Ferdi Kadıoğlu, Kerem Aktürkoğlu gibi isimlerin yurt dışına transfer olmasıyla yurt dışında oynayan ve 'lejyonerler' olarak adlandırılan sporcular tekrar gündeme geldi. Tarihten belki filmlere konu olacak futbolcuların hikayeleri..
Transfer mevsimlerinde artık kulüplerin alacağı oyuncular kadar yurt dışına satılacak futbolcular da ciddi yer işgal ediyor. Bu yaz da böyle geçti. Biz yetiştirmesek de A Milli Takım ve Fenerbahçe ile vitrine çıkan Ferdi Kadıoğlu, İngiliz kulübü Brighton’a gitti. Galatasaraylı Kerem Aktürkoğlu’nun yeni adresi ise Portekiz devi Benfica oldu. Bu noktadan yola çıkarak futbolda nedendir bilinmez ‘lejyonerler’ diye anılan sporcuların tarihçesine bakalım istedik. Daha çok da hayli eskileri ya da az bilinen isimleri mercek altına aldık.
Hemen tüm kaynaklarda yurt dışında top oynayan ilk sporcularımız tahsilleri için İngiltere ve Belçika’ya giden Talat Erboy ile eski başbakanlardan Adnan Menderes’in eniştesi Nejat Evliyazade.
Spor tarihimizin en ilginç figürlerinden olan Sabri Mahir de ilk lejyonerlerimizden. Bu müstesna şahsın en güvenilir kaynaklardan derlemeye çalıştığımız hikayesi filmlere konu olacak nitelikte. 1890’lı yıllarda Diyarbakır’da doğdu. 1903 yılında Mekteb-i Sultani’ye Mahir Sabri ismiyle yazıldı. Spor yaşamının ilk bölümünde futbol oynayan Sabri Mahir, 1908-1910 arası Galatasaray ile iki İstanbul Ligi şampiyonluğu kazandı. 1909 yılının eylül ayında Rum takımı Elpis ile oynanan maçta rakibinin Yunanistan bayrağı rengindeki formasını yırttı. Müsabaka çıkan kavga nedeniyle yarıda kaldı. Sabri Mahir, ceza alan ilk Türk futbolcu olarak kayıtlara geçti. Galatasaray Lisesi’nin ünlü müdürü, şair Tevfik Fikret’in istifası üzerine okulda gerçekleştirilen boykotun liderlerinden biriydi. Bir iddiaya göre bu olay nedeniyle başı derde girince Galata Rıhtımı’ndan bir gemiye binerek kaçtı. Kendisi ise anılarında resim tahsili yapmak için Paris’e gittiğini söylüyor.
Sabri Mahir, Fransa’da Racing Club takımında birkaç maç forma giydi. Sonrasında ise Mısırlı Mehmet Ali Paşa’nın Paris’te yaşayan torunu Ali Fazıl’ın verdiği tavsiye sonrasında boksa başladı. Katıldığı turnuvalarda başarılı sonuçlar aldı.
İddialara göre yolu bir ara İspanya’ya düşen Mahir daha sonra İngiltere’de Amerikalı ve İsviçreli rakiplerini yenerek ses getirdi. 1.Dünya Savaşı çıkınca Londra’daki parlak günleri sona erdi. Önce maçları iptal edildi. Sonra düşman Osmanlı Devleti’nden olduğu için hapse atıldı. 1919’da savaş esiri Türklerle birlikte Almanya’ya gönderildi.
Almanya’da yeniden ringlerde boy göstermeye başladı. Fakat adı anlaşmalı bir maça karışınca ağır bir ceza aldı. 1924’te Belçikalı Jack Humbeeck ile yaptığı karşılaşmada kolunun kırılması sporculuk yaşamına ağır darbe vurdu. 1926’da sporculuğu bırakıp antrenörlüğe ve beden eğitimi hocalığına geçti.
Berlin’de açtığı ‘Gövde Geliştirme ve Boks Stüdyosu’, bir anda kentin en gözde mekanlarından biri haline geldi. Bertolt Brecht, Marlene Dietrich gibi ünlülerin de devam ettiği bu stüdyo, adeta bir cazibe merkeziydi. Aynı zamanda ünlü boksör Franz Diener’in antrenörü ve menajeriydi. Alman sporcu ile birlikte çeşitli ülkelere turnelere gitti. Bir ara yeniden Paris’e geçtiği ve burada da bir salon açtığı belirtiliyor.
1930’ların ortası sonrası Sabri Mahir’e dair çok az bilgi var. Feridun Cemal Erkin, 1959’da Paris’te fizik kültür uzmanı Sabri Mahir ile karşılaştığını belirtiyor. Sonrası ise meçhul. Kimi kaynaklar 1980’lerde vefat ettiğini yazıyor. Ancak Mahir’in hayatının mühim kısmı gizemini koruyor ve keşfedilmeyi bekliyor.
A Milli Takımımızın ilk kaptanı Hasan Kamil Sporel de yurt dışında top koşturan isimlerimizdendi. Henüz 15 yaşında Fenerbahçe’de sol açık olarak şans buldu. Fenerbahçe – Galatasaray derbilerinde gol atan ilk sarı-lacivertli oyuncu oldu. Tahsil için gittiği Amerika Birleşik Devletleri’nde de futbol oynadı. Michigan Eagles takımıyla önemli başarılara imza attı. Sporel, ABD’de güreş ile de ilgilendi. Yurda dönüşte Fenerbahçe forması giymeye devam eden Hasan Kamil Sporel, 1924 yılına kadar futbol yaşantısını sürdürdü. Zaman içinde savunmada görev yapmaya başlayan Sporel, ‘Dalgakıran’ lakabını aldı.
Lejyonerler içinde ‘Bombacı’ lakaplı Bekir Refet’in özel bir yeri var. 1899 doğumlu golcü krampon; Fenerbahçe, Altınordu ve İttihat takımlarında top oynadı. Galatasaray’ın konuk futbolcusu olarak gittiği Avrupa turnesi hayatını değiştirdi. Almanya’daki maçlardaki performansı çok beğenilmişti. Turne esnasında sakatlanıp tedavi için bu ülkede kaldı. Bu esnada Karlsuher FC Phönix ile anlaştı. Bu kulübe 1921 yılında attığı imza onu ülkemizin ilk profesyonel futbolcusu yaptı. A Milli Futbol Takımı’nın da formasını terleten ve kaptanlık pazubandını takan Bekir Refet, gurbet ellerde Pforzheim ve Karlsuher FV takımlarında da top koşturdu. 1977’de vefat ettiğinde adresi halen Almanya’ydı.
Galatasaraylı Sabit Cinol, tahsil için gittiği İsviçre’de Servette’te oynarken futboluyla çok ses getirmedi ama dönüşünde sarı-kırmızılı kulübe yıllardır dillerde düşmeyen bir slogan getirdi. Sabit Cinol’un torunu Cem Cinol’un dedesinden dinlediğine göre Servette’te asık suratlı Jim (soyadı Boom ya da Paul) bir antrenör vardı. Futbolcular maçlardan önce soyunma odasında ‘Jim Boom rira, Jim Boom rira’ diye bağırarak yani Jim gülecek diyerek ona moral veriyordu. Bu tezahürat Türkiye’ye ‘Re re ra Cim Bom’ şekliyle intikal etti.
Altay’ın sembol ismi Vahap Özaltay iki farklı dönemde Fransa’ın Racing takımında forma giydi. Özaltay’ın çok önemli bir özelliği vardı. Hem futbolda hem atletizmde milli takımda yer aldı. Bu unutulmaz isim yıllar sonra Karşıyakalı Lemi Yerli’nin Racing’e transferine aracılık etti.
İtalya’ya giden oyuncularımız deyince ilk akla gelenler Şükrü Gülesin, Can Bartu ve Metin Oktay’dır.
Ancak 1951-1954 yılları arasında Spal formasını taşıyan Bülent Esel hayli başarılı performans sergilemiştir. Bu arada Şükrü Gülesin’in Lazio yıllarında her maç akşamı evine bir ıstakoz bırakan İtalyan hayranı ile gazeteci olarak gittiği 1974 Dünya Kupası’na karşılaşması da lezzetli bir hikayedir.
Turgay Şeren’in Galatasaray ile sorun yaşadığı 1959’da Arjantin’e giderek River Plate ile özel maçlara çıkması ancak kulüplerin anlaşamaması üzerine geri dönmesi de lejyoner tarihimizin az bilinen vakalarından.
Son olarak yakın tarihten bir örnek…
1994 yılında U16 Milli Takımımız İrlanda’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası’na mutlu sona ulaşarak futbol tarihimizin en büyük başarılarından birine imza atarken, Türkiye’nin yıldızlarından biri Egemen Bayhan’dı. Genç oyuncu Bursaspor forması giyiyordu. Turnuva öncesi A takımla ilk resmi maçını oynamış, yeşil-beyazlıların lig tarihinde sahaya çıkan en genç oyuncusu unvanını almıştı. Avrupa Şampiyonası’ndaki performansı birçok yabancı kulübün dikkatini çekti. Tercihini Belçika ekibi Standard Liege’den yana kullandı. İlk başlarda her şey yolunda gitti. Ancak yaşadığı sakatlık futbol hayatını alt üst etti. Takımıyla hazırlık kampına katıldı fakat burada başlayan ağrıları onu sahalardan kopardığı gibi hayatını olumsuz etkileyecek bir seviyeye geldi. Artık yaşamında futbol yoktu. Bursa’ya döndü ve tekstil sektörüne girerek hayatını sürdürdü. Egemen ile birlikte Standard Liege’e giden bir oyuncumuz daha vardı. O isim yine U16 Milli Takımı’nda yıldızı parlayan Bursa Makosporlu Ruşen Duranoğlu’ydu. Ruşen de Belçika takımında şans bulamadı fakat Türkiye’ye döndükten sonra birçok kulüpte oynadı.
Kaynaklar: Sana Hikaye Geliyor / Sevecen Tunç, dinyakos.com, Socrates dergisi, Fenerbahçe Tarihi Çalışma Grubu, Wikipedia
20 Ekim 2024 - Kırmızı-beyaz-siyah bir Anadolu hikayesi
13 Ekim 2024 - Lejyonerlerin tarihçesi: Dalgakıran, bombacı ve Sabri Mahir’in film gibi öyküsü
8 Ekim 2024 - Şampiyonlar Ligi müziği bu kez Galatasaray’ın kadınları için çalıyor
9 Ağustos 2024 - ‘Süper’ kolay olunmuyor! 67 yıllık harika hikayede yeni sayfa