Yaşla birlikte belki pek çok şeyi unutuyoruz ama çocukken dinlediğimiz ninni hala aklımızda… Neden?
New York Üniversitesi'ndeki bilim insanları hafızanın yalnızca beyin hücreleriyle sınırlı olduğu görüşünü sarsan bir araştırmaya imza attı. Deneyler beyin dışındaki hücrelerin de hafıza depolayıp işleyebildiğini gösterdi.
Kafatasımızın içinde su yağ ve proteinden oluşan yaklaşık 1300-1400 gramlık organımızı bir ‘donanım’ (hardware) olarak en ince ayrıntısına kadar tanıyoruz. Ama konu işleyişi (software) olduğunda kimilerine göre hiçbir zaman çözülemeyecek sırlarla karşı karşıyayız. Bilinç nereden gelir? Duygular nasıl oluşur? Nasıl hatırlarız, neden unuturuz…
Henüz az şey biliyor olsak da sinirbilimciler bu ve benzeri zor soruları yanıtlayabilmek için çalışıyor. Bunlardan biri New York Üniversitesi (NYU) Sinir Bilimleri Merkezi araştırmacısı Nikolay V. Kukushkin.
Hafıza konusunda çalışan Profesör Kukushkin liderliğindeki bir grup araştırmacı hafızanın yalnızca beyin hücreleriyle sınırlı olmadığını gösteren bir araştırmayla beyin dışındaki hücrelerin de hafıza depolayıp işleyebildiğini gösterdi.
Neurosciencenews’ün haberine göre sinir ve böbrek dokusundan alınan hücrelerin tekrarlayan kimyasal sinyallere maruz bırakıldığında “hafıza geni”ni aktive ettiği keşfedildi. Bu durum öğrenme ve hafıza kapasitesinin tüm hücrelerde ortak bir özellik olabileceğini düşündürüyor.
Araştırmacılar beyin dışındaki hücrelerin öğrenme yeteneklerini incelemek için beynin “massed-spaced” olarak bilinen öğrenme modelini kullandı. Bu model bilginin yoğun şekilde değil de aralıklı tekrarlarla daha iyi öğrenildiğini gösteriyor. Prensibi beyin dışındaki hücrelere uygulayıp hücrelerin kısa aralıklarla verilen sinyalleri daha güçlü bir hafıza tepkisiyle yanıtladığını gözlemlediler.
Araştırma sonucunda hücrelerin bu aralıklı kimyasal sinyalleri tıpkı beyin hücreleri gibi “hafıza geni”ni etkinleştirerek saklayabildiği bulundu. Bu da hafıza oluşumunun yalnızca sinir sistemine bağlı olmayabileceğini, tüm hücrelerde yer alan biyolojik sinyal süreçlerinin de bu özellikleri taşıyabileceğini gösteriyor.
Bu bulgular hafıza ve öğrenme süreçleriyle ilgili sağlık sorunlarının tedavisinde yenilikçi yaklaşımlara ilham verebilir. Gelecekte vücudumuzun diğer organlarının da geçmiş deneyimleri nasıl hatırlayabileceği ve bunun sağlık üzerindeki etkileri araştırılabilir. Örneğin pankreasın geçmişteki yemek düzenini hatırlayarak kan şekerini düzenleyebilmesi veya kanser hücrelerinin kemoterapiye yanıtlarını “hatırlaması” gibi. Çalışma hafızanın yalnızca beynin değil, tüm vücudun biyolojik özelliği olabileceğini ortaya koyuyor.