Emily Fridlund'ın 'Kurtların Tarihi', müthiş bir ilk roman. Bir Minnesota kasabasında ilgisiz ebeveyniyle yaşayan 14 yaşındaki Madeline'in hikayesi bu. Yazar öyle bir atmosfer yaratmış ki soğuğu hissediyor, karakterlerin kalp atışlarını duyuyorsunuz.
Bir okurun okuma keyfini artıran en temel öge, okuduğu kitabın akıcı olmasıdır genelde, bunu da ifade ederken ekseriyetle ‘Kitap beni içine aldı’ yahut ‘Sanki yaşıyor gibiydim’ denir. Bazı kitaplar bu tanıma bire bir uyduğu için okurun müthiş keyifle okuyup anımsadığı bir deneyime dönüşür fakat bunu bir ilk kitabın başarması daha az rastlanan bir şeydir. Amerikalı yazar ve akademisyen Emily Fridlund’un ilk romanı ‘Kurtların Tarihi’ bunu ve fazlasını başaran bir ilk kitap olarak adından bahsedilmeyi hak ediyor. Kitap 2017 senesinde Booker Ödülü’nün kısa listesine kalarak başarısını katmerlemişti.
‘Kurtların Tarihi’, ergenliğini neredeyse kimsenin olmadığı küçük bir kuzey Minnesota kasabasında, eski hippi anne-babasıyla yaşayan Madeline Furston’ın hikâyesini anlatıyor. 14 yaşındaki Madeline -okulda bilinen ismiyle Linda- akranlarından farklı ve içe dönük olması sebebiyle yalnızlık çekiyor, yolunu bulmakta zorlanıyor. Ebeveyninin de ondan uzak olması (babası bu balıkçı kasabasında suyla ilgilenip huzur bulmaya çalışıyor, annesiyse serkeş bir hayattan nedamet getirerek kurtulacağına inandığı için dini vecibelere sığınıyor) genç kızın yaşamını kolaylaştırmıyor. Hayatının bir parça değişime uğraması, yeni komşularının taşınmasıyla oluyor; anne olamayacak kadar genç görünen Patra ile oğlu Paul. Ailenin babası Leo ise uzakta bilimsel çalışmalar yapıyor. Bir yaz boyunca Patra ve Paul ile kurduğu ilişki, Madeline’in içsel dönüşümünü başlatıyor, yalnızlığından kurtulup bir ailenin ya da küçük bir komünün parçası gibi hissediyor. Sevgi kırıntıları duyumsuyor onlar için de diyebiliriz.
Kitabın en büyük başarısı yarattığı atmosfer, başından sonuna tüm duyguları hissediyor okur. Fridlund, gerek doğanın özelliklerini gerekse çevresel faktörleri etkin bir biçimde metnine yedirmiş. Okurken gölden vuran soğuğu, ayaklarınıza dolan suyun yarattığı tuhaf duyguyu hissediyor, karakterlerin nefes alıp verişlerin, kalp atışlarını duyabiliyorsunuz. Fridlund metnin ritmini, karakterler arasındaki gerilimi çok iyi oluşturmuş. Bazen hiç beklemediğiniz anda küçücük bir cümleyle darmaduman ediyor okuru. Çocuk istismarı, yaşamın adaletsizliği, yoksulluk, bilim ile din arasındaki bitimsiz çatışma özenle yerleştirilmiş metne.
Dikkat çeken başka nokta ise bazı bölümlerde gelecekten geçmişine bakan Madeline’in yorumları; gençlik travmalarının, onulmaz yaralarının ruhundaki izdüşümlerini okura sunması. Nitekim Linda’nın o yaz yaşadıklarını, olayların akışında değil onun geçmişini anımsaması üzerinden okuyoruz. Burada hem belleğin işlevi, hem de bireyin geçmişi yorumlarken devreye giren fiziksel ve psikolojik etmenler önem kazanıyor. Zira böyle olunca birey geçmişine bakarken aslında kendiyle de yüzleşmiş oluyor, kadim eylemlerinin ‘şimdi’sine yaptığı tesiri görebiliyor.
Bir yandan da bir gerilim romanı veya gotik roman hissi oluşturuyor Fridlund. Son sayfaya değin okuru diken üstünde tutmayı başarıyor. Sözgelimi gotik edebiyatın temel özelliklerinden birkaçını da içinde barındırıyor roman: Gizem yaratımı, atmosfer ve mekan kurgusu, karanlık bir romantizm, kötü karakter ya da antikahraman (bence kesinlikle Leo) ve bu kişiden dolayı acı çeken bir kadın karakter (bence kesinlikle Patra ve bağlantılı olarak Linda)… Fakat eleştirmenlerin çoğu kitabı klasik olmayan bir büyüme hikayesi olarak değerlendirmiş tüm bu ögelere rağmen. Elbette okurun tercihine göre şekil alabilen, çok yönlü bir roman ‘Kurtların Tarihi’ ama tüm bu türlerin arasında büyüme hikayesi en az dikkat çekeni düşünüldüğünde, baş karakterin 14 yaşında bir genç kız olması bu düşünceye sevk ediyor bizleri. Yine de dar bir kalıba sığdırılamayacak bir kitap bu.
Linda/Madeline’ın çift kullanımı aslında kendi evinde, yani öz anne ve babasıyla olan varlığı ile Gardner’ların evinde, bilhassa Leo yokken olduğu hali arasındaki tezatı göstermek açısından önemli bir ayrıntı, nitekim roman boyunca adeta iki kimlikle ilerleyen biri görüntüsünde genç kız, Patra ve Paul ile ne denli mutluysa, kendi evinde de o kadar huzursuz ve hissiz. İşin enteresan yanı, yetişkinliğinde de değişen bir şey olmuyor, aralarda Madeline’in yetişkinliğinden aktardığı bölümlerde bunu rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.
Sonuna kadar diri tuttuğu merakı enfes bir finalle taçlandırıyor yazar. Orada da bir başka kadim soru oluşuyor okurun zihninde: mühim olan sonuç mu yoksa yolun kendisi mi? Sonu öyle mi olsaydı böyle mi olsaydı daha adil olurdu? Ya şunlar hiç yaşanmamış olsaydı, başka bir gelecek mümkün olur muydu? Tam da bireylerin gerçek hayatta sordukları bu sorular, romanın finaliyle birlikte ayyuka çıkıyor, okurun ağzına kekremsi bir tat bırakıyor.
Seda Çıngay Mellor’un nefis çevirisiyle güzelliğine güzellik katan ‘Kurtların Tarihi’ romanı, soğuk bir balıkçı kasabasında tüyleri diken diken eden bir okuma deneyimi sunuyor ama kitap bittiğinde birtakım sahneler ve küçük Paul’ün şirinlikleri okurla kalıyor.
Bu romanı okurken üzerinize bir hırka, ayağınıza da pamuklu çoraplar geçirmek isteyebilirsiniz!
Kurtların Tarihi
Emily Fridlund
Çeviren: Seda Çıngay Mellor
Yapı Kredi Yayınları, 2024
roman, 240 sayfa.