Rıdvan Hatun’un öykü kitabı Billur Örüntüler, eylemlilik (“agency”) kavramı üzerine ilginç sorular soruyor. Edebiyatımızda olgun ama taptaze bir sesle tanışmak isteyenlere…
Ben birkaç kitabı bir arada okuyanlardanım. Günün saatine, ruh halime, hava durumuna, hatta mevsime göre kitap grubum değişir. Ama türler hemen hemen sabittir. Muhakkak elimin altında bir roman olur, romanın geniş yurduna gün boyunca firar ederim. Otobüste, dolmuşta, takside, metroda, vapurda her yerde okurum. Bir şiir kitabım olur baş ucumda, gece uyumadan birkaç şiir okurum, kitabı bitirmek için acele etmem, şiirlerin birer birer tadını çıkarmaya çalışırım. Bir felsefe veya tarih kitabı olur grupta. Öğrenme arzum için okurum. Bir deneme kitabı olur, burası deney yerimdir, konfor alanlarımdan favori temalarımdan burada uzaklaşmaya çalışırım. Bir de öykü kitabı olur. Öyküler baş tacım. Romanlar üzerinden zaman geçince kimi detaylarda flulaşır ama iyi bir hikaye nadiren unutulur. Öyküleri yanıma kahvemi alıp, bölünmeyeceğime emin olduğum zamanlarda okurum.
Romanı çoğunlukla İngilizce okuyorum ama öyküleri hemen hemen her zaman Türkçe’de okumak isterim. Okumak var oluşumuza pek de aldırış etmeyen, kayıtsızlığıyla yaralayan dünyada bir avunma. Öyküler de beni Türkçe’de avutur. Orhan Kemal’in Çikolata’sı, Ömer Seyfettin’in Yüksek Ökçeler’i, Refik Halit Karay’ın Eskici’si, Leyla Erbil’in Vapur’u dönüp dönüp okumayı sevdiğim hikayeler. Edebiyatımız öykücülük açısından zengin, doğrusu şanslıyız: Sait Faik, Halikarnas Balıkçısı, Haldun Taner, Tomris Uyar, Cemil Kavukçu… saymakla bitmez. Görece genç yazarları da takip etmeye çalışıyorum: Melisa Kesmez, Karin Karakaşlı, Sine Ergün gibi…
Şu an okumakta olduğum öykü kitabı hangisi derseniz, Rıdvan Hatun’dan Billur Örüntüler. Kitaba adını veren ilk öyküden itibaren, yazarın bundan sonraki kitaplarını da alacağıma emin oldum. Hem taptaze hem olgun bir öykücülük. Okuyucuya alan açan, okuyucunun dikkatine güvenen öyküler. Çocuktan kadına, travestiden şaire her öyküde ilginç bir kahraman, dile gelişte sahicilik, hikayenin özünü ortaya çıkaran doğru biçim tercihleri. Birbirinden bu denli farklı öyküler olmalarına rağmen, gene de bir bütün oluşturuyor, bizi Hatun’un dünyaya baktığı, sorular sorduğu yere davet ediyorlar.
Kitaptaki Tatlı hikayesini özellikle sevdim: Yıpranmış ama kadın tarafından yoldaşlık olarak sürdürüleceği varsayılan bir evliliğin son buluşu ve kadının kendi hayatını heba edip etmediğiyle ilgili muhasebesi… Hikaye, ilişkide sonu getiren örüntünün başlangıç noktasını gösteriyor. ‘Böyle gelmiş böyle gider’deki, o geliş anını yani. Ve o an esnasında, o anı yaşarken neye teslim olduğunu kestirmenin zorluğunu saptıyor: “Bazı şeyler o kadar ufacık anlara sığıyor ki içinden çıkacak ömürlük dertlerle boğuşmaya gözü korkuyor insanın.” “
Elbette ki herhangi bir ilişkinin dinamiği oluşurken, bunun bireysel olduğu kadar toplumsal bir arka planı da var. Kadın kırılma noktasında, bu yapıyı da düşünüyor: “Şimdiki aklım olsa “Seni bıraksam ne olur” dese, “Uçarım” derdim. Bana bu acizliği öğretenlerden de sana bu gücü verenlerden de uzağa uçarım.” Ve düşünmeye başlayınca, gerisi geliyor: “Ben bütün bunları düşünebilmesindeki payımı düşündüm.. Bir başkasına aşık olabilecek güce sahip olmasındaki payımı ve benim bir başkasına aşık olacak güçten yoksun olduğumu düşünmemdeki onun payını.”
Tatlı, “agency” (eylemlilik) kavramı üzerine bir tefekkür. Duayen bilim insanı Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın tanımıyla eylemlilik kişinin yaşamına yönelik sorumluluk duygusu, yaşamı için sorumluluk alması, yaşamına ilişkin kararları kontrol edebilmeye yönelik inancı, seçimlerine uygun ilerleyebileceğine olan güveni demek. İnsanları, özellikle toplumda baskı gören, dışlanan, ötekileştirilen insanları, birer kurban olmaktan, durumuna razı gelmekten çıkaran, kendi “agency”lerini keşfetmeleri, seçimlerinin sonuçları olacağını anlamaları ve idealinde dayanışarak, düzeni dönüştürmeleri. Bence eylemlilik Hatun’un öne çıkan temalarından biri.
Hikayelerinde ensestten, nefret suçlarına, akran zorbalığından, toksik erkekliğe geniş bir alanı tararken, “kurban” olmanın da, gafil avlanmanın da, direnmenin de iç seslerini kuruyor. Böyle özenli bir kalemin elinden, düzeni bu hale getiren örüntülerin billurlaşması kaçınılmaz.
Kitapların en güzel tarafı insanın merakını ateşlemeleri. Yazarı tanımak istiyorsun, kitap hakkında neler yazıldığını, ne gibi eleştiriler yapıldığını bilmek istiyorsun, yazar hangi yazarları kitapları seviyor, değer veriyor düşünüyorsun.
Billur Örüntüler’de de böyle oldu. Kitabı okurken Semih Gümüş’ün Rıdvan Hatun’la yaptığı söyleşiye denk geldim. Hatun’u daha iyi tanıma şansım oldu. Keşke daha çok kitap değerlendirmesi ve yazar röportajına rast gelebilsek. Rıdvan Hatun bu söyleşide son yıllarda okuyup etkilendiği beş kitabı da belirtmiş: Güneşteki Adamlar / Gassan Kanafani, Yukarıda Ses Yok / Gerbrand Baker, Annelerin Kutsal Pazarı / Graham Swift, Şeylerin Ağırlığı / Marianne Fritz, Karıncaların Günbatımı / Zaven Biberyan. Hiçbirini okumadım. Ama içlerinden ‘Annelerin Kutsal Pazar’ı bana göz kırpıyor.
1 Aralık 2024 - Rıdvan Hatun’dan Billur Örüntüler: Olgun bir ilk kitap
24 Kasım 2024 - Ünlü romancı Cormac McCarthy’nin ilham perisi 47 yıl sonra ortaya çıktı
17 Kasım 2024 - Booker’ın son kazananı Orbital tam da COP 29’a denk geldi!
10 Kasım 2024 - Her şeyin sorumlusu: Çocuksuz kedi kadınlar!