Adnan Oktar örgütü iddianamesinde ‘yargı mensuplarına şantaj planının’ detayları ortaya çıktı
Siber zorbalık, şantaj çeteleri ve zararlı içeriklere karşı ne yapabilirsiniz? Ekran süresi hangi yaşta ne kadar olmalı? Peki çocuğunuzun ruh sağlığında gözden kaçırmamanız gereken 11 uyarı işareti nedir? İşte yanıtlar.
Çocuklarımızın parmaklarının ucundaki dijital dünya, onlara sonsuz bir eğlence ve öğrenme alanı sunuyor. Bir yandan da bu büyüleyici evren tehlikelerle dolu. Geçen hafta bunu çarpıcı biçimde gördük. Semih Çelik’in işlediği korkunç cinayetler, sosyal medyada bazı kişiler tarafından övüldü. (Onlardan biri Adıyaman’da, diğeri İstanbul’da yakalandı.) Ayrıca Discord platformunda kurulan bir grubun özellikle kız çocuklarını hedef aldığı, şantaj ve tehdit yoluyla onları tuzağa düşürdüğü ortaya çıktı.
Bu olaylar, dijital dünyanın karanlık yüzünü bir kez daha hatırlattı. Ekran başında sessizce vakit geçiren çocuklarımızın sadece oyun oynadığını ya da arkadaşlarıyla sohbet ettiğini düşünüyoruz. Peki çocuklarımızın internetin derinliklerinde nelerle karşılaştıklarından tam olarak haberdar mıyız? Bu görünmez risklerle dolu yerde onları nasıl güvende tutabiliriz?
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Herdem Aslan Genç’e göre dijital dünyadaki tehlikelerle başa çıkmanın ilk adımı ekran kullanımında kurallar ve sınırlar belirlemek: “Nasıl ki araba kullanmadan önce ehliyet alırız, sürüş kurallarını, tekniklerini, kazaya yol açabilecek durumları öğreniriz. Hatta trafiğe çıkmadan önce bir sınav oluruz. Çocukların da dijital ekranla tanışmadan önce benzer bir süreçten geçmesi gerekiyor. Gerekli eğitimleri almadan trafiğe çıktığınızda kaza yapmanız nasıl kaçınılmazsa çocukları dijital dünyada bilinçsizce bırakmak da benzer riskler taşır. Onlara sanal dünyada güvenli bir şekilde gezinmeyi öğretmezsek siber zorbalık, zararlı içerikler veya taciz gibi tehlikelerle karşı karşıya kalma riskleri çok yüksek. Çocuk sanal dünyayla tanıştığı andan itibaren bir kural sistemi içinde olduğunu bilmeli. İnternetin faydalarını ve zararlarını öğrenmeli.”
Ad, soyad, adres, aile bilgileri, okul adı, günlük rutinleri, özel fotoğraflar, konum ve ödeme bilgileri… Dr. Genç, çocukların bu tür bilgileri internet ortamında paylaşmamalarının hayati önemde olduğunu söylüyor: “Bu bilgiler, kötü niyetli kişilerin eline geçtiğinde ciddi güvenlik sorunlarına yol açabilir. Çocuklara dijital dünyada kimlerle ne paylaşmamaları gerektiğini mutlaka anlatın. Tanımadıkları kişilerle iletişim kurmasının risklerini açıklayın.”
Peki, kişisel verilerin korunması sadece çocukların mı sorumluluğunda, yoksa ebeveynler de bu konuda dikkatli olmalı mı? Dr. Genç, bu soruya sık şahit olduğu bir örnek üzerinden yanıt veriyor: “Ben doktor ebeveynlerin bile çocuğunun okulu önünde fotoğraf çekip paylaştığını görüyorum. Herkese açık bir sosyal medya hesabında bunu yapamazsınız. Ayrıca çocuğunuzun düzenli olarak gittiği yerler ya da günlük rutinleri gibi detayları herkesle paylaşmak da güvenlik açısından çok riskli. Kişisel veriler konusunda çocuklar kadar aileler de bilinçli davranmalı ve sosyal medyada neyi, kiminle paylaştıklarına dikkat etmeli.”
Dijital dünyada çocukları korumanın yollarından biri de teknolojik çözümlere başvurmak. Dr. Herdem Aslan Genç’e göre çocukların zararlı içeriklerle karşılaşma riskini azaltmak için ebeveyn kontrol yazılımları kullanılabilir: “Bu araçlar, çocukların erişebileceği siteleri filtreler. Şiddet, cinsel içerik veya yaşlarına uygun olmayan videoları engeller. Hangi uygulamalara veya web sitelerine girebileceğini ayarlamanızı sağlar. Hatta belirli zaman dilimlerinde internet kullanımını kısıtlayabilir. Ama bu tür yazılım programları tek başına yeterli değil. Çocukları dijital dünyada bilinçli bir şekilde hareket etmeleri için eğitmeyi ve onlarla açık bir iletişim kurmayı da ihmal etmeyin.”
Dr. Genç’in bu soruya yanıtı net: “Çocukların 13 yaşından önce bireysel teknolojik cihazları ve sosyal medya hesapları olmamalı. Bu yaşa kadar teknolojiyi ebeveyn gözetiminde ve sınırlı olarak kullanmalılar. 13-18 yaş arasında da ebeveyn denetimi devam etmeli. Çocuğun hesapları gözlemlenmeli, neler paylaştığı ve kimlerle iletişim kurduğu bilinmeli. Ancak çocuğun mesajlarını gizli gizli okumak gibi yöntemleri önermiyoruz. Bunun yerine zaman zaman ‘Hesabın nasıl gidiyor?’, ‘Kimlerle konuşuyorsun?’, ‘Neler paylaşıyorsun?’ gibi sorular yöneltmek daha sağlıklı bir yaklaşım. Denetimin de normal olduğu çocuğa açıkça aktarılmalı. Çünkü amacınız gizliliğini ihlal etmek değil, onu korumak.”
İdeal ekran süresi her yaş döneminde farklı. Dr. Genç, özellikle üç yaşından önce çocukların televizyon da dahil hiçbir ekranla tanışmaması gerektiğini vurguluyor. Üç yaş sonrası önerileri ise şöyle: “Okul öncesi dönemde ekran süresi yarım saati geçmemeli. İlkokul döneminde bir saat yeterli. Ergenlik döneminde ise günde iki saate kadar kullanımlar kabul edilebilir. Çocuklar bazen strateji oyunları oynadığı için daha fazla süre talep edebiliyor. Bu durumda süre üç saate çıkabilir. Ama sonrasında denge şart. Örneğin hafta sonu üçer saat ekran başında kaldıysa ‘Hafta içi bir gün ekran yok’ kuralı konulmalı.”
Ancak kuralları koymak kadar, bunları hayata geçirmek de çok önemli. Dr. Genç, ekran süresi konusunda birçok ebeveynin belki de farkında olmadığı ya da üzerinde pek durmadığı bir gerçeğe işaret ediyor: “Aslında çocukların denetimsiz bir şekilde ekran başında kalmalarının sebebi çoğu zaman aileler. Çünkü günlük yaşamın koşturması, iş yükü, trafikte geçirilen zaman gibi nedenlerle çok meşgul ve yorgunlar. Ekran karşısındaki çocuk her zaman daha az talepkâr ve sakindir. Bu da aslında ailelere bir rahatlama alanı yaratıyor, günlük yaşamdaki zorlulukları yönetmelerine yardımcı oluyor. Bir süre sonra da ekranın sağladığı kolaylığa alışıyorlar. Fakat şunu unutmamak lazım: Ekranın yarattığı riskler sadece zararlı içeriklerle sınırlı değil. Ekran süresinin artması, çocukların sosyalleşme, dil gelişimi ve bilişsel becerilerinden çalınan zaman demek. O nedenle zaman kısıtlamasını esnetmemek ve kararlı olmak önemli.”
“Bilgisayarı kapat”, “Telefonu bırak”, “Tableti bir kenara koy”. Doktor Herdem Aslan Genç’e göre bu basit direktifler çocukları ekran başından kaldırmak için yeterli değil. Ekranı bırakmalarını sağlamak için çocuklara daha çekici ve anlamlı etkinlikler sunmak önemli. Bu noktada devreye spor, sanat, müzik, doğa yürüyüşleri ya da ailece oynanan oyunlar gibi keyifli alternatifler girebilir: “Böylece çocuğunuzun enerjisini doğru kullanmasına, sosyalleşmesine, yaratıcı düşünme becerilerini geliştirmesine yardımcı olursunuz. Eğer boşluk doldurulmazsa çocuk büyük olasılıkla ısrarcı olacak, hatta daha fazla sorun çıkaracaktır. Bu savaşın kazananı da çoğu zaman siz olmazsınız maalesef. Günlük ekran süresi üç-dört saati geçtiğinde çocukların zihinsel ve fiziksel sağlığının tehlikeye girdiğini unutmayın. Eğer bu süre altı saati buluyorsa mutlaka müdahale edin ve gerekirse profesyonel destek alın.”
Çocukları hem dijital dünyanın hem de gerçek hayatın tehlikelerinden korumanın en etkili yolu, aileyle kurdukları sağlıklı iletişim. Şimdi gelin, birbirinin zıddı iki örnek üzerinden iletişimin ne kadar önemli olduğuna bakalım.
14 yaşındaki Zeynep, sosyal medyada tanıştığı biriyle sohbet etmeye başladı. İlk başta masum görünen bu iletişim, karşı tarafın Zeynep’ten özel bir fotoğraf istemesiyle tehlikeli bir hal aldı. Fotoğrafı gönderdikten sonra şantaj başladı. Zeynep, ailesine durumu anlatmaktan çekindi. Aralarındaki mesafeli iletişim nedeniyle ailesinin ona kızacağını düşündü. Kendisini yalnız ve çaresiz hissederek şantajcının baskılarına boyun eğip daha fazla fotoğraf göndermeye devam etti.
Benzer bir durumu yaşayan 13 yaşındaki Ayşe, sosyal medyada biri tarafından özel bir fotoğraf göndermeye zorlandığında farklı bir yol izledi. Durumu hemen annesine anlattı. Ailesi ona kızmak yerine yanında durarak sorunu birlikte çözmek için harekete geçti. Durumu yetkililere bildirdiler. Ayşe, ailesine olan güveni ve açık iletişimi sayesinde bu zor durumdan hızla kurtuldu.
Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Doç. Dr. Herdem Aslan Genç’e göre birinci senaryoya benzer durumlar hiç de azımsanmayacak oranda yaşanıyor: “Bu iki örnek çocuklarla sağlıklı ve açık bir iletişim kurmanın ne kadar hayati olduğunu gösteriyor. Çocukların karşılaştıkları sorunları çekinmeden ailelerine anlatabilmeleri, onları her türlü tehlikeye karşı daha güvende tutar. Aile, ergenin sakin limanı olmalı. Belki o limanda zaman zaman fırtınalar yaşanacak, hatta belki çocuk limanı terk edecek. Ama ne yaşarsa yaşasın o sakin limana dönebileceğini hissetmeli. Başı dertte olduğunda başvuracağı ilk adresin anne-babası olduğunu bilmeli. Aileden korku değil, her zaman güven mesajları gelmeli.
Küçük yaşlarda çocuklarımıza koşulsuz sevgiyi daha rahat sunabiliyoruz. Ancak çocuk büyüdükçe, bize karşı gelmeye ve kendi kimliğini oluşturmaya başladığında koşulsuz sevgi ortamını sağlamak zorlaşıyor. Sevgi her ne kadar içten hissedilse de bazen çocuğa belirli kurallara uyarsa sevileceği izlenimini verebiliyoruz. Bu yanlış mesajın önüne geçmeli, ‘Ne olursa olsun, sen bizim çocuğumuzsun ve biz hep senin yanındayız’ mesajını güçlü bir şekilde iletmeliyiz.”
Dr. Genç, “Babama söyleme”, “Annemle paylaşma” gibi gizlilikler yerine aile içinde açık ve şeffaf bir iletişim kültürü oluşturmanın önemine de değiniyor: “Böylece aile üyeleri arasındaki güveni pekiştirir ve sorunların birlikte çözülmesini sağlarsınız.
Ebeveynlerin kendi aralarındaki iletişim de çok önemli. Anne-baba arasındaki açık, saygılı ve anlayışlı iletişim çocuğun da duygu ve düşüncelerini özgürce ifade etmesine yardımcı olur. Çocuk, ebeveynlerin birbirinden bilgi saklamadan sorunları birlikte çözdüklerini görebilmeli.”
Dijital dünyadaki görünmez tehlikeler çocuklarımızı tehdit eden risklerin sadece bir kısmı. Dikkat etmemiz gereken bir konu daha var: Çocuklarımızın ruh sağlığı. İç dünyalarında olup bitenleri anlamak her zaman kolay olmasa da bazı ipuçlarını erken fark etmek soruna erken müdahale etmemizi sağlayabilir. Doç. Dr. Herdem Aslan Genç, bu noktada ailelerin en önemli kılavuzunun “son zamanlarda yaşanan değişimler” olduğunu vurguluyor: “Çocuğunuzu en iyi siz tanırsınız. Ondaki değişimleri hemen ‘Ergenliğe girdi’, ‘Ders yükü arttı’ ya da ‘Sınav kaygısıdır’ gibi gerekçelerle geçiştirmeyin. Küçük bir ipucu bile ileride karşılaşılabilecek daha büyük sorunların habercisi olabilir.” Gelin, şimdi de Dr. Genç’in anlattığı erken uyarı işaretlerine birlikte bakalım:
1) İçe kapanma veya sosyal izolasyon: Normalde dışa dönük ve sosyal bir çocuk aniden içine kapanmaya başladıysa muhtemelen hayatında bir şeyler yolunda gitmiyordur. Arkadaşlarıyla vakit geçirmek yerine yalnız kalmayı tercih etmesi veya sosyal etkinliklere katılmaktan kaçınması bir sorunla baş etmeye çalıştığının göstergesi olabilir. İçe kapanma depresyondan kaygı bozukluklarına, akran zorbalığından sosyal fobiye bir dizi sorunda karşılaştığımız önemli bir belirti.
2) Öfke patlamaları ve sinirlilik: Sakin bir çocuğun sık sık öfkeli tepkiler vermeye başlaması ailelerin üzerinde durması gereken bir diğer işaret. Ergenlik döneminde öfke patlamaları zaman zaman olabilir, bu son derece normal. Ama tepkiler sıklaşıp yaygınlaşıyorsa, örneğin çocuğunuz başlangıçta sadece evde aile üyelerine karşı sinirli davranışlar sergilerken artık öğretmenlerine ve arkadaşlarına da öfkesini yansıtıyorsa “Ergenlikte olur böyle şeyler” diyerek sorunu göz ardı etmeyin. Yaygınlaşan öfke tepkileri altta yatan depresyon, anksiyete bozuklukları, davranış bozuklukları veya travmatik bir deneyime işaret edebilir. Özellikle ergenlikte gördüğümüz depresyon, genellikle yetişkinlerdeki gibi tipik belirtilerle seyretmez. Yani derin üzüntü, mutsuzluk, içe kapanma, değersizlik hissi gibi belirtiler ön planda olmayabilir. Ergenlik depresyonu daha ziyade öfke, ajitasyon, sinirlilik gibi yakınmalarla maskelenir.
3) Uyku ve yeme düzeninde bozulmalar: Daha önce rahat uyuyan bir çocuk son zamanlarda uykuya dalmakta zorlanıyor, sık sık uyanıyor, kabuslar görüyorsa veya tam tersine aşırı uyuyorsa bu durum içsel bir huzursuzluğun yansıması olabilir. Aynı şekilde iştah kaybı ya da aşırı yeme gibi beslenme düzenindeki ani değişiklikler de bir kaçış mekanizması olarak karşımıza çıkabilir. Uyku ve yeme alışkanlıklarındaki değişiklikler özellikle kaygı ve depresyon gibi psikiyatrik rahatsızlıklarda sık rastladığımız bir belirti.
4) Ders başarısında ani düşüş: Çocuğunuz normalde derslerinde başarılıyken okul performansında ani ve belirgin bir düşüş yaşamaya başladıysa bu sadece derslere olan ilgisinin azaldığı anlamına gelmeyebilir. Araştırmalar depresyon, kaygı bozukluğu ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi sorunların ergenlerde okul başarısında ciddi düşüşlere neden olabileceğini gösteriyor.
5) Hobilerden uzaklaşma: Çocuğunuzun eskiden severek yaptığı etkinliklerden, hobilerinden veya arkadaşlarıyla vakit geçirmekten aniden uzaklaşmaya başlaması bazen basit bir ilgi kaybından fazlasını ifade eder. Mesela haftalardır heyecanla beklediği bir spor faaliyetine gitmek istememesi ya da eskiden keyif aldığı oyunlardan sıkıldığını söylemesi depresyon, kaygı bozukluğu, sosyal kaygı gibi ruhsal sorunların habercisi olabilir.
6) Aşırı mükemmeliyetçilik: Çocuğunuzun kendisine aşırı yüksek beklentiler koyduğunu ve en ufak bir hata karşısında yoğun hayal kırıklığı veya kendine yönelik öfke yaşadığını fark ederseniz dikkatli olun. Çünkü bu durum kaygı bozuklukları, obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) veya düşük özsaygıyla ilişkili olabilir. Kanıta dayalı çalışmalar, aşırı mükemmeliyetçiliğin çocuk ve ergenlerde kaygı ve depresyon riskini artırabileceğini gösteriyor.
7) Korku ve kaygı artışı: Çocuğunuzun daha önce rahatça üstesinden geldiği durumlar karşısında birden korku veya endişe yaşamaya başlaması da dikkate alınması gereken belirtiler arasında. Mesela daha önce arkadaşlarıyla dışarı çıkmaktan mutlu olan bir çocuk, birdenbire dışarı çıkmaktan korkuyorsa ya da eskiden karanlıkta uyumakta hiç zorlanmazken şimdi karanlıktan kaçınmaya çalışıyorsa muhtemelen içsel veya dışsal bir tehdit algılıyordur. Araştırmalar, bu tür ani kaygı yükselmelerinin kaygı bozukluğu, sosyal fobi veya travma sonrası stres bozukluğu gibi ruhsal problemlerin habercisi olabileceğini gösteriyor. Ayrıca okulda sınıf önünde konuşma yapmaktan hoşlanan bir çocuğun bir anda bu tür etkinliklerden kaçınması da sosyal fobinin ilk belirtilerinden biri olabilir.
8) Beden algısında bozulma: Ergenlik dönemi, çocukların bedenleriyle ilgili farkındalıklarının arttığı ve bu konuda daha hassas hale geldikleri bir dönem. Eğer çocuğunuz dış görünüşüne aşırı derecede takıntılı hale geliyor, sık sık başkalarının onayını arıyor ya da yeterince “iyi” görünmediği konusunda sürekli kaygı yaşıyorsa beden algısı bozulmuş olabilir. Kişinin bedenini olduğundan farklı veya olumsuz görmesine yol açan beden algısı bozukluğu genellikle yeme bozuklukları, düşük benlik saygısı ve depresyon gibi ruh sağlığı sorunlarıyla yakından ilişkili.
9) Para harcama alışkanlığında ani değişiklikler: Harçlığı normalde yeterliyken birden daha fazla paraya ihtiyaç duyması veya parayı hızlıca bitirmesi, hayatında gözden kaçırdığınız bir değişikliğin habercisi olabilir. Para harcama özellikle madde kullanımı veya başka riskli davranışlar açısından bizi alarme eder. Madde kullanımında ek olarak sosyalleşmedeki değişiklikler, eve giriş çıkış saatlerindeki düzensizlikler, daha talepkâr olma ve sinirlilik de önemli ipuçlarıdır.
10) Kendine zarar verme davranışları: Eğer çocuğunuzun derisini kesmek, yakmak veya kendine başka şekillerde zarar vermek gibi davranışlar sergilediğini fark ederseniz bu durumu mutlaka ciddiye alın. Araştırmalar kendine zarar verme davranışının genellikle duygusal sıkıntıyla başa çıkma, yoğun stres veya travma sonrası bir tür rahatlama aracı olarak ortaya çıktığını gösteriyor. Özellikle ergenlik döneminde bu tür davranışlar yaşanan duygusal acıyı fiziksel acıya dönüştürme girişimi olabiliyor. Araştırmalara göre özellikle ergenlik döneminde kendine zarar verme davranışı intihar girişimleriyle güçlü bir şekilde ilişkili.
11) Aşırı şüphecilik ve paranoya: Çocuğunuzun insanlarla iletişim kurmaktan kaçınmaya başlaması veya dışarı çıkma konusunda çekinceler geliştirmesi, özellikle de “Takip ediliyorum,” “Hakkımda kötü şeyler söyleniyor,” “Beni izliyorlar” veya “Kimseye güvenemiyorum” gibi düşünceler dile getirmesi ciddi bir uyarı işareti. Bu tür şüpheci düşünceler şizofreni, bipolar bozukluk veya diğer psikotik bozuklukların (gerçeklik algısının bozulduğu psikiyatrik rahatsızlıkların) erken belirtileri arasında yer alıyor.
Ne yapmalısınız?
Eğer son zamanlarda çocuğunuzda bu belirtilerden bir veya birkaçını gözlemliyorsanız vakit kaybetmeden bir çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanına başvurun.