Halbuki dün (pazartesi) bence her şey iyi başlamıştı.
Hemen bu aşamada bir açıklama getirmem lazım. ‘iyi başlamıştı’ derken bunu kendi ‘iyi’ anlayışınızla filan karıştırmayın yani öyle fazla coşkulu, çarpıcı, muhteşem bir şey olduğu yok.
sabah saatlerinde ölmediysem veya vücut fonksiyonlarımın sağlam olarak geride kalan yüzde 20’lik bölümü hala kısmen çalışıyorsa benim için o gün iyi başlamış demektir.
kriterleri bu şekilde radikal biçimde aşağı çekince arada bir benim bile günüm iyi başlayabiliyor.
önceki gün öğle saatleri geldiğinde hala yaşıyordum, hatta alzheimer’ın erken belirtileri bile henüz başlamıştı. moralim iyiydi ve hatta içimde güzel yazı ateşinin bile yükselmeye başladığını hissediyordum. kafamda iki-üç güzel yazı konusu vardı.
***
Rana faktörü devreye girdi ‘yazıya oturma, dışarıda biraz işimiz var, gelince yazarsın’ dedi.
Korktum panikledim tabii ilk önce. çünkü bana göre yeni Türkiye’de artık dışarıda iyi bir şeyler olabilmesi mümkün değildi. sonra paniğimi bastırmak için kendi kendime ‘korkma, kötü ne olabilir ki seni olsa olsa en fazla BİM veya A-101’e götürür ve tek başına seni içeri gönderip diğer müşterilerle o gün indirime girilmiş malların hangileri olduğu konusunda sohbet etmeni ister. olabilecek en korkunç olay buysa bunu da bir şekilde atlatırsın herhalde’ diyerek paniğimi azalttım.
***
ama dışarıya çıkınca baktım bambaşka yere gidiyoruz. ‘hayrola ne tarafa’ diye sorunca ‘Araç muayene randevumuz var oraya gidiyoruz’ dedi.
‘eğer artık para kazanamadığımdan beni araç muayene ustalarının yanına çırak olarak bırakmayacaksan benim oradaki varlığımın ne tür bir yararı olacağını anlayamadım’ dedim..
***
Rana sadece ‘oralarda çekilen rutin acıyı benimle paylaşacaksın’ demekle yetindi.
BİM veya A-101’de alışveriş veya diğer müşterilerle indirimler hakkında sohbet olasılığından daha korkunç bir gelişmeydi bu ve sonunun iyi bitmesi bence mümkün değildi.
Oysa ben daha birkaç yıl önce içki satılmayan marketlere adım atmama prensibiyle yaşıyordum, şimdi neredeyse gündelik alışverişimi oralarda yapıyorum ve araç muayenesine bile gidiyorum.
***
aklı hala başında olan okuyucular büyük ihtimalle İstanbul’da Dudullu diye bir semtin var olduğunu bile bilmiyordur. ama inanın, var, kabul etmek istemeseniz dahi bu semtin Ümraniye’den bile kötü olduğunu söyleyebilirim. araç muayene merkezi bu semtteydi. ve oraya varıncaya kadar birkaç kez kaybolduk. çünkü cep telefonlarının yol tarifi programı belirli rasyonel ilkelere göre çalıştığından tamamen irrasyonel biçimde örgütlenmiş bir semtte yol tarifi yapamıyordu.
***
Ertuğrul Özkök’ü birileri bir yere götürdüğünde ya Riviera’ya ya da Los Angeles’e götürüyor. beni ise bir yere götürdüklerinde o yer Dudullu’daki araç muayene merkezi oluyor. Kadere bakar mısınız, bu adalet mi şimdi?
***
‘vardık merkeze’ dedi rana. ben vardık dediği yere bir defa baktıktan sonra ‘buranın araç muayene merkezi olabilmesi imkansız. baksana içerideki arabalar var olan tüm fizik kurallarını ihlal ederek bitişik duruyor ve hiçbiri hareket etmiyor, isteseler bile hareket edecek yer yok içeride’ dedim.
bana sadece ‘kes sesini’ dedi ve araba mezarlığının içine doğru arabamızı sürdü. kendisine ne kadar yalvardıysam, ne kadar girme içeri, girersen buradan sağ çıkmamız mümkün değil; ne kadar yaşamımız kaldıysa onu burada diğer arabaların ortasında hiç hareket edemeden bekleyerek geçirmek hiç hoş bir düşünce değil dedimse dinletemedim ve bir anda araba cehenneminin içinde bulduk kendimizi.
***
hiçbir kural veya düzen yoktu. eğer varsa bile bundan kimsenin haberi yoktu. herkes kendi kuralını koyuyor ve düzenini sağlıyordu.
araba muayene merkezinin Türkiye’nin siyasi ve sosyal durumuna benzerliği şaşırtıcıydı. müthiş bir kaosun içinde siz artık her şeyin bitmesi, sona ermesini beklerken bir anda işiniz mucizevi biçimde oluveriyordu. hiçbir mantığı yoktu ama benim dışımda herkes bu duruma alışık gibiydi.
***
normal yaşamda yeşil ışık yandığında yeterince hızlı davranmadığınızda sizi hiç düşünmeden vuracak tip ve ruh halindeki insanlar bile bu ortamda sanki girişte tüm sinirlerini aldırmış gibi yaşanmakta olan tüm anarşiyi ve imkansızlıkları doğru kabul etmişcesine sakindi.
Rana trafik bence bir daha çözülmesi imkansız şekilde kilitlendiğinde nikotin cikletini ağzına atıp Thomas Mann okumaya başlıyordu. ustanın bu ortamda okunmasının hakaret olduğu yolundaki uyarıma ise sadece bana iğrenerek bakmakla yetindi.
birkaç defa Rana bana dehşet yaşatan bir şey de yaptı ve iki defa beni arabada tek başıma bırakıp çekip gitti. bir defasında yangın söndürme cihazıyla döndü, diğerinde ise sisteme kayıt olmuş.
o ortamda tek başına kalınca çevrelerdeki arabalardan bir pala, bir makineli tüfek ödünç alabilir miyim diye düşündüm. ama sonra arabalardaki nüfus sanki o ortamda mangal yapıp parti verecekmiş gibi mesut ve neşeliydi. kimsenin benim intihar arzumla uğraşacağı yoktu.
***
nasıl olduğunu bilmiyorum, bunu bilimin açıklaması imkanı da yok ama bir anda muayene bölümünün önüne geldik ve işimiz oldu ama ben sonunda tamamen tükenmiştim. Dün ve bugün işte bu yüzden yazı yazamadım.
***
merkezdeyken Türkiye’de liyakat sisteminin neden çökmüş olduğunu da anladım. Türkiye veya araba muayene merkezi gibi var olan tüm kuralların ve yasaların çökmüş olduğu ortamlarda liyakatsızlık kural olmalı ki irrasyonel sistem çalışabilsin. muayene merkezinde muayeneyi yapanlar işini nedense hak ettiği gibi liyakatlı yapıyorlardı ve bence bu sistemi daha da kilitliyordu.