Öyküleriyle övgü alan Sonat Yurtçu, ilk romanı 'Vuslatlar Fasarya'da parasızlık ve kendine yetememe duygusuyla cebelleşen kahramanlarıyla 90'ları anlatıyor; dönemin ruhunu şarkıların rehberliğinde canlandırıyor.
Zaman geçiyor, mevsimler ve şarkılar değişiyor ama insan bir yerde bir duyguya çakılı halde bekliyor geleceğin boşluğunu. Günü kurtarmanın telaşında oradan oraya sürüklenirken, sonra ne olacağını soruyor kendine, hep böyle mi sürüp gidecek, bu yalnızlık ya da bu durağanlıkla mı akacak yaşam?
Bunu sorduğuna pişman oluyor ve bıraktığı yerden devam ediyor Sonat Yurtçu’nun yeni kitabı, ilk romanı ‘Vuslatlar Fasarya’nın kahramanları.
Olmuyor bir türlü, değişmiyor hiçbir şey. Aziz’in kapısında mendebur apartman yöneticisi ya da icra mektupları, bilindik hikâye. Dershanede öğretmenlik, yoksulluk, kendine yetememe duygusu, bitmeyen parasızlık çıkmazı ve çekip gitme isteği sürekli… Nereye ve hangi parayla? Gitmek için de cesaret, yola çıkma isteği, en azından bir neden ve para lazım ya işte bunlardan neredeyse hiçbiri yok Aziz’de. Kadıköy’de güneş görmek için çok da telaş etmeyen apartman dairesinde, yarı karanlıkta sürdürdüğü hayatını değiştirmek ya da borçlardan kurtulmak için bir nedeni, hedefi, niyeti yok Aziz’in.
90’lı yıllarına sis ve yalnızlıkla bezeli örtüsü romanın gidişatına hâkim. Yarın ne olacağı, ekonomik krizin kimi işsiz bırakıp evini yıkacağı, tarikat skandallarının ve siyasi cinayetlerin hangi haber bülteninde yer alacağı gibi bir gündem giriyor romana ara ara. Haber bültenlerinden sunucunun sesi duyuluyor roman sayfalarında. Türkiye gerçeği, o karanlık zamanın perde arkası yaşanıyor bir ev içinde. Umutsuzluk desem değil, artık umursamayı ve plan yapmayı bırakmış insanların rahatlığı diye okunabilir olan biten.
Ne aşkta tutturabilmiş, ne çocukluğuna dair anımsadıklarında bir güleç anı var, ne zamanın ruhu iyi davranıyor romandaki insanlara. Olan ve sonradan katılanlar arasında geçen roman 4-5 kişiden mürekkep zaten, arada polis de giriyor işin içine, tarikat şeyhi de efendim müdür bey de ama hikâyenin geçtiği alan ağırlıklı olarak Kadıköy sokakları, Aziz’in evi ve birkaç bar-meyhane.
‘Vuslatlar Fasarya’da roman kahramanları varsa şarkılar da var. Daha önce ‘Aramızdaki Fikret’ (İthaki Yayınları, 2022) adlı öykü kitabıyla hayranlığımızı kazanan Yurtçu’nun romanının önemli bir özelliği de şarkıların okuma hevesine yön vermesi. Çünkü dönemin ruhu şarkılarla adlandırılıyor biraz da, durumun çıkmazında, heyecanında ya da sevincinde bir şarkı çalıyor, bir şarkıyla okuyoruz akışı, bir şarkı romanda sonraki bölüme kapı aralıyor. Bundan belki de beyin kanaması ölçeğinde geçen sevişmelerin sonu hazin bitiyor. Kim bilir “Bizden olmazdı ya…” cümlesi seven insanın kalbini dağlarken, karşıdakinin kısa zaman sonra sevmediği adamdan hamile kalacağı kimin aklına gelir.
Sürükleniyoruz işte boşluğa. Böyle olunca elde avuçta ne varsa satıp define aramak üzere niyetlenen kahramanları okuyoruz Sonat Yurtçu’nun romanında. Öyle heyecanı yükselten, cinlerden hocalardan üfürükler alıp mağaralara giren ve defineyi avuçlayıp hayattan alacağını tahsil eden kişiler değil, vuslat düşleri bile yok çoğunun, olanın düşleri de zaten fasarya. Nereye gidecek bu insanlar, nerede kime tutunacak?
Elbet kendi gibi olanla arkadaşlık ediyor, kendi gibi olanla bir hayatı akşamdan sabaha uzatıyor insanlar. Süleymaniye’nin avlusunda da oturuyorlar, meyhanenin cam kenarında da evdeki salonda ya da parkta artık neresi denk gelirse, mevsimine ve ceplerindeki paraya göre bir yere çöküyorlar. Nedenler farklı olsa da bir arada olmanın ve adı konulmamış ailenin varlığını sırt sırta sürdürmenin zamanını yaşıyor romandaki kahramanlar.
Balıkçılar, define haritaları, cinayet, polis, sahaflar, sorgu odaları, hastane kapıları, plaklar, kasetler, haber bültenleri, gazete manşetleri, arkadaşlık, yalnızlık, işsizlik, züğürtlük, tek mirası satmaktan başka çaresi kalmayan insanların sessizlikle sürdürdüğü bir yaşam alanı ‘Vuslatlar Fasarya’. Kimi aşkı düşünmüyor, düşünenler de bu işin acemisi olarak mızrak yemiş gibi bir acıyla anımsıyor olan biteni. Cesareti olan beri gelsin.
Kendi çıkmazını çoğaltıp olmadık yerlerde olmadık bir boşlukla hayata tutunmaya çalışan insanlar, elbet yan yana olmanın akşamlarında, makarna suyu kaynatırken mutlu ve sakinler. İçlerinden biri kapatmıştır bakkala olan borcu, o lüks arabalı adam da zaten babasının gölgesinde kalmaktan bir adım ileri gidemeyen ipsizin tekidir. Geçelim!
Her şeyin üstesinden gelen, işsizlik görmemiş, durumu olan, sabah kalktığında kahvesi hazır kıta bekleyen, mesele geçim ve para olunca aklına bile getirmeyen insanlar değil romandaki karakterler, yaşayan, acı çeken, yoksulluğun farkında, kitaplar ve şarkılarda kendilerine yer arayan insanlar. Kendisine yer bulan orayı işgal etmiyor, aksine alanı paylaşıyor dert ortağıyla. Defineye gelince, orası ayrı bir hikâye…
Hayatta kalmanın yollarını arıyor ‘Vuslatlar Fasarya’nın kahramanları, güzel insanları. Yurtçu, okura boş vermişliğin sancılarını çektiriyor ama her bölümde umudu yeşertip yeniden tutunmanın çabasını göstermeyi de ihmal etmiyor.
Sisifos üzerine düşünenlere göre…