Gözünüzdeki gözlüğü, elinizdeki telefonu arayıp bulamıyor musunuz? Telaş etmeyin, bu unutkanlıklar stresten
Geçen ay yayımlanan bir Harvard araştırması, yaralanmalarla acile başvuran 66 yaş ve üzeri kişileri inceledi. Düşenlerin gelecekte demans tanısı alma riskini diğerlerinden yüzde 21 yüksek buldu. Konuyla ilgili Prof. Dr. Bilgiç’in önemli uyarıları var
Yaşlılarda düşmelerin yalnızca bir kaza olmadığını, belki de ileride karşılaşılabilecek ciddi bilişsel sorunların habercisi olduğunu hiç düşündünüz mü? Harvard Üniversitesi Brigham and Women’s Hospital araştırmacıları, JAMA Network Open’da yayımladıkları çarpıcı bir çalışmada düşmelerin demans teşhisi alma riskini anlamlı derecede artırdığını ortaya koydu.
Travmatik yaralanmalar nedeniyle acil servise başvuran 66 yaş ve üzeri kişileri inceleyen çalışma, düşenlerin gelecekte demans teşhisi alma riskini diğer yaralanmalarla başvuranlara göre yüzde 21 daha yüksek buldu.
İstanbul Üniversitesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türkiye Alzheimer Derneği Başkanı Prof. Dr. Başar Bilgiç ile bu önemli bulguyu konuştuk. Söyleşide ayrıca “Düşme riski nasıl azaltılır?”, “Demanstan korunabilir miyiz?”, “Alzheimer’ın teşhis ve tedavisindeki yenilikler neler?” gibi soruların yanıtlarını da bulacaksınız.
Bu çalışmanın ana bulguları neler? Düşmelerin demans teşhisiyle ilişkisi nasıl açıklanabilir?
En çarpıcı bulgularından biri, yaşlı yetişkinlerde yaralanmayla sonuçlanan düşmelerin gelecekte demans teşhisi alma riskini yüzde 21 artırıyor olması. Şöyle açıklayayım: Çalışmada 2014-2015 yılları arasında 66 yaş ve üzeri yaklaşık 2,5 milyon kişi incelenmiş. Bu kişiler travmatik yaralanmalar nedeniyle acile başvurmuş. Fakat ilginç olan şu ki düşme yaşayanlarda demans teşhisi alma riski diğer yaralanma türlerine göre çok daha yüksek. Düşme yaşayanların yaklaşık yüzde 10,6’sı bir yıl içinde Alzheimer veya benzeri bir demans türü tanısı alıyor.
Çalışmanın yazarları düşme ve demans arasında aslında çift yönlü bir bağlantı olduğunu düşünüyor. Birincisi, bilişsel yetilerde gerileme düşme riskini artırabiliyor. Yani kişi dikkat ya da algıda yavaşlama gibi sorunlar yaşıyor, bunlar da o kişiyi düşmeye daha yatkın hale getiriyor. İkincisi, yaşanan düşmenin kendisi de bir tetikleyici olabiliyor. Düşmenin yarattığı travma, var olan ama teşhis edilmemiş demansın belirtilerini hızlandırabiliyor.
O halde belirli bir yaşın üzerinde düşme yaşayanların demans açısından taranmasında fayda olabilir mi?
Evet, zaten çalışmada da bu kişilere bilişsel tarama öneriliyor. Böylece demansı erken yakalama ve gerektiğinde bakım süreçlerini başlatmak mümkün olabilir.
Demans tanısı koyduğunuz hastalarda düşme öyküsü sizin de sık karşınıza çıkıyor mu?
Evet, pek çok hastamızda tanı sürecinde geçmişte yaşanmış düşme olaylarına rastlıyoruz. Hatta yürüttüğümüz bir çalışmada ‘dual task’ yani ‘ikili görev’ adı verilen bir test kullandık. Bu testte hastalardan hem yürümeye devam edip hem de bir zihinsel iş yapmalarını istiyoruz. Örneğin akıldan sayı saymak gibi. Normalde bu görevleri bir arada yapabiliriz. Ama demansın başlangıcında olan hastalarda yürüyüş aksıyor, adımlar yavaşlıyor veya bozuluyor. Aynı anda yürüyüp düşünmekte zorlandıkları için de düşme riskleri artıyor. Biz de çalışmamızda bu bulguya ulaşmıştık. Bu yüzden yaşlı bireylerin yürürken sadece yürümeye odaklanmaları güvenlikleri açısından daha doğru.
Yaş ilerledikçe düşme riski demans olmaksızın da artıyor. Peki düşmeler başka hangi hastalıkların belirtisi olabilir?
Gerçekten de yaşlılarda düşme çok sık görülen bir durum. İlk akla gelen nedenlerden biri damar sorunları. Örneğin şah damarında darlık varsa beyne kan akışı kısıtlanır, bu da dengesizlik ve düşme riskini artırabilir.
Ayrıca görme ve işitme kaybı, dengeyi bozabileceği için yaşlı bireylerin düşme riskini yükseltebilir.
Kemik erimesi gibi durumlarda da kemiklerin zayıflamasıyla denge kurmak zorlaşır ve düşme olasılığı artar.
Bir diğer önemli faktör ise ilaç kullanımı. Yaşlı kişiler genellikle tansiyon, idrar kaçırma gibi çeşitli durumlar için birçok ilaç kullanıyor. Bu ilaçların yan etkileri bazen denge kaybına ve düşmeye yol açabiliyor.
Yaşlı kişilerde düşme riskini azaltmak için neler yapılabilir?
📍 Bir kere giydikleri ayakkabının kaymayan bir tabana sahip olması çok önemli. Evde de kaygan zeminler ciddi bir risk. Önlem için nalburlarda kaymayı önleyen bazı bantlar satılıyor, zemine bu bantlar çekilebilir. Halılar ve kilimler de kaymaya neden olabildiği için altlarına kaymaz destekler eklemek iyi bir çözüm.
📍 Düşme önlenemese bile yaralanma riskini azaltmak mümkün. Örneğin sivri uçlu sehpalar, masalar ya da keskin köşeli objeleri ortadan kaldırarak evde güvenliği artırabilirsiniz. Eğer kişi sık sık düşme riski altındaysa koridorlara tutunmak için demir veya alüminyum barlar eklemek de yardımcı olabilir.
📍 Yaşlılara önerimiz ayağa kalkarken yavaş hareket etmeleri. Hızlı ayağa kalkmak, kan basıncının düşmesine, baş dönmesine, dolayısıyla düşmeye yol açabilir.
📍 Sıvı alımı da çok önemli. Yaşlılar bazen idrar sorunları nedeniyle sıvı tüketimini azaltabiliyor. Yetersiz sıvı alımının denge sorunlarına ve düşmelere yol açabildiği akılda tutulmalı.
📍 Gereksiz ilaçlardan kaçınmak lazım. Bitkisel ilaçlar bile dengenin bozulmasına yol açabiliyor.
📍Görme sorunları da düşme riskini artıran önemli nedenlerden biri. Yaşla birlikte görme bozulduğu için yaşlı bireyler çevrelerindeki engelleri fark etmekte zorlanabilir. Bu nedenle özellikle iyi bir aydınlatma sağlamak, gözlük kullanımını teşvik etmek ve görme kontrollerini düzenli yaptırmak düşme riskini azaltmak için etkili önlemler arasında.
📍 Son olarak işitme sorunları da yaşlı bireylerde düşme riskini artırabilir. İşitme kaybı denge sistemini olumsuz etkiler ve çevredeki uyarıcıları algılamayı zorlaştırır. Bu yüzden yaşlıların işitme kontrollerini düzenli olarak yaptırmaları ve işitme cihazı kullanmaları çok önemli.
İşitme ve görmenin düşmelerde rol oynayabildiğini belirttiniz. Bunlar aynı zamanda demans için de risk faktörü değil mi?
Lancet Demans Önleme, Müdahale ve Bakım Komisyonu Temmuz 2024’te yayınladığı raporda demans için 14 değiştirilebilir risk faktörü açıkladı. Bu risk faktörleri de yaşa göre değişiyor. İşitme kaybının da yer aldığı listeye hızlı bir şekilde bakalım:
📚 Yaşamın erken döneminde eğitim eksikliği ciddi bir risk faktörü. Erken yaşlarda ne kadar güçlü bir zihinsel temel atılırsa ileri yaşlarda demansa karşı o kadar koruyucu bir etki sağlanıyor.
🦻 Orta yaştaki en önemli risk faktörleri ise işitme kaybı ve kötü kolesterol (LDL) yüksekliği. Yine bu yaş döneminde daha düşük oranlı risk faktörleri arasında depresyon, travmatik kafa hasarlanması (özellikle şuur kayıplı kafa travmaları), hareketsiz yaşam, diyabet, sigara, tansiyon, obezite ve alkol yer alıyor.
👁️ Bir de ileri yaş risk faktörleri var: Sosyal izolasyon, hava kirliliği ve görme kaybı.
Siz eğer 14 risk faktöründen kaçınmayı başarırsanız demans riskinizi yüzde 45 azaltırsınız. Ama geriye kalan yüzde 55’lik risk, genetik mirasınız ve henüz tam olarak tanımlanamayan diğer faktörlerle şekilleniyor.
Düşmeler Lancet Bakımı Komisyonu’nun raporunda yer alan risk faktörlerinden biri olabilir mi?
O listede yer alan risk faktörleri oldukça sağlam bir temele dayanıyor. Düşmelerin bu listeye girebilmesi için daha fazla çalışmada demans ilişkisi tutarlı şekilde gösterilmeli.
Mesela aynı durum uykusuzluk için de geçerli. Farklı çalışmalar, uykusuzluk ve demans arasında bir ilişki olduğunu ortaya koyuyor. Fakat listede yer alması için bu ilişkinin tutarlılıkla kanıtlanması şart. Belki bu tür risk faktörleri ileride listeye eklenecek.
Peki demans risk faktörleri yüksek olan bir kişinin beyin check-up’ı olarak adlandırılan kontrollerden geçmesinde yarar var mı?
Bu tür kontroller beynin genel durumunu ve zihinsel işlevlerin sağlıklı çalışıp çalışmadığını değerlendirmeye yardımcı oluyor. Genetik riskiniz varsa ona da bakılabiliyor.
Fakat bu alanda oldukça önemli bir gelişme var. Alzheimer riskini kanda gösteren bazı testler geliştirildi. Yakın zamana kadar yalnızca beyin-omurilik sıvısından örnek alınarak Alzheimer riski değerlendiriliyordu. Artık küçük bir miktar kan alarak bunu yapmak mümkün hale geldi. Hatta Amerika, İsveç gibi ülkelerde aile hekimleri bu testleri yapıp gerektiğinde hastayı ileri değerlendirme için uzmanlara yönlendiriyor. Bu tarama yöntemi zamanla ülkemize de gelecektir.
Şimdi biraz da tedavi seçeneklerine geçmek istiyorum. Alzheimer’da hastalığı yavaşlatan yeni tedaviler var. Bu tedaviler ülkemize geldi mi?
Henüz gelmedi maalesef. Ülkemizde şu anda yalnızca iki mekanizma üstünden etki eden ilaçlar mevcut. Bunlar hastalığı tam anlamıyla durdurmaktan ziyade şikayetleri hafifletmeye yönelik.
Bu noktada bir de uyarıda bulunmak istiyorum. Mevcut tedavilerin kısıtlı olması ne yazık ki insanların eczaneden alınan bazı takviyelere, aktarda satılan otlara veya glutatiyon ismi verilen antioksidanlara yönelmesine yol açıyor. Hatta bazı hastalar özel merkezlerde ultrasonik pulse stimülasyonu gibi oldukça pahalı yöntemlere başvuruyor.
Oysa bunların hiçbirinin Alzheimer tedavisinde kanıta dayalı bir faydası gösterilmedi. Dahası bir kısmının ciddi yan etkilerinin olduğunu söyleyebiliriz. Bir kısmı ciddi yan etkiye yol açmıyor belki ama önemli bir ekonomik yük oluşturuyor. Bu konu oldukça önemli aslında. Çünkü Alzheimer uzun süren bir hastalık. Başlangıçta bir umut diyerek kanıtı olmayan birçok tedaviye başvurmak ve ekonomik birikimleri orada bitirmek hastalığın sonrası için büyük sorun yaratıyor. Hastalar bu tür tedavileri yapıp daha sonra bakıcı tutamıyor mesela. Bakım evlerine gidemiyor, hastalığın son dönemlerini çok kötü bir şekilde geçirmek zorunda kalabiliyorlar. O nedenle işin ekonomik boyutunu da düşünüp etkisi bilinmeyen tedavilerden kaçınmak lazım.
Takviye merakı fazladan ilaç yükü getiriyor
Hasta ve yakınlarından çok sık “Hangi takviye hastalığa iyi gelir?” sorusunu duyuyoruz. Hatta bazen bu tür ürünleri yurt dışından bile getirtebiliyorlar. Dediğim gibi bunların bir faydası gösterilmedi. Ayrıca bu tür ürünler hastaya fazladan ilaç yükü bindiriyor, hastanın esas ilaçlarını aksatmasına neden olabiliyor.
Garip şekilde halkımız bu tür tedavilere inanma eğiliminde. Bunları almamayı bir eksiklik gibi görüyorlar. SGK’nın verdiği ilaçlar yeterli gelmiyor. İlla “Başka bir şey de yapayım, parayla da bir şey alayım” gibi farklı arayışlara giriyorlar. Belki bunu yapmak hasta yakınlarını psikolojik olarak rahatlatıyor, “Bir şey yapıyorum” hissi sağlıyor. Elbette onlara da hak veriyorum, tabii ki çok kıymet verdiği anneleri, babaları için bir şey yapmak istiyorlar. Ama bunlara rasyonel yaklaşmak lazım. Tedavi seçimlerinde duygusal kararlar yerine kanıta dayalı bir yaklaşımla ilerlemek hem hasta hem de yakınları için daha sağlıklı bir yol olacaktır.