Geçen Cuma akşamı Almanya’nın Bayreuth şehrinde hayatımın en olağanüstü Wagner operasını izledim.
Bayreuth, Richard Wagner’in evinin ve mezarının bulunduğu şehir.
Oradaki opera binasını da kendisi tasarladı ve inşa ettirdi.
Bayreuth Festivali dünyada en zor bilet bulunan klasik müzik festivali.
Almanya’nın en büyük gazetesi Bild’in 16 yıl genel yayın yönetmenliğini yapan dostum Kai Diekmann sayesinde 8 yıldır bu festivali izleme imkanı buluyorum.
Bu yıl uluslararası sanatçımız Ahmet Güneştekin de bizimle birlikteydi.
Belki çok az insan bilir ama Güneştekin opera tutkunudur ve inanılmaz ayrıntı gözlemcisidir.
Onunla birlikte opera izlemenin böyle de bir yararı vardı.
Bu yılki Bayreuth yazılarımda onun gözlemlerinden yararlandım.

Bazı insanlar için opera “Şişman kadınla şişman erkeğin saatlerce söylediği dinlenemez şarkılar” diye dalga geçtiği bir sanattır.
Oysa kökeni tam anlamıyla popüler bir kültüre dayanır.
İtalya’da “Bel canto” yani güzel şarkı olarak bilinir.
Çoğu da romantik popüler konuları işler.
Opera aryaları dünyanın en popüler şarkıları arasında yer alır.
Mesela Cuma akşamı seyrettiğim Lohengrin’in ikinci sahnesinin giriş müziği bütün dünyada düğünlerde en çok çalınan müziklerden biridir.
Bu 8 yıl boyunca Wagner’in en ünlü operalarını izledim.
İki defa Tannhauser ve birer defa Meistersinger, Tristan und Isolde, Parsifal, Uçan Hollandalı ve Ring döngüsünden Siegfried ve Die Walküre…
Geçen Cuma ilk defa Lohengrin’i izledim.

Şöyle diyelim.
Bu sekiz yılda seyrettiğim en iyi, hatta olağanüstü Wagner operasıydı.
Bir adım daha ileri gideyim.
Bütün hayatım boyunca seyrettiğim en iyi opera yorumuydu.
Ben aslında “Bel Canto’cuyum…”
Daha popüler operaları severdim.
Nedense Wagner bana hep zor bir müzik gibi görünürdü.
Son 8 yılda görüşüm tamamen değişti.
İşte bu operanın sonunda sanatçılar seyirciyi selamlamaya gelirken şu soru ilk defa aklıma geldi.
Operalarda niye tenorlar, yani erkek şarkıcılar sopranolardan, yani kadın sanatçılardan daha çok alkışlanır.
Çünkü ben opera ve arya hayranıyım.
15 yıl önce yaptığım “Arta Kalan Zamanda” isimli iki ayrı arya albümü Türkiye’de best seller oldu, en çok satan yabancı müzik listelerinde 8 hafta 1 numarada kaldı.
O CD’leri alan insanların büyük bölümü hayatlarında ilk defa arya plağı alıyordu.
Orada seçtiğim sanatçıların yüzde 80’inden fazlası sopranoydu.
O nedenle perde kapanırken bu soru aklıma geldi.
Bu konuya döneceğim ama önce seyrettiğim bu olağanüstü opera hakkında size biraz bilgi vereyim.
Lohengrin, Richard Wagner’in en romantik operası.
1850 yılında ilk defa Weimar’da sahnelendi.
Prömiyerinde orkestrayı yöneten şef Wagner’in karısı Cosima Wagner’in babası ünlü besteci Franz List’ti.
Geçen Cuma Bayreuth’daki gösteride orkestranın şefi ise Christian Thielemann’dı.
Bugün yaşayan en iyi Wagner yorumcusu olarak biliniyor.
Ama bu oyunda beni hayran bırakın 1 numaralı şahsiyet ünlü sanatçı Neo Rausch’du.
Rausch günümüzün en önemli figüratif ressamlarından biri.
Sosyalist gerçekçilikle sürrealizmi birleştiren bir sanat anlayışı var.
Sahne düzenlemesini ve erkek kostümlerini o yapmıştı.
Kadın kostümlerini ise eşi Rosa Loy hazırlamıştı.

Bugüne kadar bir opera sahnesinde gördüğüm en olağanüstü düzenlemeydi.
İki sahne arasında onunla ve eşiyle bir süre sohbet ettik.
Opera için çalışmanın zorluklarını anlattı.
“Çünkü Bayreuth’un geleneğinde birçok sınırlayıcı unsur var. Ayrıca sahnenin getirdiği sınırlamaları da buna ekleyerek çalışıyorsunuz” dedi.
Bütün sahnelerde beni kendimden geçiren bir dünya yaratmıştı.
Hayatım boyunca unutmayacağım.

Sahnede hayran olduğum bir başka grup da koroydu.
Opera sahnesinde çok koro izledim ama böyle bir yorum ilk defa görüyorum.
Koro anlayışına büyük bir yenilik getirmişler.
Zaman zaman gözlerimi kapadığımda kendimi şahane bir Deutsche Gramophon plağı dinlermiş gibi hissettim.
Koro şefi Thomas Eitier de Lint oyun sonunda en çok alkışlanan insanlardan biriydi.
Geliyorum bu 8 yıldır ilk defa aklıma gelen soruya.
Cuma akşamı perde kapandıktan sonra sanatçılar sahneye geldiğinde en uzun ve en coşkulu şekilde alkışlanan sanatçı Lohengrin rolünü oynayan Tenor Piotr Beczala oldu.
Polonyalı, “Lirico-Spinto” denen bir tenor.
Şarkının lirik güzelliğini korurken yüksek volümle de söyleyebilen bir sanatçı.
La Scala, Metropolitan, Wiyana Devlet Operası ve Bavyera Devlet Operası gibi dünyanın en prestijli merkezlerinde sahneye çıkmış bir sanatçı.
Çok da iyiydi ama bugüne kadar dinlediğim en iyi tenor da değildi.
Oysa ben en az onun kadar Elsa rolünü oynayan Güney Afrika kökenli sanatçı Elza van den Heever’i de beğendim ve alkışladım.
Alkışlarken de aklıma işte o soru ilk defa geldi.
Bu MeToo çağında bile operada erken sanatçılar neden kadın sanatçılardan daha çok alkışlanıyor?
ChatGPT’den aldığım cevaplar şöyleydi:
(*) BİR; Kahraman Rolü Çoğunlukla Tenora Verilir.
Opera geleneğinde aşk hikâyelerinin başkahramanı genellikle tenor olur.
Seyirci, dramatik olarak en yoğun duyguları (aşk, fedakârlık, kahramanlık) tenor karakterden alır.
(*) İKİ: En Ünlü Aryalar Tenorlara Ait
Operadaki “hit” parçaların çoğu tenor partileridir.
Örneğin:
Nessun dorma (Turandot, Puccini)
La donna è mobile (Rigoletto, Verdi)
Una furtiva lagrima (L’elisir d’amore, Donizetti)
Bu aryalar kolay hatırlanır, melodik olarak parlaktır ve seyirciye doğrudan etki eder.
(*)ÜÇ; “Yüksek Do etkisi”
Tenor sesi yüksek perdede güçlü, parlak ve dramatik bir etki yaratır.
İnsan sesi içinde bu kadar yüksek ve güçlü tınılı söylemek teknik olarak zordur.
Özellikle “yüksek do” (do di petto) gibi notalar büyük bir heyecan yaratır ve alkış sebebi olur.
(*) DÖRT: Duygusal Tepki ve Psikoloji
İnsan kulağı doğal olarak parlak ve yüksek seslere daha fazla tepki verir.
Tenorların söylediği bölümler genelde aşkın zirve anlarında gelir; seyircide duygu yoğunluğu yaratır, alkış refleksi artar.

(*) BEŞ: Kültürel pazarlama etkisi
Tenorlar (Caruso, Pavarotti, Domingo) 20. yüzyılda star sistemiyle popülerleşti.
Kısaca halkın operada “beklediği” büyük anlar genellikle tenor aryalarıdır.
Bu cevapları okurken kendi kendime “Hayret, demek ki ben halktan kopuk biriyim” diye düşündüm.
Muhtemelen de doğrudur.
Çünkü ben operalarda her zaman sopranoları daha büyük hasretle beklerim.
Soprano aryaları benim konserlerde kendimle en çok baş başa kaldığım anlardır. Dünyanın bütün çirkinlikleri, kabalıkları, vicdansızlıkları silinir o anlarda kafamdan.
Çok iyi bir resetleyicidir soprano aryaları.
Yine o soruya döneyim.
Bana göre bütün bunlar bugünün “Zeitgeist”ında bahaneye dönüşmüş gerekçeler.
Eski “erkek egemen” dönemin bizlerde kalmış genetik fosilleri diye görüyorum bunları.
Ama unutmamak gerekir ki Fehmi Koru’nun deyişi ile ben bir “Pop sosyologum,” yani popüler kültür sosyoloğuyum.
Nereye gitsem oranın popüler ayrıntıları benim gözüme takılır ve mutlaka anlatma gereği hissederim.
Mesela bu yıl sahne aralarında opera binasının bahçesinde dolaşırken bir şeyi fark ettim.
Her yerde Wagner’i elinde bira bardağı ile gösteren çizimleri vardı.
Yani Wagner’in kendi yarattığı operanın bahçesindeki imajı iyi bir Alman biracısıydı.
Acaba Wagner gerçekten “Biracı mıydı?”
Bira tabii ki Bavyera’nın en popüler içkisi.
Ama gözümdeki ve okuduğum Wagner sanki bildiğimiz bir biracı Alman olamazdı…
Haklıymışım.
Wagner bira severmiş ama asıl tutkusu Fransız şarabı ve şampanyaymış.
Çok içmezmiş ama düzenli içermiş.
Eşi Cosima Wagner’in bir mektubunda “Wagner bir kadeh şampanya istedi” gibi bir cümle var.
Merak ettim hangi şampanyayı içermiş diye…
Mesela Paris’te Tannhauser operasının sergilenmesinden sonra “Chandon, Fleur du Jardin” içmiş.
Fransız şarabını çok severmiş ama spesifik olarak hangi şarabı tercih ettiği konusunda bir bilgi bulamadım.
Bordeaux’nun kırmızılarını, Rhone bölgesinin beyazlarını sevdiği yolunda bazı genel bilgiler var.
Belki çoğunuz için lüzumsuz bilgiler ama yine de vereyim dedim.
Bu yılki Bayreuth festival ziyaretim tam anlamıyla bir Wagner günleri haline geldi.
Size yarın dünya müzik tarihinin bu en ünlü insanlarından biri hakkında ilginç bilgiler vereceğim.
Mesela kitaplığının Atatürk’ün okuduğu kitaplarla ne ilgisi var?
En iyi dostu Nietzche’nin niye hiçbir kitabını göremedim.
Evinin üst katındaki ölüm maskesi kime aitti.
Kral Ludvig’in fotoğrafı bana kimi hatırlattı.
Yaptırdığı konser salonun koltukları niye bu kadar kötü ve rahatsız…
Mezarının yanındaki küçük mezar kime ait…
O evde kalan ikinci çok ünlü besteci kimdi.
Eşi Cosima Wagner nereye gömüldü?
Bunlar da yarına…
5 Aralık 2025 - 19 Mart Silivri’sinden ilk kitap: En gözde iki şair kim?
4 Aralık 2025 - Silivri’ye giden ‘Cumhurbaşkanlığı’ antetli sürpriz ‘Üzgünüm’ mektubu
3 Aralık 2025 - İki başkanın yan yana sevinç sahnesi ve Fener stadında bir açılış devrimi
2 Aralık 2025 - Bugünlerde gece yolda dev bir tavşana rastlarsanız bilin ki gemi su alıyor
30 Kasım 2025 - Beş işaret: Bu yılbaşı İzmir ve Ege’de ilginç bir şeyler oluyor