‘Emekli zirvesi’ hafta başında yapılmış, iş de bitmiş
Türkiye'de emekli, malul ve yaşlılık aylığı almayı hak eden 16 milyon kişi var. Elbette nüfusun yüzde 19'unu oluşturan bir yurttaş topluluğunun problemlerinin toplumun diğer kesimleri üstünde sosyal, ekonomik ve politik etkileri olacaktır.
Veriye dayalı politika analizi yapmak ve politika tasarım sürecine katkı sağlamak üzere bir grup iş insanı, bürokrat ve akademisyen tarafından kurulan Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) Maliye ve Para Politikası Araştırmaları Merkezi Direktörü Dr. M. Coşkun Cangöz Türkiye’de emeklilerin neden mutsuz olduğunu analiz etti. Dr. Cangöz çok çeşitli hikayelere, fikirlere ve görüşlere ev sahipliği yapan Medium adlı açık sosyal yayıncılık platformunda yayınlanan yazısında Türkiye’de 2023 itibariyle emekli, malül ve yaşlılık aylığı hak edenler olmak üzere pasif sigortalı olarak tanımlanan 16 milyon kişinin toplam nüfusun yaklaşık yüzde 19’unu oluşturduğunu belirterek onların sorunlarının tüm toplumu etkileyeceğini belirtti. Cangöz’ün yazısı şöyle:
Yazıma eklemek için emeklilerle ilgili bir görsel ararken bu tür materyal sağlayan internet sitelerinde karşıma çoğunlukla gülen, doğada ya da kentte hareket halinde olan, aynı yaş grubundakilerle ya da çocuklarla, gençlerle sosyalleşen kadınlar ve erkekler çıktı. Yukarıdaki bunların sadece bir tanesi. Bu gibi görsellerin pek çoğunun yurtdışı (genellikle de batı ülkeleri) kaynaklı olması beni Türkiye’deki emeklilerin hali nasıl resim ediliyor acaba diye ülkemizdeki medya kuruluşlarının internet sitelerine yöneltti. Burada banka ve ATM kuyruğunda bekleyen, parklarda ya da duvar diplerinde oturarak vakit geçiren, pazarlarda fiyat etiketlerine bakan yaşlı ve mutsuz erkekler ve kadınlar var.
Türkiye kaynaklı medyada sıkça karşıma çıksa da telif olabileceği düşüncesiyle buraya almadığım bir fotoğraf durumu genel olarak yansıtıyor aslında. Bu görselde iki kelimeyle durum özetlenmişti: “Emekliyim, mutsuzum” nokta.
SGK’nın 2023 yılsonu verilerine göre Türkiye’de emekli, malül ve yaşlılık aylığı hak edenler olmak üzere pasif sigortalı olarak tanımlanan 16 milyon kişi bulunuyor. Yani toplam nüfusun yaklaşık yüzde 19’u emekli ve hak sahibi. Oysa ki 2022’de emekli sayısı 13,9 milyon ve nüfusa oranı da yüzde 16,3’tü. 2023 yılındaki bu artış 1,7 milyon EYT’linin emeklilik sistemine eklenmesiyle birlikte ortaya çıktı.
Öte yandan, EYT’liler emekliliği hak etmiş olsalar da yarısı çalışmaya devam ediyor. Ortalama yaşı daha fazla olan diğer emeklilerin ise üçte biri çalışıyor. Ancak emeklilerin boş vakitlerini değerlendirmek için çalışmadığı aşağıdaki grafikten net bir şekilde anlaşılıyor. Ve tabii neden mutsuz oldukları da.
Kaynak: SGK, İPA
DİSK-AR verilerine göre Türkiye’de emekli ve hak sahiplerinin ortalama aylığı 2012 yılında 357 euro iken 2021 yılında 230 euroya gerilemiş. Gelinen noktada Türkiye, 32 Avrupa ülkesinin yer aldığı listede en düşük ortalama emekli ve hak sahibi aylığına sahip ikinci ülke konumunda. Oysa ki 2012 yılında en düşük maaş veren 9. ülkeydi.
Bu iki veriye bakarak yüksek enflasyon ve geçen beş yıllık dönemde yaşanan kur şokları nedeniyle emekli ve dar gelirli çalışanın alım gücünün hızla gerilediğini ve yoksullukta buluştuğunu söyleyebiliriz.
Birincisi, emekli ve hak sahiplerinin toplam nüfus içindeki payının büyüklüğü. Elbette, nüfusun yüzde 19’unu oluşturan bir yurttaş topluluğunun problemlerinin toplumun diğer kesimleri üzerinde sosyal, ekonomik ve politik etkileri olacaktır. Nitekim Mart 2024 yerel seçimlerinde oluşan politik tablonun en önemli belirleyicileri arasında emeklilerin olduğu seçimden sonra konuşulan konuların başında geliyordu.
İkincisi, emekli ve hak sahiplerinin aylıklarının ödenmesinde kendine yeterli bir emeklilik sistemi bulunmuyor ve sistemin açıkları devlet bütçesi tarafından karşılanıyor. Dünyada emeklilik sistemlerinin aktüeryal (gelir-gider) dengesinin sağlıklı olup olmadığının önemli bir göstergesi ve sisteme prim ödeyen (aktif) sigortalılarla sistemden aylık alan (pasif) sigortalılar arasındaki oranı ifade eden “aktif/pasif oranı”dır. Uzmanlar tarafından bu oranın 4 civarında olması gerektiği ifade edilse de OECD ülkelerinde genellikle 2’nin altında olduğu görülüyor. Türkiye’de ise 2021 yılında 1,9 olan aktif/pasif sigortalı oranı EYT’lilerin de sisteme girişiyle birlikte 2023 yılında 1,6’ya gerilemiş durumda. Dolayısıyla çalışan sayısı ile emekli sayısı arasındaki makasın giderek daralması emeklilik sisteminin de giderek artan bir şekilde açık vermesine yol açıyor. Bu da emekli ve hak sahiplerine ödemelerin sadece sisteme prim yatıran sigortalıların değil bütün vergi ödeyenlerin katkısıyla ve devletin borçlanmasıyla yapılabildiği anlamına geliyor.
Üçüncüsü, bütçe tedbirleri, enflasyon, ekonomik kriz gibi nedenlerle emeklilerin alım gücünün ve refahının zayıflaması sadece tüketici güvenine ve ekonominin büyümesine olumsuz etki yapmakla kalmıyor, emeklilerin durumu sosyal barışı ve toplumsal adaleti de yaralıyor.
Dördüncüsü, emeklilik sisteminin kendine yeterli olmaması nedeniyle emekli ve hak sahiplerinin aylıklarında yapılacak düzenlemeler doğrudan doğruya devlet bütçesine etki ediyor. Bu kapsamda gündeme gelen popülist uygulamalar kamu maliyesi dengelerini ve enflasyon bekleyişlerini bozuyor. Bunun yansımaları da bütün yurttaşlara etki edecek şekilde ortaya çıkıyor. Liste daha da uzayıp gider. Ne yapmalı?
Emekli sayısının bir yılda yüzde 10’dan fazla arttığı 2023 yılı emeklilik sistemindeki açığı kalıcı bir şekilde genişletti. Buna paralel olarak da devlet bütçesinden SGK’ya transferler önemli artış gösterdi.
Diğer taraftan ekonomi yönetimi 2024 yılı için GSYH’ye oran olarak yüzde 6,4 olarak programlanan bütçe açığının azaltılmasını ve sürdürülebilir seviyelere çekilmesini hedefliyor. Bu durum yılın ilk altı ayı için yüzde 49,25 zam alan emeklilerin yüzde 75’e ulaşan enflasyon karşısında eriyen aylıkları için yılın ikinci yarısında enflasyonun üzerinde zam yapılması talebi ile çatışıyor. Öte yandan, yapılabilecek ilave zammın yüzde 39 seviyesine indirilmesi hedeflenen enflasyon üzerinde risk yaratacağı da sıklıkla ifade ediliyor.
Ancak bütçede yapısal bozulmanın 2016 yılında başladığı, pandemi döneminde üretim problemleri ve arz yetersizliği varken düşük faiz politikasıyla ekonominin körüklendiği ve bunun sonucu olarak enflasyon sarmalının ortaya çıktığı göz ardı edilmemelidir. Geldiğimiz noktada kamu maliyesi dengelerinin düzeltilmesi ve enflasyonun düşürülmesini hedefleyen ekonomik programın maliyeti olacaktır. Bununla beraber, kayıt dışı ekonomi, enflasyon koşullarında ortaya çıkan fırsatçı piyasa davranışı ve değer artışları nedeniyle oluşan rant karşısında dezenflasyon sürecinde ortaya çıkacak maliyetin dar gelirli çalışanlar ve emekliler tarafından karşılanması pek adil görünmüyor.
Bu aşamada, gelirler politikasının asgari ücretli ve emeklilerin refah seviyesini aşamalı olarak yükseltecek bir şekilde belirlenmesinin yanı sıra bu tamamlayıcı yapısal reform adımlarının belirlenmesi gerekiyor. Bu bağlamda;
-Emeklilik ve sağlık sistemlerini birbirinden ayırarak şeffaflaştıracak bir sosyal güvenlik reformuna,
-Vergide kayıt dışılığın önlenmesine ilişkin güçlü tedbirlerin yanı sıra değer artışlarının vergilendirildiği, dolaylı vergilerin sistem içindeki payının azaltıldığı bir vergi reformuna,
-Vergi mükelleflerinin parasının karşılığını sağlayacak şekilde bütçe harcamalarının yeniden önceliklendirilmesine,
-Basit ve anlaşılır bir mali kural ile bunu izleyecek bir mali konseyin oluşturulmasına ihtiyaç var.
-Bilanço uyumsuzluğu kaynaklı maliyetlerin ortadan kaldırılması ve dışsal şoklara karşı direncin artırılmasını teminen devletin varlık ve yükümlülüklerinin bütüncül bir yaklaşımla yönetilmesine ilişkin uygulamalar hayata geçirildiğinde dezenflasyon süreci başarıya ulaşacağı gibi öncelikli olarak dar gelirli kesimlerin refahı olmak üzere toplumsal refah hızlı bir şekilde artacaktır.”