Yurdun dört bir yanında İsrail protestoları: ABD Adana’da konsolosluk kapattı
Hizbullah ve İsrail gerilimi tavan yaptı. ABD Kongresi hitabında "Abraham İttifakı" diyerek bir nevi Ortadoğu NATO'su imasında bulunan Netanyahu "vur izni" ile evine döndü. Savaş büyürse, Türkiye denklemin neresinde olacak?
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Kongresindeki konuşmasının yankıları sürüyor. Netanyahu’nun dördüncü kez hitap ederek eski İngiltere Başbakanı Winston Churchill’i geride bıraktığı ve ABD Kongre’sinde en çok konuşan yabancı lider olduğu hitabında Gazze işgalini meşru kılma çabası infial yaratmıştı. Temsilciler Meclisi salonundaki oturumda yaptığı ve yaklaşık bir saat süren konuşmada “Refah’ta hiç sivil öldürülmediğini” savunan Netanyahu “Bu savaş İsrail’in varoluş mücadelesidir ve teröristlerin etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir” demişti.
Ancak burada Netanyahu’nun bahsettiği “teröristler” yalnızca Filistinliler değil. Netanyahu yönetimi, kendi ülkelerinde özgürce yaşama hakları ellerinden alınan yıllardır işkence ve katliamla mücadele eden Filistinliler gibi ona destek veren ülkeleri de “terörist” yani “terör devleti” ya da “terör destekçisi” olarak görüyor. Bunlardan biri de hiç şüphesiz 8 Ekim’den bu yana Direniş Ekseni’ne verdiği destekle bölgesel bir savaşın olası aktörü olarak görülen İran.
Netanyahu’nun konuşmasındaki odağı o kadar İran’dı ki Hamas’a sıra geldiğinde konuşmaya başlayalı yaklaşık yarım saat olmuştu. Ortadoğu’daki mevcut durumu “barbarlık ve medeniyet” savaşı olarak niteleyen İsrail Başbakanı ülkesini “medeni” addedip Batılı müttefiklerinden “barbar” dediği İran ve Filistinli direniş örgütlerine karşı mücadelesinde destek istedi. Destek Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’ninki gibi silah ya da paradan ibaret de değildi. Yine Zelenski gibi bir ittifaka dahil olma çabası da değildi, Netanyahu direkt yeni bir yapılanma önerdi, ismini bile koydu: Abraham İttifakı. Yani bir nevi Ortadoğu NATO’su.
Özellikle de Hizbullah ve İsrail arasındaki çatışmaların savaşın büyüyeceği endişelerini iyice körüklediği şu günlerde bu ittifakın ihtimalini de göz ardı etmemek gerek.
Kongre’ye Abraham İttifakı’nı sunarken Netanyahu “Ortadoğu’da İran’ın terör ekseni Amerika, İsrail ve Arap dostlarımızla karşı karşıya” dedi. Diplomasi hamlelerindeki yoğunluğunu Pasifik ve Rusya’ya kaydırıp Ortadoğu’dan uzaklaşmak isteyen ABD’yi, bölgede tutma ısrarına dair bir stratejiydi bu. Netayahu’nun bu ısrarı ve stratejisinin altında yatanları yazının devamında irdeleyelim, öncesinde Ortadoğu NATO’su fikri nedir, ne değildir, ilk ne zaman gündeme geldi bir ona bakalım:
Ortadoğu’da İran’a karşı ittifak kurma fikrini ilk dillendiren Netanyahu değil. Birçok kez dile getirilip girişimlerde de bulunuldu ancak istikrarın oturmadığı bölgede sürekli değişen dengeler de haliyle kalıcı bir ittifak kurmanın önünü kapattı. Konuyu 1955 Bağdat Paktı’na değin götürecek değilim; Trump dönemine küçük bir flashback kâfi olacaktır.
Burada Netanyahu’nun “Arap dostlarımız” diye bahsettikleri önerdiği ittifaka sunduğu isimle de ilintili. Abraham Anlaşmaları… Yani eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde imzalanan İsrail ve kimi Arap ülkelerinin ilişkilerini normalleşme yoluna sokan anlaşmalar dizisi.
Dolayısıyla Abraham Anlaşmasıyla beraber İsrail ile flört etmeye başlayan iki Arap ülkesinden bahsedebiliriz: Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn. Peki Netanyahu’nun “Arap dostlarımız” derken büründüğü özgüven bu iki ülkeden mi ibaret, hayır.
Zamanında Abraham Anlaşmaları imzalanırken olumlu karşılayan bazı Arap ülkelerine de bakalım:
-Suudi Arabistan
– Mısır
Bu ülkeler ABD ile daha iyi ilişkilerin anahtarı olduğu için Tel Aviv yönetimiyle normalleşme sürecine girmişlerdi. Özellikle Biden yönetiminde normalleşme yoluna giren Suudi Arabistan her ne kadar Gazze’deki savaşın başlaması ardından süreci askıya aldığını duyursa temasların devamı konusunda istekli olduğu çoğu kez basına yansımıştı. Mısır ise Filistinlilerin yaratacağı göç akını konusunda bozuk ekonomisi yüzünden zaten tedirgin. Ve aynı zamanda Sisi yönetimindeki Mısır’ın Müslüman Kardeşlerle ilintili Hamas ile hamasetini tekrarlamaya gerek yok.
Evet; BAE, Mısır, Bahreyn ve Suudi Arabistan rahatlıkla sayabileceğimiz isimler. Filistin konusunda bir öyle bir böyle hareket eden, geçmişte İsrail’e karşı İran ile dost olan ancak geçtiğimiz aylarda İsrail’e saldırısında İran’a karşı devreye giren Ürdün ise biraz uzun bir konu. Ancak özetle İran’daki molla yönetimi sonrasında İsrail ile ilişkileri geliştiren Ürdün’ün de Batı tarafından bir Ortadoğu NATO’su planına dahil edilmek istendiğini 2022’deki Negev Zirvesi’nden biliyoruz. Negev Zirvesi de dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid’in Bahreyn, Mısır, Fas ve BAE dışişleri bakanlarının yanı sıra ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ı ağırladığı bir zirveydi. Ürdün ve Filistin Yönetimi katılımı reddetmişti. Ancak Ürdün’ün katılmama sebebi “Bakanın programı” olmuştu.
Pekala tüm bunlardan sonra daha önce ABD’nin giriştiği, Netanyahu’nun ise şimdilerde açık açık dillendirdiği bu Ortadoğu NATO’su fikrine biraz daha yakından bakalım. Öncelikle hem bölgede hem de bu bahsettiğimiz ülkelerin kaçında ne kadar ABD askeri konuşlu, inceleyelim.
Özetle İran’daki İslam Devrimi’nin bölgedeki mezhep gerilimlerini ve etki alanı yarışını tetiklemesiyle, Arap ülkelerinin Tahran’a nefretinin İsrail nefretinden ağır bastığını söyleyelim. Haliyle Tahran ile bölgesel rekabette bu saydığımız ülkeler ABD’den ve dolayısıyla İsrail’den yana saf tutmaya başladı. Aşağıdaki görselde son resmi verilere göre bilinen ABD askerlerinin bölgeye dağılımını görebilirsiniz.
Görüldüğü üzere yukarıda bir Ortadoğu NATO’su ihtimali olsa katılması muhtemel diye saydığımız ülkelerde hatırı sayılı miktarda ABD postalı var. Size beklendiğinizden az geldiyse bu sayı onun da bir nedeni var: Pasifik stratejisi. Ancak Ortadoğu’nun içinde bulunduğu durum, Çin’in bölgede artan nüfuzu ve İsrail’in savaşını meşru göstermek için takındığı ısrarı ve İran’ı hedef göstermesi her an denklemi bozabilir. Saldırılar ve savaşın yayılma ihtimali, Pasifik’e doğru stratejik bir eksenin parçası olarak son yıllarda ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını azaltma çabalarını tersine çevirebilir. Ki bu da mümkün görünüyor. Her ne kadar İsrail medyasının iddiası olarak kalsa da Netanyahu’nun ittifak önerisi dışında “Hizbullah’ı vur emri” aldığını ve evine bu şekilde döndüğünü duyduk. Eğer bu İsrail medyasının asparagas bir iddiası değilse o zaman savaşın yayılması ve Ortadoğu NATO’su kurulma ihtimali çok daha berrak bir hal alır.
Yukarıdaki haritada Türkiye’de bulunan ABD askeri sayısının 1185 olduğunu görüyoruz. Bunun en büyük sebebi de Türkiye’nin ABD’nin NATO müttefiki olması. Bir Ortadoğu NATO’su (bu arada Ortadoğu NATO’su dediğimiz şey NATO’dan bağımsız benzeri bir ittifak) bildiğimiz NATO’nun üyelerini ne derece kapsar sorusunu gündeme getiriyor. 32 üyeli NATO’da İsrail’e kesintisiz destek verenlerin tutacağı saf zaten belli, ama ya Türkiye? Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan en son açıklamasında “İsrail’e de gireriz” sinyali verdi, bunu da Libya ve Karabağ örneklerine dayandırdı. İsrail ile Türkiye arasında Filistin sebebiyle çıkacak doğrudan bir gerilimde Washington’un teorik olarak Ankara’dan yana olması beklenir. Ancak teoride olması gerekenlerin pratikte asla uygulanmadığının elbet bilincindeyiz. NATO’nun 5’inci maddesi gereği Ankara’nın yanında durması gereken Washington’un Tel Aviv’le sırt sırta duracağı bu denklem Türkiye’nin elini kolunu bağlar. Yani Türkiye Filistin konusundaki söylem sertliğini eyleme dökmekte (ticari ilişkileri kesmede yaptığı gibi) ya gecikecek ya da hiçbir zaman harekete geçemeyecek. Bunun nedeni de her ne kadar askeri olarak NATO’nun büyük askeri güçlerinden biri de olsa, ekonomik olarak zayıflamış ve diplomasi masasında parasını ödediği uçaklar için yıllardır bekletilecek kadar ciddiye alınmıyor olması. Türkiye Ortadoğu NATO’nun dışında kalacaktır, ancak dışında kalmak dışında yapabileceği pek de bir şey yok gibi görünüyor.
Netanyahu’nun Gazze’deki savaşın meşru görmesi için öne sürdüğü İran tehdidi, bölgeden çıkış yolu arayan ABD’yi daha da sıkıştırıyor. İsrail Başbakanının Kongre hitabından önce de konuşmasında İran’ı ön planda tutacağı ön görülüyordu. İran’ı tehdit olarak gösteren Netanyahu bu sayede ABD ve diğer müttefiklerini bölgede tutmaya çalışıyor. Bunun da birkaç nedeni var…
İsrail Ordusu artık gittikçe yorgun düşüyor. Hatta ordu içinde dahi çatlak sesler çıkmaya başladı. Bu yüzden yabancı kuvvetlerle takviye yapma düşüncesi, Tel Aviv yönetimine cazip gelen çözümlerden biri. Netanyahu’nun aşırı sağcı yönetimi, ülke içinde olduğu kadar uluslararası arenada da yalnızlaşmaya başladı. Tabii yalnızlaşmak derken bunu topyekûn bir izolasyon gibi düşünmemek gerek. Kürsülerden İsrail’i eleştirip el altından silah ve desteğin devam ettiği bir “izolasyon” bu. Haliyle müttefikleri ortak bir İran tehdidinde birleştirmeyi başarırsa eğer Netanyahu “tüm dünyayı büyük bir tehditten korudukları” iddiasıyla bir anda kahramana dönüşebilir. Onun aradığı da zaten bu.
Savaşın genişleme ihtimalinin hiç olmadığı kadar büyüdüğü şu günlerde Netanyahu’nun savaşını Batı’ya meşru olarak kabul ettirmesi İran’dan geçiyor. İsrail’in İran’dan destek alan Hizbullah’a karşı “vur izni” alması da ABD’nin bu tehdidi kabul ettiğini göstermekte.
Batı’nın maskeli balosunda çözüm arayışları da aynı samimiyetsizlikte. Haliyle bu savaşın gerçekten bitmesini isteyenler ölmeye, öldürmek isteyenler de öldürmeye devam edecek gibi.