardı ağzından. ‘Kemikleri toprakla birlikte yola saçılmış.’
Hâlâ kafama yatmamıştı anlattıkları.
‘Belki bir köylünün mezarıdır. Ölülerini kendi arazilerine gömüyor bazı insanlar…’
Sıkıntıyla yanıtladı:
‘İskeletin kafatasında bir delik varmış Başkomserim. Bir kurşun deliği…’
Siyah asfaltın ortasında parıldayan bir ıslak kafatası görür gibi oldum. Daha fazla uzatmanın manası yoktu.
‘Anlaşıldı Alicim, sen tam olarak neredesin şimdi?’
‘Araçtayız Başkomserim… Zeynep de yanımda… Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü geçmek üzereyiz.’
Ne zaman haber aldın da Zeynep ile buluştunuz diye sormadım elbette. Belli ki bazı geceler birlikte kalıyorlardı. Niye bilmem, sevindim buna.
‘Tamam Alicim’ dedim içimdeki kasvet dağılırken. ‘Ben de hemen çıkıyorum yola. Ama siz varır varmaz bir konum atın.’
‘Emredersiniz Başkomserim.’
Dışarıda acı acı uğuldayan rüzgârı, camlara çarpan iri yağmur damlalarının öfkeli sesini duyunca uyarmadan edemedim: ‘Ha Ali, bana bak, hava berbat, erken gideceğiz diye sürat yapmayın sakın. Asfalta yayılan toprak fena kaydırır arabayı…’
Bu konudaki hassasiyetimi bildiğinden hemen açıkladı: ‘Merak etmeyin Başkomserim, aracı Zeynep kullanıyor. O kadar ısrar ettim direksiyonu vermedi bana.’ Ciddi miydi alay mı ediyordu anlayamadım.
‘Aferin Zeynep’e… Tamam o zaman, hadi size iyi yolculuklar, Ağva’da görüşürüz…’ Hemen kapatmadı…
‘Siz de dikkat edin, gerçekten fena yağıyor, yollar göle dönmüş…’
Telefonumu kapatırken mavi bir ışık doldu odama; dışarıda bir yerlere yıldırım düşmüş olmalıydı. Mavi ışık duvardaki çerçevenin içinden bana bakan karımla kızımın fotoğrafını aydınlattı. Hayır, mutlu değillerdi, tatlı bir gülümseme süslemiyordu dudaklarını, ince yüzlerinde yoğun bir keder, iri gözlerinde derin bir çaresizlikle bana bakıyorlardı. Kendileri için değil, benim için kaygılanıyorlardı. Daha fazla dayanamadım, bakışlarımı kaçırdım ama bu yıkıcı duygudan kurtuluş yoktu: Karanlığın içinden karımın endişe yüklü sesi fısıldar gibi oldu: ‘Yine mi Nevzat? Yine mi cinayet var? Yine mi sokaklara?”