‘Dünya’nın Doğuşu’nu çeken astronot uçak kazasında öldü
Voyager 2, 1986 yılında Uranüs'e varan ilk uzay aracı oldu. Bilim insanlarının incelemesi için birçok veri de topladı. Ancak o zamandan bugüne Uranüs'e tanımamıza yardımcı olan o veriler doğru olmayabilir. Çünkü Voyager çok ters zamanda oradaymış.
NASA’nın Voyager 2 uzay aracı Ocak 1986’da dış güneş sistemindeki büyük turunun bir parçası olarak Uranüs’ün yakınından geçti. O uçuş sadece beş saat sürse de bugüne kadar Dünya’dan fırlatılan bir uzay aracının Uranüs’e yaptığı tek ziyaret olma özelliğini koruyor. Gezegen hakkındaki bilgilerimizin çoğu da bu kısa karşılaşmadan geliyor.
Voyager 2, Uranüs’ün 80 bin kilometre üstündeyken gezegenin dış güneş sistemindeki diğer dünyalardan oldukça farklı olduğunu keşfetti. Mesela manyetosfer denen koruyucu manyetik alanı, diğer gezegenlerde görülen plazmadan yoksundu. Manyetosferin içindeki yüksek enerjili parçacıkları yakalayan radyasyon kuşakları da beklenenden çok daha yoğundu. Bu da mevcut radyasyon kuşağı teorisini zorluyordu.
Nihayetinde radyasyon kuşakları gezegenlerin manyetik alanları içinde hapsolan yüksek enerjili yüklü parçacıklardan oluşur ve bu parçacıklar genelde plazmanın parçası olarak kabul edilir. Çünkü plazma da serbest elektron ve iyonların bir karışımıdır. Oysa Uranüs örneğinde plazmanın olmadığını ama radyasyon kuşağının enerji yüklü olduğunu görüyoruz.
Bu aykırılığın sebebini artık biliyor olabiliriz. Nature Astronomy dergisinde yayınlanan çalışmaya göre Voyager 2’nin ziyareti gezegenin güneş aktivitesinde olağanüstü bir artışın görüldüğü ve bunun da manyetosferin büzüşmesine neden olduğu sırada gerçekleşmiş olabilir. Güneşteki olağanüstü hareketlenme gezegende bugün işin içinden çıkılmayan durumun meydana gelmesine neden oldu, ki böyle bir olayın gerçekleşme ihtimali de yüzde dört. Araştırmacılar Voyager 2 bir hafta önce bile gezegene ulaşsa çok daha farklı bir Uranüs görüntüsü elde edebileceğimizi söylüyor.
Bu çalışmayı diğerlerinden ayıran şey araştırmacıların Voyager 2’nin gezegenin yakınındayken kaydettiği verilerden ziyade gezegene yaklaşıp uzaklaşırken topladığı verilere odaklanmaları.
Araştırmacılar Uranüs’ün eşdönüşümlü bir etkileşim bölgesinden etkilenmiş olabileceğini düşünüyor. Yani güneşin yüzeyinden yayılan ve yıldızın dönüşüyle uzaya doğru savrulan bir enerji patlaması söz konusu olabilir. Bu tür bir patlama plazma akımlarını güneş sisteminin dışına kadar yayabilir. Bu olayın başta Satürn olmak üzere diğer gezegenlerde etkili olduğu birçok kez gözlemlendi. Ama böyle bir etkileşimin Uranüs için de mümkün olabileceği daha önce düşünülmemişti.
Bilim insanları güneş aktivitesinin Uranüs’ün manyetosferi üstündeki güneş rüzgarı basıncını 20 kat artırdığını tahmin ediyor. Bu da manyetik alanı normal hacminin beşte birine düşürmüş olabilir. Bu durum Uranüs yakınında tespit edilen plazma miktarındaki azalmayı da açıklıyor. Çünkü plazma manyetosferde gezegene çok daha yakın bir şekilde hapsolmuş olabilir. Ayrıca güneşten gelen yoğun enerjiyle yüklü elektronlar da radyasyon kuşaklarının neden beklenenden daha yoğun olduğunu açıklamaya yetiyor.
NASA önümüzdeki 10 yıl içinde Uranüs’e geri döneceğimiz bir görev üstünde çalışıyor. Bu görevde amaç 2032 yılına kadar gezegenin yörüngesine girip atmosferine sonda gönderecek bir uzay aracı fırlatmak. Araştırmacıların özellikle Uranüs’ü merak etmesinin birçok nedeni var. Mevsimleri abartılı yaşıyor, manyetik alanı çok tuhaf bir açıyla dönüyor. Ayrıca Uranüs’ün nerede oluştuğunu ya da atmosferinin nasıl çalıştığını bilmiyoruz. Belki de uyduları Jüpiter, Satürn ve Neptün’ünkiler gibi derinlerinde okyanus saklıyordur. Bunu çözmek için de uzay aracı göndermek gerekiyor ama ya o araç da Voyager 2 gibi zor rastlanan bir durumla karşılaşırsa?