Nijer’de darbecilere askeri müdahale ihtimali: ECOWAS’ın planı hazır
Bugün Şili'de Allende'nin de hayatını kaybettiği 11 Eylül darbesinin 50'nci yıldönümü. 17 yıllık darbe döneminde on binlerce kişi işkence gördü, hayatını kaybetti. Bazılarının akıbeti hâlâ bilinmiyor. Pinochet döneminin acıları henüz dinmemişken ülke darbe konusunda ikiye ayrılmış durumda.
Bugün 11 Eylül. Darbeyle devrilen Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’nin ölümünün 50’inci yıldönümü. Allende hükümetinde kültür danışmanlığı yapan Ariel Dorfman, NYT’ye verdiği demeçte, “General Pinochet hayallerimizi söndürmekle kalmadı, insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir dönemi de başlattı” diyor. Pinochet’nin cunta yönetiminin başladığı 1973’ten sona erdiği 1990’a kadar 40 binden fazla kişi, fiziksel ve psikolojik işkenceye uğradı. Yüz binlerce muhalif ve muhaliflerle bağlantılı olduğu şüphelenilen siviller hapse atıldı, öldürüldü, işkence gördü ya da sürgüne gönderildi. Binden fazla kişi hâlâ kayıp, ne cenazeleri ne de mezarları var.
Allende 1970 yılında seçimleri kazandığında sol partilerden oluşan koalisyonu, Şili’yi yabancı şirketlere ve oligarşiye bağımlılıktan kurtarmayı amaçlayan bir dizi politikayı yürürlüğe koydu. Bunu yaparken sadece yerel çapta değil, uluslararası arenada da aktif bir çaba sergiledi. Ölümünden günler önce Cezayir’de yapılan Bağlantısızlar toplantısına katılamasa da kaynakların uluslararası muktedir güçlerden bağımsız bir şekilde kullanılmasının savunulduğu zirveye uzaktan desteğini verdi.
Dorfman, “Bizim için parlak bir fırsat olan bu durum, devrimimizi kendi kimliklerine ve geleneklerine küstahça bir saldırı olarak gören bazı yurttaşlarımıza tehdit gibi geldi. Bu durum özellikle de mülklerini ve imtiyazlarını doğal hakları ve ebedi düzenin bir parçası olarak görenler için geçerliydi” diyor. Şili’nin zenginliğinden nemalanan bu kişiler, dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’ın hükümetinin ve CIA’in desteğiyle Allende’nin hükümetini sabote etmek için komplo kurdular.
George Washington Üniversitesi’ndeki Ulusal Güvenlik Arşivi’nde bulunan gizliliği kaldırılmış belgeler, ABD’nin darbeden üç yıl önce 1970’teki seçimlerde Allende’nin seçilmesini önlemeye çalıştığını kanıtladı. Sonra ABD’nin Şili ordusunun siyasete karışmasına karşı çıkan General René Schneider Chereau’nun Ekim 1970’te öldürülmesinden sorumlu sağcı güçlerle işbirliği yaptığı da ortaya çıktı. ABD hükümeti tüm bunlara rağmen Allende’nin Moneda Sarayı’na çıkmasına engel olamadı.
ABD’nin Allende yönetimine bu kadar karşı çıkmasının sebebi dönemin Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın da deyimiyle ‘Şili halkının sorumsuzluğu nedeniyle bir ülkenin komünistleşmesine izin vermeyecek’ olmasıydı. Kissinger’ın Allende hükümetini sabote etmek için Başkan Richard Nixon ile birlikte çalıştığı biliniyor ve CIA’in planlamadan sorumlu Direktör Yardımcısı Thomas Karamessiner, Kissinger’ın emrini CIA’in Santiago’daki şefine iletti: “Allende’nin bir darbeyle devrilmesi kesin ve daimi bir politikadır.” Bu emirde vurgulanan bir diğer konuysa darbedeki ‘Amerikan elinin’ gizlenmesi gerektiğiydi.
Dorfman darbenin yaşandığı 11 Eylül gecesini şöyle anlatıyor: “Zenginler ve muktedirler hiç yas tutmadı. Onlar, tımarları olarak gördükleri bu ülkeyi yeni Küba olmaktan korktukları bir durumdan kurtarmış olmalarını kutluyorlardı. O gün darbenin kurbanları ile darbeden faydalananların arasında açılan uçurum, 1990’da demokrasi yeniden tesis edilse bile hâlâ devam ediyor.”
Şimdi darbenin 50’nci yıldönümü. Bugün Şili’deki pek çok muhafazakâr 1973 darbesinin gerekli bir düzeltme olduğunu savunuyor. Anket şirketi Mori’nin mayıs sonunda yaptığı bir ankete göre katılımcıların yüzde 42’si darbenin ‘demokrasiyi mahvettiğini’ inanırken, yüzde 36’sı Şili’nin ‘Marksizm’den kurtulduğunu’ düşünüyor. Ankete katılan 18-35 yaş arasındaki kişilerin yüzde 41’nin ise darbe hakkında çok az ya da hiçbir şey bilmediği görüldü. Darbe sonrası nasıldı, bir göz atalım:
Darbeden haftalar sonra bir Puma helikopteri Atacama’daki maden kasabası Calama’ya indi. Helikopterdekiler ‘Ölüm Kervanı’ olarak bilinen bir ölüm mangasının üyeleriydi. Bu kişiler 19 Ekim’de dövülmüş ve işkence görmüş 26 genç erkeği kasabanın eteklerindeki bir tepeye götürerek kurşuna dizdi. Öldürülenlerin ailelerine ertesi gün eşlerinin/kardeşlerinin/oğullarının öldürüldüğü haber verildi ancak hiçbirinin cesedi teslim edilmedi. Bugüne kadar ailelerin çabalarıyla 24’ünün kalıntıları tespit edilebildi, son ikisinin durumu ise belirsizliğini koruyor.
67 yaşındaki Teresa Berrios The Guardian’a, “Yaşadıklarımızla dalga geçen ya da bunlara inanmayan insanlar var” diyor. Teresa, Eylül 1973’te Chuquicamata’da askerler tarafından sorgulanmak üzere bir eve götürüldü ancak o evde askerlerin tecavüzüne uğramış. Üç hafta sonra da kocası ‘Ölüm Kervanı’ tarafından vurularak öldürülmüş. “Bu yükü 50 yıldır taşıyorum” diyen Teresa, “Tek isteğim bunun bir daha asla yaşanmaması. Çünkü bir kez oldu. Şili geçmişini unutmamalı” diye devam etti.
Ancak ülke siyasi partiler ve gruplar arasında ikiye bölünmüş durumda. Geçen ay aşırı sağcı bir kongre üyesi, Santiago’daki işkence merkezinde sistematik olarak uygulanan cinsel şiddeti ‘şehir efsanesi’ olarak niteleyerek ortalığı karıştırdı. Şili’de diktatörlük döneminde işlenen insan hakları ihlalini reddetmek, bu ihlalleri meşrulaştırmak, küçümsemek ve hatta kutlamak anayasal olarak yasak değil.
Solcu Cumhurbaşkanı Gabriel Boric, pazar günü darbe döneminde kaybolmuş kişilerin ailelerinin de katıldığı bir yürüyüşe eşlik etti. Herkesin siyahlara büründüğü yürüyüş, Santiago’nun en işlek caddelerinden biri olan ve başkanlık sarayı La Moneda’nın önünden geçildiği Alameda’da yoğunlaştı. Ancak kar maskesi takan Pinochet yanlısı bir grup protestocu kalabalığa saldırarak sarayı taş yağmuruna tuttu.
Dressed in black and carrying candles, hundreds of women are protesting in Chile's capital Santiago. Ahead of the 50th anniversary of the military coup, they demand a #NuncaMás (never again). pic.twitter.com/Ehl7qyCeSk
— Benjamin Alvarez (@BenjAlvarez1) September 11, 2023
Allende’nin hayranı olan 37 yaşındaki Boric, son zamanlarda askeri yönetimin hiçbir koşulda meşru görülemeyeceğini konusunda tüm siyasi partilere ortak bir bildiri imzalatmaya çalıştı. Geçen hafta sağ partiler bu bildiriyi imzalamayı reddetti. Şili’nin Trump’ı olarak görülen ve 2025’te yapılacak seçimlerde sağın favori adayları arasında yer alan Jose Antonio Kast, Pinochet’nin mirasını açık açık destekliyor. Destekçileri gibi Kast da 11 Eylül darbesinde yaşananları kınamayı reddediyor ve ‘sonucu ne kadar üzücü olursa olsun’ silahlı kuvvetlerin ülkeyi sosyalizmden kurtarmak için ‘başka alternatifi olmadığı’ konusunda ısrar ediyor.