Gençlerden öğreneceğim şeyleri ve 30 yıl kurumsalda hiç düşünmediğim ve bildiğim her şeyle ters olan iş modellerinin, bakış açılarının, sürdürülebilirlik konularında daha özgün, daha samimi, daha gerçek fikirlerin ve işlerin içinde olmak istiyorum.
Eski kuşaklar, yeni kuşaklar kavramları hayatımızda hep oldu. Annem, babam, halam, hatta ablam hiçbir zaman kendi kuşak isimlerinin Sessiz Kuşak, Bebek Patlaması Kuşağı olduğunu bilmediler. Üstelik benden daha çok gazete ve köşe yazısı okumalarına rağmen.
Tarih boyunca her genç kuşak, görece daha yaşlı ve geçmişe daha hâkim olan kuşağı değişime kapalı ve risk almaktan çekinen; her dönemin daha olgun kuşağı da gençleri daha cesur ve hedeflerine daha hızlı ulaşmak isteyen sabırsızlar olarak niteledi.
Ben de gençliğimde büyüklerimin yapmadıklarını yapmak, görmediklerini görmek, yaşamadıklarını yaşamak istedim. Hatta hedeflerim arasında onların görmedikleri ve tatmadıkları deneyimleri onlara tattırmak da vardı.
Burada bir terslik olduğunu zaten düşünmüyorum. Ters gelen şey, daha kuşaklar doğmadan o kuşağın meydana gelecek özellikleri ve hangi konularda -çoğu zaman her konuda- çatışacağımız konusunda yazılan kitaplar, yapılan programlar ve bu konudaki hurafeler oluyor.
Konu doğrudan şöyle başlıyor: Kuşak çatışması ve neden anlaşamıyoruz? Neden anlaşamayız? Hatta neden anlaşmamalıyız? Özellikle iş yerlerinde insan kaynakları departmanları, büyük sorunları çözmüş gibi işi gücü bırakıp şirkette gençleri tutmak, genç yetenekleri eğitmek, “Orta kademeler çok tutucu, gençlere iş vermiyor ve anlatmıyor” gibi yüzyılın konularını çözmek için bütün enerjilerini ve kaynaklarını kullanıyorlar.
Sonuç mu?
Birlikte çalışması ve üretmesi gereken farklı kuşakların ofiste, yemekte, hatta iş dışında daha da kümelenmesi; iki farklı kuşağın veya cephenin birbirlerinden daha çok ayrışması ve uzaklaşması.
Yaş farkları ve kuşak farkları oluştukça, eskiden 20 yıllık yaşlarla oluşan düşünce ve görüş farkları, dünyadaki, teknolojideki ve her alandaki büyük değişim ve dönüşümlerle 3-5 yaş farklarına kadar düştü.
Eskiden anne-baba ve çocuklar arasında görüş ve düşünce farklılıkları varken, şimdi aralarında 3-5 yaş fark olan iki kardeş, iki arkadaş arasında bile büyük düşünce farkları var.
Aslında yaşadığımız çevre, okuduğumuz okul, seçtiğimiz arkadaşlar, yaptığımız meslek, içinde bulunduğumuz sosyal çevre, bağlı olduğumuz dernek ve topluluklar, meraklarımız, hobilerimiz, okuduğumuz kitaplar, katıldığımız seminerler ve en önemlisi meraklarımız bizi biz yapıyor.
Eskiden de böyleydi, şimdi de böyle.
Kendimizi ararken ve gerçekleştirirken değişiyoruz. Ama merak azalınca ve öğrenmeyi kesince kendimizi “olduk” sanıyoruz.
Yaş aldıkça her şeyi daha çok ve iyi bildiğimizi düşünmeye başlıyoruz. Her konuda fikrimiz var sanıyoruz. “Bilmiyorum” veya “Bir araştırayım” kelimelerini kullanmayı sevmiyoruz. Dinlemeyi ve öğrenmeyi bırakıp, hatta unutup her konuya her gruba anlatıcı olmak istiyoruz. Görülmek ve takdir edilmeyi istiyoruz.
Yaptığımız işte iyiysek, konumuza hâkimsek bunun için bizim çaba sarf etmemize gerek olmadığını, insanların zaten bunu göreceğini ve dile getireceğini unutuyoruz. Çok konuşarak değil, çok dinleyerek bilgeliğimizin artacağını; az ama değer katan konuşmalarla fark yaratacağımızı fark etmiyoruz.
İş veya konuşmanız bitince kimseden “İyiydin, eline sağlık, iyi işler yapıyorsun” cümlelerini duymuyorsak durup bir düşünme zamanı gelmiştir. Elbette bunları etrafımızda tuttuğumuz, hatta dolaştırdığımız dalkavuklardan değil, gerçek insanlardan duymaktan bahsediyorum.
Zamanla unuttuğumuz şey şu: Biz yeni konuları, yeni meslekleri, yeni filmleri öğrenirken ve takip ederken, aile veya çevremizdeki büyükler bizden en az bir kuşak geriden gelirlerdi.
Günümüzde gelişen ve değişen işler ve konular yerine geçmişte olan ve önemi azalmış başlıkları anlatmaya devam ederlerdi.
Bu sebeple biz de yeni ilgi alanlarımızı ararken ya da bilgi sahibi olmak isterken daha çok yaşıtlarımızla ya da bu konunun uzmanı insanlarla birlikte olmak ve vakit geçirmek isterdik.
İşlerimizi çok iyi biliyor olmak ve yıllarca işimizi iyi yapmış olmak önemli bir değer. Ama sadece iş ve iş tecrübesi ile ilgili gençlerle konuşmak ve sadece bizim bilgilerimizi aktararak yeni yönler çizmek bana eksik geliyor.
Üniversite kulüplerinin davetiyle gittiğimiz konferans ve seminerlerde tahtaya geçip hayat hikayemizi ve kariyerimizdeki başarıları anlattığımız sunuşların formatının bile değişmesi gerektiğini düşünüyorum.
Üniversitede okuyan ve kafasında yüzlerce soru ile bolca kaygı bulunan, hatta hâlâ seçtiği bölümün doğru olup olmadığından emin olmayan gençlerin karşısına geçip kendi hikayelerimizi anlatmamız ne kadar ilham verici oluyor mu? Emin değilim.
Belki de karışık kafaları daha çok karıştırıyoruz?
Peki bizler gençleri ne kadar dinliyoruz?
Nesiller arası, kuşaklar arası birlikte çalışmanın ve üretmenin gücüne inanan biri olarak, bu konuda yapılması gerekenler en çok kafamı kurcalayan işlerin başında geliyor.
Bizim gençlerden ilham almamız, öğrenmemizi sağlayacak ortam veya yeteri kadar platform var mı?
Gençlerin yaşadıklarını ve bildiklerini bizim kuşaklarla paylaşma deneyimi veya işbirliği olarak bize de çok faydası olmaz mı?
Üstelik gençler, fikirlerinin dinleniyor olması ve hatta hayata geçiriliyor olması nedeniyle özgüvenlerini artırıp kendilerine çizecekleri yolları daha iyi belirleyemez mi?
Farklı nesiller, farklı düşünce ve önyargılarla birbirimizden uzak durmaya çalıştığımız için birbirimizi anlama ve öğrenme şansımız maalesef olamıyor.
İki taraf da sadece dinlenmek ve duyulmak istiyor. Gençler bize göre daha sabırlı. En azından bizim kuşaklardan takip ettikleri, dinledikleri, fikirlerini merak ettikleri kişiler var.
Peki bizim beğenip takip ettiğimiz, konferansına katıldığımız genç veya gençler var mı?
Kaç genci LinkedIn’den takip ediyoruz? Kaçının gönderisinin altına yorum yazıp tebrik ediyoruz?
Fikirlerini daha iyi anlamak için bir kahveye davet ediyoruz hatta şirket içinde bir toplantıya davet edip konuşma yapmasını istiyoruz.
Bunlar hepsi bizim yaşların işleri değil mi?
Biz anlatacağız, onlar dinleyecek, hatta katıldığımız konferanslarda, soru-cevap kısmına geçince ‘Maalesef konuşmacımızın buradan çok önemli bir toplantıya yetişmesi gerekiyor, katıldığı için teşekkür ediyoruz’ anonsuyla hemen plazamıza dönmeye çalışıyoruz.
Gençlerden öğrenmek, gençleri yanımıza katmak, gençlerle beraber düşünmek, gençlerle takılmak, birlikte keşfetmek, bildiklerimi unutup yeniden formüle etmek, değişimin ne kadarını yakalayabilirim ve gündemin içinde kalabilirim benim listemdeki önemli işler.
Sebebi çok basit; bugünü anlamak ve yaşamak istiyorum, geleceğimizi yönetecek nesillerin daha iyi yetişmesi ve düşünmesi için bendekileri onlarla paylaşmak istiyorum.
Onlardan öğreneceğim şeyleri ve 30 yıl kurumsalda hiç düşünmediğim ve bildiğim her şeyle ters olan iş modellerinin, bakış açılarının, sürdürülebilirlik konularında daha özgün, daha samimi, daha gerçek fikirlerin ve işlerin içinde olmak istiyorum.
Benim gibi düşünen yaşıtlarımı bir araya getirip, bizden farklı ve ileride düşünen gençlerle birlikte nasıl ve ne üretebilirizi bulmak için çalışmak gerekli.
Bu konuda düşünen, çalışan, bir şeyler yapmak isteyen farklı yaş ve kuşaklarla birlikte yapılacakları düşünmek ve çalışmak güzel olmaz mı?
20 Ocak 2025 - Ruhumu nasıl besliyorum?
16 Ocak 2025 - Bitmeyen kuşak meselesi için taze fikirler aranıyor
13 Ocak 2025 - Kendine has lider nasıl olunur?
9 Ocak 2025 - Sakin insan teorisi: Yaşamın tadı, sakin çıkar mı?
Tuğrul Ağırbaş Kimdir?
30 yılı aşkın süre ile Türkiye, Rusya ve CIS ülkelerinde FMCG alanında değişik görevler alan Tuğrul Ağırbaş, son 20 yıldır Efes’in global marka olma, satınalma ve birleşme projeleri ve yeni pazarlara giriş işlerini yürüten ekipte, büyüme odaklı projelere liderlik yapmıştır.
Pertevniyal Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu olan Tuğrul Ağırbaş öğrenim hayatı boyunca Kapalıçarşı’da değişik alanlarda çalışarak, ticareti ve tüketici davranışlarını öğrenme şansına sahip oldu.
İş hayatına 1990 yılına Anadolu Efes’te Pazarlama uzmanı olarak başlayan Ağırbaş, sırasıyla Proje Geliştirme, Satış ve Pazarlama’da görev aldıktan sonra, son olarak da değişik ülkelerde 16 yıl boyunca Genel Müdürlük görevlerini sürdürdü.
Anadolu Efes’in Rusya operayonunu 10 yıl boyunca yönetti ve dünyanın en büyük bira pazarlarından biri olan Rusya’da satınalma ve birleşmelerle firma pazar payını ikinciliğe taşıyan ekibe liderlik yaptı. Türkiye,Rusya ve çalıştığı diğer ülkelerde büyüme odağıyla çok sayıda yeniliği ve markayı tüketicisiyle buluşturdu.
Efes Türkiye Genel Müdürlük görevini yürüttüğü dönemde ise, marka ve kurumun topluma katkısını büyütme amaçlı, pazarı büyütmeye yönelik, bira kültürü oluşturma ve inovasyon, kültür, sanat, turizm ve spor alanında çok sayıda projeye öncülük etmiş ve tüm paydaşlara katkı sağlayan stratejileri hayata geçirmiştir.
İnovasyon ve yeni ürünlerin hem hızını artırma hem de etkisini büyütme amaçlı, inovasyon ve kurum içi girişimcilik çalışmalarını yapılandırarak ve ekosistemdeki çok sayıda girişimle işbirliği kurarak, Efes’in Start-Up dostu şirket olması yönünde çalışmalara öncülük etmiştir.
Halen çalışmalarını yurtiçi ve yurtdışı şirket ve girişimlere danışmanlık ve üst düzey yöneticilere koçluk yaparak sürdürmekte olan Ağırbaş, Türkiye’de kurumsal şirketlerin, girişimci kurumlara dönüşmesi vizyonu ile 2018’de kurulan ‘ Girişimci Kurumlar Platformu’nun danışma kurulu üyesi ve başkanıdır.
2022 sonunda, ortağı Zeynep Kurmuş ile birlikte, 40+ yaş ve kurumsal deneyimi olanlar için, birikmiş deneyim ve tecrübelerin yeni işlere ve girişimlere dönüşmesini sağlayan, üretim ve paketleme kampı Genwise girişimini hayata geçirmiştir.
Köylerde, çocuktan başlayarak tüm topluma yayılacak yenilikçi bir eğitim anlayışını hayata geçirmek için 2016’da kurulan Köy Okulları Değişim Ağı- KODA’nın yönetim kurulunda görev almaktadır.