Kendimiz, sevdiklerimiz, işimiz arasında bir dengedir hayat!

Festival gediklisi ‘Close to You’ ile hafta sonunu, kendimizi sevdiklerimize nasıl kabul ettiririz sorusuyla açıyoruz. ‘Anne Penguenler’, sonra  ‘The Responder’ ve ‘Cross’la, özel hayat ve iş hayatı dengesini kurmaya çalışıyoruz.

Dizi 15 Kasım 2024

KOŞULSUZ AİLE BAĞI VAR MI?

Close to You

Hafta sonu seçkisinin açılışında bir aile dramı ve içsel yolculuk filmi var. Netflix’te yayınlanan ‘Close to You’, kendini keşfetme yolculuğunu tamamlamış Sam’in sıradaki görevini konu alıyor: Ailesiyle yeniden bağ kurabilmek. Yönetmenliğini Dominic Savage’ın üstlenmiş olmasından ötürü filmin çekimlerini ‘samimi’ olarak nitelemek tesadüf değil. Ekrana yansıyan anlatı, bir belgeseli izliyormuşuz havası verecek kadar, olumlu anlamda ham.

Ünlü oyuncu Elliot Page’in canlandırdığı Sam, Toronto’da yaşayan bir trans erkektir ve dört yıl sonra, babasının doğum günü vesilesiyle ailesinin yanına gitmeye karar verir. Bu doğum günü, Sam’in kendiyle nihayet bütünleştiğini ailesine göstermesi için bir fırsattır çünkü. Aile bir yandan hasret giderirken diğer yandan Sam’in (onlara göre) yeni haline dair önyargılarını saklayamaz. Aile ilişkilerinin tam anlamıyla sınandığı bir film yani bu. Bu dönüş Sam için yalnızca ailevi ilişkileri değil, romantik dünyası bakımından da önemlidir. Memlekete dönüşü sayesinde eski bir arkadaşı ve ilk aşkı olan Katherine’le (Hillary Baack) karşılaşan Sam nihayet onu olduğu gibi kabul eden birini bulmuş mudur?

Senaryoda Elliot Page imzası var

Film tüm bunları psikolojik temayı elden bırakmadan dram olarak işliyor ancak bu ağırlığı, diyalogların arkasındaki sır hafifletiyor: Bunların çoğu doğaçlama. Belgeseli andırdığını söylediğimiz çekimlere bu da eklenince film gerçekten hayattan bir kesit izlediğimiz hissini veriyor. Ki yanlış da sayılmaz, çünkü Elliot Page tıpkı hayat verdiği karakter gibi geçiş süreci yaşamış, durum hakkında çokça manşete konu olmuş bir oyuncu. Page yalnızca başrolde değil, aynı zamanda yönetmen Dominic Savage’la birlikte senaryoda da görev alıyor.

2023 Toronto Uluslararası Film Festivali’nde ilk gösterimi yapılan film, bu yıl vizyona girdikten sonra nihayet farklı ülkelerde, daha geniş çapta izleyici karşısına çıkıyor. Bu nedenle film yeni sayılır. Hafta sonunu belki bir battaniye altında, geçmişle yüzleşme, kimlik arayışı, kendini kabul etme, aile bağları, aile içinde hissedilen yalnızlık gibi derin konularla geçirmek isteyenler için ‘Close to You’ birebir.  Filmi Netflix’ten izleyebilirsiniz.


RAKİPLER RİNGDE: ÖZEL HAYAT vs İŞ HAYATI

Anne Penguenler / The Mothers of Penguins

Bu hafta özel hayat ile işi dengeleme temalı yapımlar öne çıkıyor. Tanıtacağımız üç yapımdan ilki, Netflix’te yayınlanan Polonya yapımı ‘Anne Penguenler’.  Bir MMA dövüşçüsü yani boksör olan Kamila (Masza Wągrocka) boşanmış bir annedir. Onu özel hayatıyla sınayan unsurlar yalnızca tek ebeveyn, çalışan anne ve yüksek disiplin gerektiren bir mesleği olması değildir. Kamila aynı zamanda çocuğunun otizm spektrumunda olabileceğini öğrenmiş bir ebeveyndir. Bu noktada dizinin ana teması, iş ve özel hayat dengesi kurmak ile özel çocuk ebeveyni olmak arasında eşit olarak bölünmüş diyebiliriz.

Maceramız Kamila’nın önemli bir karşılaşmaya hazırlanırken, oğlu Jaś’ın (Jan Lubas) saldırgan davranışından ötürü anaokulundan gönderilmesiyle başlıyor. Normalde sessiz ve içe kapanık bir çocuk olan oğlunun bu durumuna anlam veremeyen Kamila, okuldaki öğretmenin Jaś’ın otizm spektrumuna dâhil olabileceğini söylemesiyle küplere biniyor. Ancak antrenmanlarına devam edebilmesi için bir an önce Jaś’ı bir yere yazdırması gerektiğinden, başka bir anaokulu bulana kadar onu geçici olarak özel çocukların gittiği bir anaokuluna gönderiyor.

Sosyal medyayla gelen ifşa

Okuldaki bir veli, sınıftaki cinsiyet dağılımının oğlan ağırlıklı olmasından ötürü yeni öğrenci Jaś’ı başta istemiyor. Down sendromlu kızının zaman geçirmesi için kız öğrenci almaları konusunda okula baskı yapıyor. Ama Jaś’ın annesinin ünlü bir boksör olduğunu fark edince çocuğa kucak açıyor ve anneyle arasını iyi tutmaya çalışıyor. Çünkü kendisi bir sosyal medya ünlüsü ve takipçi sayısını artırma yolları arıyor. Buluyor da: Söz konusu veli, Kamila’yla çektiği fotoğrafı hesabında paylaşıyor, bununla da kalmayıp Kamila’dan ‘otizm spektrumunda çocuğu olan boksör anne’ olarak bahsediyor ve Kamila için ipin ucu kaçıyor.

Daha oğlunun otizm tanısını kendisi kabullenemezken, ünlü biri olduğu için oğlunun durumu bir de insanların önüne atılmış buluyor. Bu durum sosyal medyada ünlü olmak uğruna başkalarının mahremiyetine dahi saygı gösterilmemesine bir eleştiriyken diğer yandan Kamila’nın, Jaś’ın durumunu kabul etmesi için bir fırsat haline geliyor. Çocuğunu ‘normal’ çocukların okuduğu okula göndermekten zamanla vazgeçen Kama, böylelikle Muhteşem Liman anaokulunun Penguenler sınıfındaki annelerden biri oluyor. Dizinin adı da buradan geliyor.

Dizi ele aldığı konuları, Kamila’nın hem kadın hem erkek diğer velilerle arkadaş olması üzerinden genişletiyor ve çocuğu olan izleyicilere dayanışmanın önemini hatırlatıyor. Hem ebeveynlikte hem de çalışıyorlarsa işte başarılı olma sınavında yalnız olmadıkları mesajını veriyor. Böylelikle dizi, dizi ve film tanıtımlarının oldukça yüzeysel kalabileceğini ve bir yapımı beğenip beğenmeyeceğimize bir şans tanıyarak karar vermemiz gerektiğini kanıtlıyor. Senaryosu Klara Kochańska, Dorota Trzaska ve Nina Lewandowska’ya, yönetmenliği Jagoda Szelc ve Klara Kochańska’ya emanet olan dizi Netflix’te.


İŞTEN DEĞİL, İÇERİDEN ACİL ÇAĞRI

The Responder

Özel hayat ve iş dengesi temasıyla devam ediyoruz. BluTV bu kez bir polis dizisiyle karşınızda, ama ‘The Responder’a polisiye demek pek mümkün değil. Bolca devriye gezmece, acil çağrılar, sokaklar, çeteler görsek de aksiyon dozu düşük. Bir polisin bir günü, özel hayatıyla mesleki hayatının sınırları, iş başındayken yaşadığı ahlaki ikilemler gibi birçok temayı meslek odaklı ele alan diziyi en iyi tanımlayacak ifade ‘polis draması’.

Bir BBC dizisi olan ‘The Responder’, kendisi de eski bir polis memuru olan Tony Schumacher tarafından kaleme alındığı için bizi ‘içeriden’ bir hikâye bekliyor. Dizi gerçek olaylardan birebir uyarlama olmasa da Schumacher’ın deneyimlerinden yola çıkması, dizinin gerçekçiliğini pekiştiriyor.

Ana karakterimiz Chris Carson (Martin Freeman) Liverpool sokaklarında gece vardiyasında çalışan bir polis memurudur ve mesleğini sevse de tatmin bulamamaktadır. Zorlu vakalar için çağrı aldığı kadar komşu tartışmaları için de çağrı alan Chris’in iyi bir amaca hizmet ettiğini hissetmeye ihtiyacı vardır. Ek olarak Chris artık ruh sağlığını da yitirmeye başlamıştır. Polislik zaten kolay değilken bir de gece vardiyası unsuru eklenince, Chris’in kendini terapi koltuğuna atmasına şaşmamak gerek. Polis temalı dizilerde işin bu boyutuna çok değinilmez, bu anlamda dizinin farkı Chris’in kendiyle yaşadığı sorunları es geçmemesi ve terapi seanslarına izleyiciyi de konuk etmesi.

Suçluya yardım etik mi?

Chris’in iyi biri olma hedefi için aradığı fırsat ayağına gelir ve macera, madde bağımlısı Casey’ye (Emily Fairn) yardım etmesiyle başlar. Normalde uyuşturucu madde bulunduranların üstünü arayıp maddelere el koyan Chris, Casey’nin de elindekileri aldığını zanneder. Oysa Casey tehlikeli bir adamdan oldukça yüksek miktarlarda uyuşturucu madde çalmıştır. Söz konusu tehlikeli adam, Chris’ten Casey’yi bulup ona teslim etmesini ister. Chris, henüz çok genç olan Casey’nin hayatını heba etmesini istemediği için onu ele vermeyip kendini riske atar.

Chris başta tek çalışan, insanlara karşı mesafeli ve kaba biriyken yeni ortağı Rachel Hargreaves (Adelayo Adedayo) ile insan ilişkilerinde de sınanmaya kazanmaya başlar. Bu konuda tek sıkıntısı meslektaşları değildir, zira bir baba olarak hem çocuğuna zaman ayırmak hem de onu mesleğinin tehlikelerinden korumak zorundadır. Bunların arasında Chris bakımevinde kalan annesine zaman ayırmaya ve bu zorlu süreçte kendisine desten olan sevgilisiyle ilişkisini düzeltmeye uğraşır. İkinci sezonda Chris’in hayatını düzene sokma çabalarını ve geçmişteki hatalarıyla yüzleşmesini izliyoruz ancak mesleki zorluklar baki. İkinci sezonda onu Liverpool’un en büyük iki uyuşturucu satıcısı arasındaki savaşın ortasında, buna paralel olarak da grup terapisinde buluyoruz.

Başrol Martin Freeman bolca gelgiti olan bu mesleğin psikolojik zorluklarını gayet iyi yansıtmakla kalmıyor, karakterinin duygusallığını ve kırılganlığını da çok iyi taşıyor. Hem sıradan hem de derinlikli bir karakter yazabilmek, yazıldığında da bunu yansıtabilmek zor iş. Bu nedenle oyuncuyu ve kendi deneyimlerinden yola çıkarak bu karakteri ve evreni yaratan Tony Schumacher’ı kutlamak gerek. ‘The Responder’ her iki sezonuyla BluTV’de.


AİLE Mİ ADALET Mİ?

Cross

İş ve özel hayat dengesi temalı son dizi ‘Cross’ bu kez Prime’dan geliyor. Diğer iki karakterimiz gibi ebeveyn olan ve mesleğinin zorluklarını yansıtmamaya çalışan karakterimiz bu kez dedektif Alex Cross. James Patterson’ın ‘Alex Cross’ roman serisinden uyarlanan dizinin başrolünde Aldis Hodge’u görüyoruz.

Dizi, ‘The Responder’a göre daha polisiye, daha ürpertici, daha sürükleyici, ama daha klasik. Ana karakter Cross, ‘The Responder’da iyisiyle kötüsüyle insani tarafını gördüğümüz Chris’in aksine bildik formüllerle yazılmış karikatür bir polis: Karizmatik, özgüvenle küstahlık arasında gidip gelen, kaybetmeye niyeti olmayan biri. Pratik zekâsı, ekibin altın çocuğu olması ve polisten ziyade dedektif yönünün ağır basmasıyla ‘Brooklyn Nine Nine’ın Jake Peralta’sını andırıyor. Ancak dizi bunların polisiye, suç ve gerilim versiyonu. Dizide Cross’un peşine düştüğü katilin maskeli olması ve cinayetleri hem bir motivasyonla hem de vahşice işlemesi akıllara ‘Testere’yi getiriyor.

James Patterson’ın romanından uyarlama

Dizinin ‘Anne Penguenler’ ve ‘The Responder’la, hayatın farklı alanlarını dengelemek ve ebeveyn olmak dışında bir ortak noktası daha var: Psikoloji. ‘Anne Penguenler’de özel durumu olan çocuklar odağımızda. ‘The Responder’da ana karakterin kendini anlamaya yönelik iç psikolojisini izliyoruz. ‘Cross’taysa ana karakterin suçluyu anlamasına yönelik, dışarı odaklı bir psikolojik tema var. Cross karakterinin dedektifliğin yanı sıra adli psikolog olması boşuna değil.

Alex Cross tüm bu vasıflarına dayanarak karmaşık cinayet vakalarını çözmede uzmanlaşıyor. Suçlunun hem kafa yapısını hem dilinin bağını çözebilmek için onda numara bol. Ancak Cross’un çözmekte zorlandığı elzem bir konu var: Ailesini bu kaotik dünyadan nasıl koruyacak? Zira adaleti sağlama arzusu, ailesine bağlılığını sık sık sınıyor. Neyse ki kendisi bu yolculukta yalnız değil ve meslek gereği onun da bir ortağı var: Dedektif John Sampson, yani ‘Shadowhunters’ dizisinde de polis rolüyle karşımıza çıkmış olan Isaiah Mustafa.

Yönetmen koltuğunda Ben Watkins’in oturduğu, James Patterson’ın romanlarından uyarlanan ‘Cross’, hem karmaşık suç olaylarını çözmeyi hem de sürükleyici ve gerilim dolu maceraları sevenlerin bu hafta sonu göz atması gereken bir dizi. O halde sizleri Amazon Prime’a davet ediyoruz.

Hayat nasıl yaşanır, yemek nasıl tartışılır?Hayat nasıl yaşanır, yemek nasıl tartışılır?

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.