IMF: Yapay zeka ülkeler arasındaki eşitsizliği daha da artıracak
Bu hafta uzaydan gelen tuhaf sinyallerin bilim insanlarının fizik bilgilerine aykırı oluşunu, Hubble'ı hayatta tutma planını, zürafaların uzun boyunun esas sebebini tartışıyoruz. Akciğer kanserinin ilerlemesini durduracak bir ilaç da menümüzde.
9 Haziran’dan merhaba. Haftaya güzel başlayıp sonunda telefonunu çaldırmayı başaran birisi olarak umarım sizin haftanız benimki kadar talihsiz geçmemiştir. Bilim dünyasında da büyük gelişmelerin yaşandığı bir haftaydı. Özellikle de tıp alanında umut verici birçok çalışmaya imza atıldı. Mesela bağırsak kanserini eritip yok edebilen bir ilaç geliştirildi. Yapay zeka sayesinde kalp hastalıklarını daha çabuk teşhis edebileceğimiz bir teknoloji kapımızda. Gen terapisi de mucizeler yaratmaya devam ediyor. Bu teknoloji sayesinde daha önce hiç duymamış Çinli beş çocuk duymaya başladı.
Sadece tıpta gelişmeler yaşanmadı. Bu hafta uzay trafiği de epey yoğundu. Her hafta bültenimize ertelenmeleriyle konu olan Boeing nihayet fırlatmasını gerçekleştirdi. Üstelik astronotların başına hiçbir şey gelmeden Uluslararası Uzay İstasyonu’na vardılar. Dileriz dönüşleri de kazasız belasız geçer. Boeing’den bir gün sonra SpaceX de üç kez başarısızlıkla sonuçlanan Starship uçuşlarının dördüncüsünde şeytanın bacağını kırdı. Çin’in başarısını konuşmadan da geçmeyelim şimdi. Ay’ın karanlık yüzüne inen ikinci araç olan (ilki de Çin’indi) Chang’e-6, topladığı taşlarla birlikte Dünya’ya doğru yolculuğuna başladı.
Peki biz bu hafta bültende ne konuşacağız?
Uzaydan sürekli radyo sinyalleri geliyor ama aynı yerden gelen üç farklı sinyal var ki bunların kaynağının ne olduğunu bilim insanları daha çözemedi. Daha doğrusu akıllarında iki seçenek var ama ikisi de mevcut fizik kurallarına uymuyor. İşte bu sinyallerden emektar Hubble’a uzanan bir yolculuğa çıkacağız. James Webb her ne kadar yeni gözdemiz olsa da bunca yıldır Hubble’ın verdiği hizmetleri göz ardı edemeyiz. Ama bu hafta onda da birtakım sorunlar yaşandı. Bilim insanlarının emektar teleskobumuzu hayatta tutma planına hep beraber göz atacağız. Uzay yolculuğumuz sonrasında ahşap uydu ve üç boyutlu printerlerin uzay maceraları ile devam edecek.
Ama önce ayaklarımız biraz yere bassın derseniz sizi zürafaların yanına götürelim. Bu canlıların boyunlarının uzunluğunu yiyecek arama telaşesine bağlıyoruz ama bazı bilim insanları bu evrimin ortaya çıkışında önceliğin üreme yarışında olduğunu düşünüyordu. Peki bu ne kadar doğru? Bunun cevabını da arayacağız. Okyanuslarda kıyamet senaryosu ve plastik yiyen mantarlar da menümüzde olacak.
Sonra yine sağlıktan gireceğiz. İleri seviyedeki akciğer kanserinde progresyonu durduracak, hiç olmazsa yavaşlatacak bir ilaçla tanıştıracağız sizi.
Her hafta olduğu gibi bu hafta da OpenAI magazinini de atlamayacağız tabii ki. Öyleyse yolculuğumuz başlasın!
Evren tuhaf radyo sinyalleriyle kanıyor. Ancak gökbilimciler her saat başı tekrar eden üç farklı durum arasında gidip gelen çok daha tuhaf bir sinyal tespit etti. İlk olarak Avustralya’daki ASKAP radyo teleskobu tarafından toplanan verilerde ortaya çıkan bu sinyale ASKAP J1935+2148 adı verildi. Her 53,8 dakikada bir tekrar ediyor ve nedeni hakkında bilim insanlarının bir fikri olsa da fiziğe mevcut bakışımızla açıklanamıyor.
Nature Astronomy’de yayınlanan çalışmaya göre sinyal üç farklı durum arasında gidip geliyor. Bazen 10 ila 50 saniye süren ve hepsi aynı yöne işaret eden parlak flaşlar atıyor. Diğer zamanlardaysa 370 milisaniye süren ve atımları çok daha zayıf olan sinyallerin elektrik alanları bir daire çiziyormuş gibi dönüyor. Bazen de cisim işareti kaçırarak sessiz kalıyor. Araştırmacılar cismin her biri birbirinden tamamen farklı özelliklere sahip üç farklı sinyal yaymasını ilginç buluyor. Öyle ki sinyallerin aynı yerden geldiğinden emin olmasalar bunun farklı sinyaller üreten aynı cisim olduğuna inanmazlardı. Peki bu sinyallerin arkasında ne var?
Aklınıza hemen uzaylılar geldiyse bu fikri baştan elediğimizi söyleyelim. Sinyali keşfeden bilim insanlarına göre en olası açıklama sinyallerin bir nötron yıldızından ya da beyaz bir cüce yıldızdan gelmesi. Ne var ki bu olasılık da tüm sorularımıza cevap üretmiyor. Nötron yıldızları ve beyaz cüceler birbirlerine çok benzese de bazı farklılıkları var. Her ikisi de daha büyük yıldızların ölümüyle ortaya çıkıyor, nötron yıldızı mı yoksa beyaz cüce mi olunacağını yıldızın kütlesi belirliyor. Nötron yıldızları düzenli olarak radyo dalgaları yayıyor. Bu nedenle burada da baş şüpheli konumuna geliyor. Çeşitli sinyaller de pekâlâ manyetik alanının güçlü olmasından ve plazma akışları arasındaki etkileşimlerden kaynaklanıyor olabilir.
Ne var ki nötronlar saniyeler, hatta saliseler hızında dönüyor. Bu nötron yıldızının her 54 dakikada bir yavaşlaması fiziksel olarak imkansız olmalı. Öte yanda beyaz cüceler bu kadar yavaş dönmekte zorlanmasa da bu sinyallerde görülene benzer şekilde sinyal üretmesinin en azından bilim insanlarının bildiği bir yolu yok. Sinyalin daha önce hiç rastlanmadık türden bir nötron yıldızından mı yoksa beyaz cüceden mi geldiği daha fazla gözlemle cevaplanabilecek bir soru. Belki de sinyal bambaşka bir şeyden geliyordur, kim bilir?
Evrenden bizi büyüleyen görüntüleri 34 yıldır yakalayan emektar Hubble bugüne kadar altı jiroskobuyla çalışıyordu. Bu jiroskoplar teleskobun hareket hızını ölçerek nereye doğru ilerleyeceğini belirliyordu. Teleskop yaşlandıkça jiroskopların da değiştirilmesi gerekti. NASA astronotları en son 2009 yılında bunları değiştirmişti. Zaman içinde jiroskoplardan bazıları çalışmayı bıraktı ancak üçü çalışmaya devam etti. Teleskobun çalışmasında hiçbir değişiklik olmadı, en azından şimdiye kadar. Son altı aydır kalan üç jiroskoptan biri teleskobun birçok kez güvenli moda girmesine ve gözlemlerini durdurarak hatalı okumalar yapmasına neden oldu. Hubble ekibi jiroskobu Dünya’dan sıfırlasa da mevcut düzeltmelerin geçici olmaktan öteye geçemediğini belirtiyor.
Yaşanan son sorundan sonra teleskop 24 Mayıs’ta güvenli moda geçirildi. Ekip Hubble’ı tek bir jiroskop ile çalıştırmaya karar verdi. Diğer jiroskoplar ise gelecekte kullanılmak üzere yedekte tutulacak. NASA 20 yılı aşkın süredir teleskobun ömrünü uzatmak için tek jiroskop moduna geçmeyi planlıyordu zaten. Ajansa göre Hubble 2005’ten 2009’da kadar iki jiroskopla, 2008’de de kısa süreliğine tek jiroskopla çalıştı. Gözlemlerinin kalitesinde gözle görünür bir fark oluşmadı. Ancak araştırmacılar uzun vadede bu değişikliğin bazı sınırlamaları beraberinde getireceğini söylüyor. Teleskobun gözlemlediği cisimlere dönmesi ve kilitlenmesi daha uzun sürecek, bu da verimliliğini azaltacak. Ekip şimdi hem teleskobu hem de Hubble’a bilgi gönderen sistemi güncelliyor. Amaçları Hubble’ı haziran ortasına kadar rutin gözlemlere yeniden döndürmek.
Zürafaların boyunun uzun olmasının nedeninin daha yüksekteki yiyeceklere uzanmak olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak bazı bilim insanları bu evrimsel gelişimin ortaya çıkışında önceliğin başka bir faktörde olduğuna inanıyordu. Alternatif teze göre erkek zürafaların boyunları üreme yarışında rakiplerine karşı bir silah olarak uzamış olabilirdi. Nihayetinde erkeklerin boyunları dişilerinkinden çok daha geniş. Bu da boyunlarının rakiplerinin boyunlarına çarptığında onlara avantaj sağladığını düşündürtüyor. Ama boy uzamasının tek sebebi bu olmayabilir. Nihayetinde sadece üreme yarışından bahsediyor olsak dişilerin boyunun neden uzadığını açıklayamayız.
Erkek zürafalar dişilerden yüzde 30 daha büyük olsa da esaret altındaki ve vahşi doğadaki Masai zürafalarının fotoğraflarını incelediklerinde dişi ve erkeklerin doğdukları dönemde boy oranlarında çok büyük değişiklik olmadığını gördüler. Sadece erkekler daha hızlı büyüyordu. Mammalian Biology’de yayınlanan çalışmaya göre dikkatli gözlemler sonucunda dişi zürafaların daha uzun boyunlu olduğu ortaya çıktı. Üreme yaşına gelen ve hamile ya da doğan yavrularını emzirmek zorunda kalan dişilerin yiyecek ihtiyacını karşılamak amacıyla daha yüksekteki yapraklara ulaşmak için boylarının uzadığını gösteriyor. Penn State Üniversitesi’nde Prof. ve çalışmanın yazarlarından Doug Cavener “Zürafalar seçici yiyicilerdir. Sadece bazı ağaç türlerinin yapraklarını yerler ve uzun boyunları sayesinde kimsenin ulaşamadığı yapraklara ulaşabilirler” diyor.
Bu da cinsiyete göre boyun tezini düşük bir ihtimal haline getirdiği gibi tam da Darwin’in düşündüğü gibi yiyecek odaklı bir evrim geçirdiğini bir kez daha kanıtlıyor. Ama burada da bir parantez açalım: Esaret altındaki zürafaların yüzde 15’inin boynu, alışık olduğumuz boyun tiplerine uymuyor. Zira hayvan bakıcıları bu zürafalar için çöpçatanlık yaptığından vahşi doğadaki dostları gibi geniş boyunlarıyla savaşmak zorunda kalmıyorlar.
Kanser hastalıklarında “ilerleme” anlamına gelen progresyon aslında hastalığın gidişatında kötüleşmeye işaret eder. Kansere karşı mücadelede sağkalım sürelerini geçmiş yıllara göre uzatabilmiş olsak da özellikle akciğer kanseri gibi agresif kanserlerle mücadelede kat edilmesi gereken çok yolumuz var. Dünya genelinde her yıl 1,8 milyon insan akciğer kanserinden ölüyor, Türkiye’de yılda ortalama 41 bin kişiye akciğer kanseri teşhisi konuyor.
2024 ASCO Yıllık Toplantısı’nda araştırmacılar ileri evre akciğer kanserinde şimdiye kadarki en uzun progresyonsuz sağkalım oranını açıkladı. Yani akciğer kanserinin tedavisi olmayan bir versiyonuna sahip hastalar, “kanserin ilerleyişini durduran” ve her gün kullanılması gereken bir hapla normal yaşamlarını sürdürebildiler. İşe yarayan ilacın adı lorlatinib. Yeni bir klinik deneyde ileri seviye küçük hücreli olmayan akciğer kanserine sahip 149 hastaya lorlatinib, 147 hastaya da crizotinib denen bir ilaç verildi. Sonrasında da hastaların progresyonsuz sağkalımı ölçüldü.
Sonuçlar şöyle: Lorlatinib alan hastaların yaklaşık yüzde 60’ı beş yıl sonra hâlâ hayattaydı ve hastalıklarında ilerleme görülmemişti. Standart ilaç kullananlarda ise oran yüzde sekizdi. Lorlatinib, tirozin kinazı baskılayan hedefe yönelik bir ilaç türü. Tirozin kinazlar vücudun sinyal olarak kullandığı proteinlerdir. Yani hücreler tirozin kinazlardan ne zaman ve nasıl büyüyeceklerine dair komut alırlar. Proteini baskılamak kanser hücrelerinin de büyümesinin durması ya da yavaşlaması anlamına geliyor. Bilim insanları lorlatinib’in başarısını”eşi benzeri görülmemiş” olarak nitelendiriyor. Ama bir parantez açalım: Yeni ilaçla tedavi edilen hastaların yüzde 77’inde tedaviyle ilgili birtakım sorunlar görüldü. Bunlardan en yaygın olanları şişme, yüksek kolestorel ve yüksek lipiddi. Yine de olumlu etkilerle olumsuz etkiler bir teraziye konduğunda kanserin gidişatının durması çok daha ağır basıyor.
👉Kyoto Üniversitesi’ndeki araştırmacılar ile Tokyo merkezli kereste şirketi Sumitomo Forestry, geçen ayın sonlarına doğru LignoSat adını verdikleri uyduyu tanıttı. Bu uydunun özelliği ahşaptan olması. Yaklaşık 10 cm uzunluğunda ve küp şeklindeki uydu, manolya ağacından yapılmış panellere, alüminyum çerçeveye, güneş panellerine, devre kartlarına ve sensörlere sahip. Araştırmacılar Uluslararası Uzay İstasyonu’nda yaptığı deneyde en dayanıklı ahşabın manolyadan yapılan olduğuna kanaat getirmişti. Paneller Japonların ahşapları birleştirme yöntemleriyle birbirlerine bağlandı. Yani tutkal falan kullanılmadı. LignoSat eylül ayında uzay istasyonuna gidecek, kasım ayında da yörüngedeki yerini alacak. Araştırmacılar ahşaptan uyduların daha sürdürülebilir ve bildiğimiz uydulardan daha çevre dostu olacağını tahmin ediyor. Bir küçük bilgi daha verelim: LignoSat’ın tasarımı, yapımı, fırlatması ve kullanımı Japonya’ya 191 bin dolara mal olacak.
👉Hintli uzay girişimi Agnikul Cosmos, Hindistan’ın ilk üç boyutlu printer ile yapılmış roket motorunu 30 Mayıs’ta kazasız belasız fırlatmayı başardı. Üç boyutlu printer’in roket yapımındaki zaman ve maliyeti azaltması amaçlanıyor. Öte yandan Uluslararası Uzay İstasyonu’nun ilk metal üç boyutlu printeri perşembe günü lazer ve paslanmaz çelik telle eriyik bir “S” eğrisi çizmeyi başardı. Avrupa Uzay Ajansı bu olayı “uzayda imalat yapılması için dev bir adım” olarak niteliyor.
👉Okyanus kıyametinin üç atlısı aşırı sıcaklık, asitlenme ve oksijen seviyelerinin azalması. Bu üçlü tek başlarına bile korkutucuyken iki ya da üçünün bir araya gelmesi felaketlere neden olabilir. AGU Advances’de yayınlanan yeni araştırmaya göre bu “üçlü tehdit” son yıllarda büyük ölçüde şiddetlendi. Okyanus üst tabakasına odaklanılan araştırmada bu zincir olayların artık dünya genelindeki okyanus hacminin yüzde 20’sini tehdit ettiğini gözler önüne serdi. Özellikle Kuzey Pasifik ve tropik bölgelerbu durumdan en çok etkilenen yerler. The Guardian’ın haberine göre işin kötüsü bu olayların 1960’lara kıyasla üç kat daha uzun sürmesi ve altı kat daha yoğun olması. Durumdan etkilenen yerlerde yaşanabilir alan miktarı yüzde 75’e kadar azalabiliyor. ETH Zurich’ten Joel Wong, bu ekstrem olayların gelecekte dahs sık yaşanacağını ve deniz ekosisteminin de balıkçılığın da ciddi şekilde darbe yiyeceğini söylüyor.
👉ETH Zurich’teki araştırmacılar, Koa girişimi ile Felchlin adındaki bir çikolata üreticisiyle işbirliği yaparak kakao meyvesinin her şeyinden faydalandıkları yepyeni bir çikolata üretti. Normalde çikolata yapılırken hep kakaonun özüyle yağı kullanılıyor, değerli olabilecek diğer kısımları görmezden geliniyordu. Yeni üretilen çikolatanın sürdürülebilirliğe faydası olabileceği gibi, besin değeri açısından tüketicinin, gelir açısından çiftçilerin yüzünü güldürmesi amaçlanıyor. Nature Food’da yayınlanan çalışmaya göre yeni çikolatada pudra şekeri yerine kakao meyvesinin jölesi kullanıldı ve bu sayede şeker içeriği azaltılıp lifi artırılmış oldu. Sonuç olarak yeni çikolata 100 gramında 15 gram lift (normal çikolatada 12 gram) ve 23 gram yağ (normalinde 33 gram) içererek sağlıklı bir atıştırmalık haline geliyor.
👉Denizbilimcilerden oluşan uluslararası bir ekip, Science of the Total Environment dergisinde yayınlanan yeni çalışmaya göre Büyük Pasifik Çöp Girdabı’ndaki çöpleri yiyen deniz mantarı keşfetti. Parengyodontium album denen bu mantar, plastik atıkları parçaladığı bilinen dördüncü deniz mantarı ve özellikle su şişeleri ve market poşetlerinin yapımında kullanılan karbon bazlı polietileni parçalayabiliyor. Anlayacağınız insanlığın pisliğini doğa temizliyor. Tabii bu denizleri kirletmeye devam edebilirsiniz anlamına gelmiyor.
👉Hem eski hem de OpenAI’da çalışmaya devam eden araştırmacılar ve yapay zekanın önde gelen isimleri, güvenlik sorunlarını dile getirdikleri için susturulduklarını iddia ettikleri bir açık mektup yayınladı. Yapay zeka çalışanları mektupta ticari sırlar korunmak şartıyla şirketlerin “eleştiriye açık olma kültürünü desteklemesini” istedi. İmzacılar arasında yapay zekanın babaları Geoffrey Hinton (geçen yıl bu sebeple Google’dan ayrılmıştı) ve Yoshua Bengio ile ünlü yapay zeka bilimcisi Stuart Russell da var.
👉OpenAI’ın yönetişim birimindeki eski araştırmacılarından Daniel Kokotajlo, NYT’ye verdiği demeçte şirketi yapay genel zekanın (AGI) yarattığı büyük riskleri görmezden gelmekle suçladı. Kokotajlo yöneticilerin AGI’yı ilk geliştiren şirket olmak için çok heyecanlı olduğunu belirtirek “pervasızca davrandıklarını” söyledi. Araştırmacının söylediği en can alıcı şey ise “yapay zekanın insanlığı mahvetme ihtimalinin yüzde 70 civarında olması”ydı.
👉Bu arada araştırmacıların açık mektubunu haklı çıkaracak bir açıklama da OpenAI CEO’su Sam Altman’dan geldi. AI for Good Global Summit’te konuşan Altman, OpenAI’ın henüz yapay zekayı nasıl yorumlayacaklarını çözemediklerini söyledi. Gazetecilerden biri bunun üzerine “Neler olup bittiğini anlamıyorsanız yeni ve daha güçlü modelleri piyasaya sürmemeniz gerekmiyor mu?” diye sordu. Altman ise soruya kaçamak cevap vererek, teknolojinin her şeyini bilmesek bile bu sistemlerin “genellikle güvenli” olduğunu söyledi. Bu arada şirketin baş yapay zeka bilimcisi Ilya Sutskever ayrıldıktan sonra şirketin ileri yapay zekaya karşı alınabilecek önlemleri araştıran risk grubu da dağıldı. Yeni kurulan risk grubunda başkanlığı Altman devraldı.
👉Amerika’da son dönemde büyük teknoloji şirketlerine karşı antitröst savaşı başladı. Bu savaşın son ayağı olarak Adalet Bakanlığı ve Federal Ticaret Komisyonu Microsoft, OpenAI ve en büyük yapay zeka çipi üreticisi Nvidia hakkında yapay zeka sektöründe oynadıkları rol için soruşturma açacak.
Evrimsel psikolojiden hikâyeler ve tavsiyeler paylaşan baba-oğul yazarlar Doug Kenrick ve David Lundberg-Kenrick, taş devrinden kalma problem çözme yöntemlerinin bugünkü hayatlarımız için tehlikelerini ortaya koyuyor ve modern dünyada hayatta kalmak ve mutlu olmak için yeni, sistematik bir yol sunuyor.
Binlerce yıl boyunca biz insanlar, varoluşun yedi temel sorununu çözmemize yardımcı olacak bir dizi motivasyon sistemi geliştirdik: hayatta kalmak, kendimizi tehlikeden korumak, arkadaşlıklar kurmak, saygı kazanmak, eşleri cezbetmek, bağ kurmak ve ailelerimize bakmak. 21. yüzyılda da aynı hedeflerin peşindeyiz. Ancak, bir zamanlar bizi tehdit eden kılıç dişli kaplanlar ve rakip kabilelerin yerini şekerli yiyecek-içecek satan pazarlamacılar, kültür savaşı alevlerini körükleyen uzmanlar ve kredi şirketleri aldı.
Taş Çağı Beyni: İnsanın Evrimi ve Yedi Temel Güdü, pek çok ilgi çekici anlatı ve bilime dayalı yaşam ipuçlarıyla, elektronik eşyalarımızın ve latte’lerimizin ötesini görmemize, daha mutlu ve başarılı bir hayata ulaşmak için yararlı bilgiler edinmemize yardımcı oluyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Yalnız değiliz çünkü bir galaksinin kollarının girdabından ya da rüzgârın bir girdapta tozu yakalamasından farklı değiliz. Bir atom kadar kuraldışı değiliz. Kendimizi nasıl yalnız hissedebiliriz ki?
Ünlü bilim yazarı Jaime Green, Evrende Yaşam Arayışı’nda Galileo ve Kopernik’ten günümüzün ötegezegen arayışına kadar uzanan bilgi birikimimizin tarihsel izini sürüyor. Bilim insanlarının ve kurdukları dünyalarla onlara ilham kaynağı olan bilimkurgu yazarlarının içgörülerini bir arada irdeliyor. Uzman söyleşileri, astronomi araştırmaları, felsefi sorgulamalar ve Zamanda Kıvrılma, Uzay Yolu, Geliş gibi pek çok popüler kültür referansını içeren bu kitap, evrene dair gelişen algımız hakkında kapsamlı bir keşif sunarken daha derin bir soru ortaya çıkıyor: Peki, uçsuz bucaksız bu evrende insan olmak ne anlama geliyor?
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Büyük ses getiren popüler bilim kitabı Kızıl Kraliçe’de Matt Ridley, bizi evrimsel psikoloji ve cinsel seçilimin karanlık dünyasına davet ediyor. (Alice Harikalar Diyarında’nın yazarı Lewis A. Carroll’ın kitabı) Aynanın İçinden’deki bulunduğu yerde kalabilmek için var gücüyle koşması gereken kızıl kraliçeyi metafor olarak kullanan yazar, insan doğasının çok az bir parçasının cinsellikten ayrı olarak kavranabileceğini savunuyor ve cinsel tutumlar hususunda yeni bir çerçeve ortaya koyuyor. Kızıl Kraliçe’de insanın içindeki yırtıcı hayvanı alt edebilmek için cinsellikten nasıl da yararlanabileceğini görmekle kalmayıp ilişkiler, evlilikler, güzellik anlayışı gibi pek çok konuda yeni perspektiflerle karşılaşacaksınız.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Sora’nın ne kadar ilginç videolar üretebildiğini gördük. Tamam daha mükemmel değil ve insan yardımına ihtiyaç duyuyor ama yine de ortalamanın üstünde performans sergiliyor. Çin Sora’ya rakip olabilecek yeni video üreten yapay zeka modelini tanıttı. Sosyal medyaya yansıyan videolar hiç de fena değil. Benim favorim panda videosu oldu. Diğer videolarına bu bilgiselinden ulaşabilirsiniz.
7. Panda playing the guitarpic.twitter.com/6KwWrUdpwI
— Angry Tom (@AngryTomtweets) June 6, 2024