Başlıktan anlamışsınızdır. Ali Atay’ın “Fatih Altaylı ile Pazar Sohbeti” programında söyledikleri üzerine yazacağım. Sosyal medyada Ali Atay’ın linçlendiği konuşuluyor. Bana kalırsa en az tepki gösterenler kadar savunanlar da var. Son zamanlarda sık gözlediğim bir şey bu.
Sosyal medyada birileri linç ediliyor diye yardıma koşup o kişiyi savunanlardan linç olduğu iddia edilen hareketin asıl kaynağına zor ulaşılıyor. Normal boyuttaki kamuoyu tartışmaları bile “linç” parantezi üzerinden konuşulmaya başlandı.
Burada da bana kalırsa öyle bir durum var. Konu üzerine herkes fikrince deşarj olmuş. Ali Atay da içini döküp bu meseleyi gündeme getirmeyi başarmış. Eğer bu söylediğine tepki gösterenler olmasaydı onu savunanlar da olmayacaktı ve bu konu hak ettiği kadar konuşulmamış olacaktı. Önce bu açıdan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Her şeye linç diye diye gerçek bir linçi tanıma refleksimizi yitirdik bence.
Peki ne demiş Ali Atay? “Bu ülkenin seliyle, yangınıyla, tufanıyla, terörüyle ben niye mücadele ediyorum” diye başlamış ve ünlü insanlardan her konuda sorumluluk almalarının, konuşmalarının, ilgili olmasalar bile ilgili görünmelerinin beklenmesine itiraz etmiş.
6 Şubat 2023 depremleri sonrası eşi karnı burnunda hamileyken Maraş’a gitmek için yola çıkmaya hazırlandığı an yaşadığı aydınlanmayı da bu bağlamda aktarıyor.
Çok haklı olarak sorguluyor: Deprem bölgesine gidecek vinci, yangın söndürme uçaklarının kalkışını organize edecek birimler olması gerekmiyor mu? Evet olması gerekiyor. Maalesef çoğu kez olmadığı için hepimiz içindeyiz.
Bıçak sırtı gibi bir mesele tabii bu. Çok kolay duyarsızlıkla suçlanabilirsiniz. Artık halkı sorunlarıyla hemhal olan ‘halkın sanatçısı’ değilsinizdir. Bu tabire de ayrıca bileniyorum. Evet, sanatçılar etki alanlarını bazı konuları gündeme getirmek için kullanabilir ama bunu sadece sanat yoluyla yapmayı da tercih edebilirler. Sosyal medya yokken bunu ne kadar bekleyebiliyorduk mesela? Birileri yardıma koşarken sanatçı da evinde tefekküre dalıp sanatını yapıyordu belki. Kimin haberi oluyordu?
Bir defa önce şunu söylemem lazım. Böyle kesitler görünce sanki bu insanların durup dururken bunları söylediği düşünülüyor. Oysa her konuşmanın olduğu gibi bu konuşmanın da bir bağlamı var.
Bu konuşma aslında bir cevap. Fatih Altaylı’nın sanatçıların Türkiye’de iki arada bir derede bırakılmasıyla ilgili sorusuna verilen bir cevap. Altaylı soruyu açarken diyor ki “Türkiye’de sanatçıların ya çok politiksin ya da çok apolitiksin diye ne yapsalar yaranamadığı bir ortam var.”
Konuklar Ali Atay ve Serkan Keskin de bu tespitle açılan soruyu cevaplıyor.
Ali Atay bu konularda sorumluluk alanlara da laf etmiyor. Ancak bunun bütün ünlülerden beklenmesinin, konuşmayanların konuşmaya, ilgilenmeyenlerin ilgilenmeye zorlanmasının yanlışlığının altını çiziyor.
“Göz önünde olan insanların manipüle edildiğini düşünüyorum” diyerek yapıyor bunu. Bu manipülasyon yüzünden düşünmeden konuşan ya da yazan o kadar çok ünlü var ki, öylesi daha da kötü oluyor.
Göz önündeki insanların “bilmiyorum, ilgilenmiyorum, fikrim yok, Narin’i duymadım” deme hakkının olmamasını yanlış bulduğunu da aktarıyor Ali Atay. Buna da hak veriyorum.
Ancak şöhretle sınanmamış insanların Ali Atay’ın söylediklerine tepki göstermesini de bir yere kadar anlıyorum.
Ünlü kültürü birkaç ihtiyaca birden cevap verir çünkü. Daha önce üzerine yazmıştım. Ünlülere olan takıntılı hayranlığın ardında “ölüm korkumuzun” yattığını belirten bilimsel çalışmalar var. Onun sanatıyla ulaştığını düşündüğümüz ölümsüzlük hissiyle özdeşlik kurmaya çalışıyoruz.
Psikoloji bunu dehşet yönetimi kuramıyla açıklıyor. En dehşete kapıldığımız anlarda bir ünlünün hedef seçilmesi de tesadüf olmasa gerek.
Ünlü insanlardan ‘daha düşünceli, daha duyarlı, daha iyi olduğumuzu’ düşünmeyi de seviyoruz. Bu da insanın ahlâki üstünlüğünü vurgulaması için fırsat yaratıyor.
Bence ünlü hatta ünsüz her insanın toplumsal olaylardaki hareket cetvelinin en üstündeki üç soru şöyle olmalı.
1-Bu konuda bir şey söylemek zorunda mıyım?
2-Bu konuda bir şey söylemek zorunda mıyım?
3-Bu konuda bir şey söylemek zorunda mıyım?
Üçünün de cevabı evetse dördüncü bir soru olarak ne söylenmesi gerektiğine gelebilir sıra.
Böyle yapmayı akıl ettiğimden beri hem daha huzurlu olduğumu hem de konuları daha boyutlu kavrayabildiğimi eklemeliyim.
Gelelim ördek tüylerine. Şair Enis Batur’un internette viral olmuş bir videosu var. O dönem CNNTürk ekranlarında yayınlanan Enver Aysever’in Aykırı Sorular programından alınmış bir kesit.
“Borges günlük gazete okumazmış. Çok imreniyorum. Keşke haberleri dinlemesem, keşke Türkiye’de olup bitenlerle ilgilenmesem, keşke dünyada olup bitenlerle ilgilenmesem” diye başlıyor ve yapısal olarak bunu başaramadığını vurguluyor Enis Batur.
“Bütün bunlar bana sülfürik asit sağlıyor; beynimi, ruhumu, duyarlılığımı zedeleyen bir saldırıyla karşı karşıyayım” diye ekliyor.
Konuyu Nobel ödüllü fizikçi Pierre-Gilles de Gennes’in bir televizyon programında anlattıklarına getiriyor. De Gennes o programda iki yıldır ördek tüyleri üzerine çalıştıklarını anlatmış. Üstünde çalıştıkları bilimsel soru “suyun nasıl olup da tüyün üstünde kaldığı”ymış.
Programcı “peki bu size ne sağlayacak” diye sorduğunda da “Biz bunu düşünmeden çalışırız” cevabını vermiş De Gennes. Ancak eklemiş de; “sonra neler sağlayabileceğini de biliriz, bilmez değiliz. Örneğin araba lastiklerinin yağmurlu havada frene basıldığında çok rahat durdurulabilmesini sağlayan malzeme bizim bu çalışmalarımızdan sonra ortaya çıkmıştır. Bu uçak tekerlekleri için de geçerlidir.”
Enis Batur da bu örnekten yola çıkarak “Birilerinin ördek tüyü üzerine çalışması lazım. Eğer bir toplumun bütün öğeleri son hücrelerine kadar aktüalitenin, gündemin, siyasetin içinde yer alırsa o toplum güdük kalır” tespitini yapıyor.
Elbette herkes bilim insanı değil. Ördek tüyü kadar mühim meselelerle ilgilenmiyor. Ancak kimse de bir konuda sahte ilgi üretmek zorunda da bırakılmamalı.
Bence bu konuda son dönemlerde yaşanan en çarpıcı örnek olaylardan biri sel felaketi sonrası tipik bir “ilgiliymiş gibi görünme PR gezisi”ne çıkan İspanya Kralı Felipe’ye çamur fırlatılmasıydı.
Yardımlar gecikmişken, yani asıl sorumluluklar yerine getirilmemişken basına görüntü vermek için bölgeyi gezen Başbakan ve Kral’ın gördüğü tepkiye yanlış diyemeyiz. Ancak yaşanan felaket ve toplumsal olaylarda ilgili ilgisiz herkesin bir şeyler söyleme ya da yapmaya zorlanması haksızlık.
Yalan yanlış bilgilerle konuyla ilgiliymiş gibi görünen bir sanatçı yardım faaliyetlerini istemeden engelleyebilir de, yanlış da yönlendirebilir ayrıca. Ezcümle; birileri işini yaparken başka birileri de bilimle, sanatla uğraşmaya devam etmeli.
Her üzücü olayda yas gerekçesiyle önce konserlerin iptale zorlandığı bir kültürde bunları anlatmak zor. Yine de denemekte fayda var.
Bakarsınız insanların şarkı dinleyerek sadece eğlenmediği, teselli bulduğu da anlaşılır bir gün.
Sanat neden insanlık tarihinin en eski parçalarından biri örneğin? Üzerine daha fazla düşünmeli.