Ekonomik belirsizlik arttı, lüks tüketim markalarının hisseleri sert düşüyor
Amerikan seçiminde dış politika neredeyse hiç konuşulmadı ama bu iki adayın dış politika tercihlerinin çok farklı olduğu gerçeğini unutturmuyor. Asya Pasifik bölgesi, ABD seçimini nefesini tutmuş izliyor, çünkü seçilecek isim çok şeyi değiştirecek.
Herkese merhaba. Amerikalıların sandığa gitmesine artık sadece üç gün kaldı. Üç! Son güne bu kadar az vakit kalmışken yapılıp yayınlanan anketlerin sayısında bir artış söz konusu. Adaylar ise yine pişti olup aynı eyalette, Wisconsin’de miting düzenledi. Bu zamana kadar çoğunlukla iç siyasetten çıkmadık, zaten adaylar da dış politikayı olabildiğince dışarıda tutmaya çalıştı. Bunun sebebi de malum, Amerikan halkı hükümetin dış politikaya çok gömülüp onları unuttuğunu düşünüyor. Nihayetinde Amerika da ekonomi ve göçmen sorunlarından kaçabilmiş bir ülke değil. Ama şimdi seçime de az kalmışken Demokratların adayı Kamala Harris ya da Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump seçilirse nasıl bir dış politika yürüteceklerini görmek 5 Kasım sonrasını yorumlamak için faydalı olabilir.
Neden Pasifik diye sorabilirsiniz. Biden dönemi iki savaşın patlak verdiği bir zamana denk gelse de ağırlık daima Pasifik’e verildi. Bunun da birden çok sebebi var. Bunların başında Çin’in neredeyse her alanda ABD’ye rakip bir güç olarak öne çıkması geliyor. Elektrikli araçların öncüsü ABD’li milyarder Elon Musk olsa da şu anda hem Avrupa hem de ABD’de otomobil sektörünü sekteye uğratan şey, Çin’in çok daha ucuza mal olan elektrikli araçları. Hatta Volkswagen Çin yüzünden Almanya’da fabrika kapatmaya bile gidebilir. Ayrıca bu zamana kadar diplomaside kendini geri planda tutan Çin, son dönemde düşman güçler arasında arabuluculuk faaliyetlerine hız kazandırdı. Bir tarafa silah verip savaşları daha da azdıran ABD’nin aksine Çin her iki tarafla da ticaret yapma yoluna gidiyor. Soğuk Savaş’tan beri zirvede tek başına olan ABD tabii ki bu gelişmelerden rahatsız.
Sırf Çin tehlikesine karşılık AUKUS ve QUAD gibi bölgesel ittifaklar kurulmuş durumda. Japonya’da yeni Başbakanı Şigeru İşiba durup durup Asya NATO’sunu gündeme getiriyor. Ayrıca Çin’in İpek Yolu üstündeki ticaret hattını yeniden canlandırmak için bölgedeki ülkelerle anlaşmalar yapıp çoğunu borca boğması da Batı tarafından tehlike olarak algılanıyor. İşte bu yüzden geçen yılki G20’de Hindistan ve Körfez üstünden Avrupa’ya ulaşacak yeni bir ticaret koridorunun fitili ateşlendi.
Ekonomiye girmişken Batı’ya paralel olan BRICS’de en güçlü ülkelerin başında kurucular arasında yer alan Çin’in geldiğini unutmayalım. BRICS, “Batı’ya düşman olmayan ancak bağlı da olmayan” yeni bir bağlantısızlar hareketi olarak öne çıkmak istiyor. Burada amaç ülkelerin yaptırıma uğrarız korkusuyla Batı’dan her dediğine he demesinin önüne geçmek. Bunun için de Dünya Bankası’nın muadili olan Yeni Kalkınma Bankası’nı kurdular, dolar yerine yerel para birimleriyle alışveriş yapmayı yaygınlaştırmak istiyorlar. Hal böyle olunca Batı da öfkeleniyor. Nihayetinde Batı’ya göre paraya ihtiyaç duyan ülkeleri sadece kendi kurumları borç batağına sürükleyebilir.
Sadece Çin de değil sorun; canı sıkıldığında füze fırlatan bir Kuzey Kore var. Daha bu hafta irtifa ve havada kalma rekoru kıran balistik füze denemesine imza attı. Bu füzeler teoride ABD’yi vurabilecek kapasitede ve Kuzey Kore eyvallahı olmayan bir ülke. Arkasında Rusya ve Çin olduğu için daha rahat hareket edebiliyor. Neden Pasifik’ten başladığımızı anladıysak adayların seçimi kazandıklarında olası Pasifik politikalarını inceleyebiliriz:
AUKUS 2021 yılında Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD arasında oluşturulan savunma paktı. Paktın amacı Çin’in Asya-Pasifik’teki etkisinin artmasına karşı koymak için bu üç ülke arasındaki savunma bağlarını güçlendirmek. Paktın en dikkat çeken yönlerinden biri ABD ve Birleşik Krallık’ın Avustralya’ya nükleer enerjiyle çalışan denizaltı filosu oluşturması için yardım edecek olması. Nükleer enerjiyle çalışan denizaltılar, geleneksel dizel-elektrikli denizaltılardan daha uzun süre su altında kalabiliyor ve sessiz çalışabilmeleri avantaj sağlıyor.
Trump’ın Beyaz Saray’a dönerse bu paktın bir değeri kalmayabilir. Denizaltılar da bir hayal olarak kalır. Zira Trump’ın otoriter liderlere bir zaafı olduğu ortada, ayrıca nasıl ki NATO ülkelerinin savunma bütçelerini artırması gerektiğini, yoksa ABD’nin artık arkalarında durmayacağını söylüyorsa, aynı şeyi Avustralya’ya da yapabilir. Harris seçimi kazanırsa Biden yönetimindeki AUKUS stratejisinin bozulmaması çok yüksek ihtimal. Avustralya’nın da esasında Amerika’dan beklediği şey ilişkilerdeki bu istikrar.
Avustralya için Harris mi Trump mı sorusuna cevap vermek ne kadar kolaysa, Çin için o kadar zor. Nihayetinde Çin’in “çevreleme” olarak yorumladığı politika Trump döneminde başladı, Biden döneminde genişledi. Çevrelemeden kastımız şu: Ticaretle yükselen Çin’in bu faaliyetlerini denizden gerçekleştirdiğini düşünürsek, denizin Beijing için nefes gibi bir şey olduğunu söyleyebiliriz. Aşağıdaki haritada Çin’in yukarıda Güney Kore ve Japonya, biraz aşağıda Tayvan, Filipinler, Vietnam, daha da aşağıda Avustralya ve Yeni Zelanda’yla çevrelendiğini göreceksiniz. ABD bir zamanlar ağır bir savaşın içine girip kaybettiği Vietnam dahil tüm bu ülkelere stratejik işbirliği yapıyor.
Bunun yanı sıra yine Trump döneminde başlayıp Biden döneminde şiddetlenen şeylerin başında Çin mallarına uygulanan gümrük vergilerinin yüzde 100 zamlanması, yarı iletken alışverişine kısıtlamalar getirilmesi geliyor. Peki hiç mi fark yok Trump ve Harris arasında? Tabii ki var. Biden yönetimi, dört yıllık sürede müttefiklerini kendisiyle aynı Çin politikasını gütmeye ikna etmeye çalıştı. Oysa Trump kendi döneminde NATO, Japonya ve Güney Kore’yi ABD’den askeri yardım istiyorlarsa ödeme yapmaya zorladı. Bu şekilde müttefiklerini bir bir kendinden soğuttu. Trump bu politikasının yeni dönemde de aynı şekilde işleyeceğini gösterecek şekilde bir mitingde, “Bir sigorta şirketinden farkımız yok ama Tayvan bize hiçbir şey vermiyor. Çin’e karşı onları korumamızı istiyorlarsa ödeme yapsınlar” dedi.
Trump’ın Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’e bakışı da bir değişik. Bazen karizmatik bir lider olduğunu söylüyor, bazen de “görevini kötüye kullanmak”la itham ediyor.
Öte yandan Harris’in Biden yönetiminin politikalarını aynen sürdürmesi bekleniyor. Bu bakımdan Çin “risk yüksek ama getirisi de fazla” diye düşünüp Trump’ı tercih edebilir. Buradaki yüksek riskler Çin’den ithalata astronomik gümrük vergileri getirilmesi. Ama Trump müttefikleriyle arasını bozarak Çin’e diplomasi arenasında alan açabilir. Trump Afrika ülkelerini zaten “b*k çukuru ülkeler” olarak görüyor. Yani Küresel Güney’i önemsemesi pek mümkün değil gibi.
Harris’in yarı Hintli olması nedeniyle Hindistan’da ABD seçimleri yakından takip ediliyor. Çoğu Hintli dünyanın en güçlü makamı olan ABD başkanlığına Hint kökenli birinin geçmesini görmeyi istiyor. Ama her yerde bardağın boş tarafına bakanlar vardır; işte Hindistan’da da “Başkan olsa bize ne faydası olacak ki?” diye düşünenler var. Oysa Hindistan Biden döneminde epey önemli bir konuma geldi. Zamanında Amerika’ya alınmayan Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Biden tarafından Beyaz Saray’da şatafatlı bir şekilde ağırlandı. ABD’nin Hindistan düşkünlüğünün sebebi de Çin.
Hindistan Dışişleri Bakanı S. Jaishankar’a 13 Ağustos’ta “Hangi adayı tercih edersiniz?” diye sorulduğunda cevabı “Kim gelirse gelsin işbirliği içinde olacağımıza güvenimiz tam” diye yanıt verdi. Jaishankar dediğinde hatalı sayılmaz. Eğer Trump döneminde Pasifik bir numaralı endişe olmaya devam ederse Çin’e karşı ellerindeki en önemli nükleer güç Hindistan olacak. Üstelik Hindistan’ın da Çin’le sorunlar yaşaması bu işbirliğini daha güvenilir kılıyor.
Yine de Modi’nin tercihi muhtemelen Trump’tan yana olacaktır. Çünkü her ikisi de muhafazakâr isimler. Modi Hindu milliyetçisiyken Trump da göçmen karşıtı sert söylemlerde bulunuyor. İkili daha önce de birlikte çalışma imkanı yakaladı ve o zaman da iyi anlaşabildiler. Bugün hâlâ Trump Modi’den bahsederken övgüyle dolu şeyler söylüyor.
Oysa Trump döneminde Hindistan vatandaşlarının H1B vizelerini dondurarak bilişim sektörünü zora soktuğunu unutmamak gerekiyor. Biden döneminde bu yasak kaldırıldı ama yeni bir Trump döneminde yine dondurulabilir.
Harris açısından Hindistan’la ilişkileri zora sokacak en önemli şeylerden biri Modi’nin Hindu milliyetçiliğinin azınlıklara yaşattıkları. Harris’in bu konuda Biden’dan daha az toleranslı olması bekleniyor.
Güney Kore ve Japonya için şu anki en büyük tehditler Çin ve Kuzey Kore. Rusya da bu ülkelere verdiği destek nedeniyle listeye dahil edilebilir. Her iki ülke de Biden döneminde ABD ile ilişkilerini üst düzeye çıkardı. Burada uzun uzadıya anlatmayacağım ama Japonya ve Güney Kore karanlık geçmişlerinden dolayı normalleşmede uzun yıllar zorluk yaşadı. Bugün tam bir uzlaşıya varmış değiller. Ancak onları güvenlik anlaşması yapacak kadar birbirine bağlayan şey ABD. Eğer Trump gelirse bu ipin kopma ihtimali çok yüksek çünkü Trump, Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ile iyi ilişkilere sahip olduğunu ve bunu bozmayı düşünmediğini söylüyor.
Ayrıca Trump’ın güvenliğe karşılık para önerisi 2019 yılında Tokyo ile epey tartışmalı bir duruma gelmelerine neden oldu. Yine de Japonya Dışişleri Bakanlığının eski istihbarat analisti Sayo Masaru, 2 Ekim’deki bir konuşmasında “İşiba ve Trump aynı kafa yapısına sahip. Bence şaşırtıcı derecede aynı dalga boyundalar” dedi.
Öte yandan Güney Kore, Japonya’dan farklı olarak ABD birliklerinin ülkedeki varlığına harcadığı parayı artırmayı kabul ediyor. Ancak Trump’a göre bugüne kadar Biden yönetimi “para makinesi” olarak gördüğü Güney Kore’yi yeterince iyi kullanamadı: Eğer bugün iktidarda Trump olsaymış Seul’den her yıl 10 milyar dolar alabilirmiş.
Bu bakımdan her iki ülke için de Harris’in daha doğru bir tercih olacağını söyleyebiliriz.
Bugün seçimlerde neler yaşandığına çok kısa değinmeden geçemeyeceğim. Çünkü Trump eskilerin Cumhuriyetçisi, yenilerin Demokratı Liz Cheney hakkında çok tartışılan sözler söyledi.
Trump, Liz Cheney hakkında ne dedi: Trump dün Tucker Carlson’la söyleşti. Bu söyleşi sırasında hedefindeki isimlerden biri taraf değiştiren Liz Cheney’di. Onun için “aptal biri” ve “hem de çok aptal” diye konuştu. Sonra da Liz Cheney’i kurşuna dizmek anlamında “Onu karşımıza koyup yüzüne dokuz tüfek doğrultalım” minvalinde konuştu. Cheney’nin “radikal bir savaş yancısı” olduğunu söyleyen Trump, siyasetçilerin “Washington’daki güzel evlerinde otururken savaş çığırtkanlığı yapmasından” yakındı, “Bakalım yüzüne silah doğrultulduğunda ne düşünecek” diye devam etti.
Yanıt: Cheney Trump’a yanıt olarak “Diktatörler özgür ulusları böyle yok eder. Kendilerine karşı konuşanları ölümle tehdit ederek. Ülkemizi ve özgürlüğümüzü tiran olmak isteyen küçük, kindar, zalim ve dengesiz bir adamın eline teslim edemeyiz” diye konuştu. Oysa Trump’ın burada demek istediği belli ki ABD’nin Ukrayna savaşına verdiği destekle savaşın devam etmesine neden olarak daha çok insanın ölümüne yol açıyor. Oysa siyasetçiler bu kararı sıcak evlerinde, savaştan uzak bir şekildeyken veriyor.
Yukarıdaki fotoğraf, The New York Times gazetesinin yayınladığı son anket sonucu. Buna göre, seçimin sonunda başkanı belirlemekte büyük rol oynaması beklenen salıncak eyaletlerde durum hala başabaş. Bazılarında Trump önde gözüküyor, bazılarında Harris ama Ohio ve New Haven hariç hiçbir eyalette iki aday arasındaki fark araştırmaların hata payından daha fazla değil. Dolayısıyla anketler bize seçime bu kadar az süre kala bir sonuç hala veremiyor.