Akademik çalışma sırasında okunan harp ceridesiyle geri çekilen birliğinden firar edip savaşmak için ateş hattına giden askerin hikayesi ortaya çıktı. Çanakkale Çan'dan 'Hüseyin oğlu Ali' "Ne olur bana izin verin, savaşmak istiyorum" demiş.
Çanakkale Savaşları, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki hem en ‘büyük zaferi’ hem de en ağır kayıpları yaşadığı savaşlardan biri. 25 Nisan 1915’te başlayan çıkarma sırasında Çanakkale’yi başında Alman general Liman von Sanders’in bulunduğu Osmanlı 5. Ordusu savunuyordu. Çıkarma yapan İtilaf Devletleri ise Birleşik Krallık, Fransa ve Birleşik Krallık’ın kolonilerinden getirilen Hindistan, Avustralya ve Yeni Zelanda (Anzak) birliklerinden oluşuyordu.
Dokuz buçuk ay süren muharebeler her iki taraf açısından önemli sonuçlar doğurdu. Üstünden 109 yıl geçmesine rağmen arşiv belgeleri okundukça savaşa dair yeni hikayeler ortaya çıkıyor.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi (AÇASAM) Müdür Yardımcısı Dr. İsmail Sabah doktora tezi için çalışırken belgeler arasında Hüseyin oğlu Ali’yle karşılaştı:
“Burada savaşan birliklerin tuttuğu kayıtları okuduğumuz zaman gün yüzüne çıkmamış daha nice kahramanlıkları bu belgeler üzerinde okuyabilmekteyiz. Bunlardan biri de Çanakkale’nin Çan ilçesine bağlı Bozguç köyünden Çanakkale muharebelerine katılmış olan Hüseyin oğlu Ali’nin hikayesi. Hüseyin oğlu Ali normalde Seddülbahir bölgesinde muharebe etmekte olan 17. Alay’da görevli bir asker ve Fransızlarla savaşırken kayıplar verdiği için 2. Kerevizdere Muharebesi’nden sonra alayın Saros bölgesine geri çekilmesi kararlaştırılıyor.
Fakat 17. Alay makineli tüfek bölüğüne bağlı Hüseyin oğlu Ali siperden çıkmak istemiyor. Neden siperden çıkmak istemediği kendisine sorulduğunda şu cevabı veriyor; ‘Savaşmaya doyamadım. Siz gidin beni burada bırakın komutanım’ diyor. Fakat bölük komutanının ısrarlı emirleri sonucunda Hüseyin Oğlu Ali mevzisini bırakarak geri çekilmek zorunda kalıyor. 26 Temmuz tarihinde da alayın Saros bölgesine intikali tamamlanıyor.
Hüseyin oğlu Ali ‘savaşmaya doyamadığı için’ birliğini terk edip firar ederek Seddülbahir’e doğru, o doyamadığı savaşa kavuşmak üzere yeniden yola çıkıyor. Fakat tarih öyle manidar ki 5 Ağustos’ta yola çıkan Hüseyin oğlu Ali bu intikali yürüyerek gerçekleştiriyor. Tabii bu arada gün dönüyor. Tarihler artık 6 Ağustos 1915 tarihini gösteriyor ve Kanlısırt’a doğru Avustralyalıların taarruzu başlıyor. Burada da öyle bir kanlı muharebe başlıyor ki Avustralya resmi tarihine baktığımız zaman buradaki muharebe için şu ifadenin kullanılmış olduğunu görüyoruz; ‘Savaşan askerlerin ölen arkadaşlarına gösterebilecekleri tek saygı yüzlerine basmamaktı’ diyor. Hüseyin oğlu Ali bu muharebede yaralanan askerlerle karşılaşıyor.
Bizim tahminlerimize göre yaralı askerlerle Akbaş İskelesi’nin olduğu yerde karşılaşıyor. Ve bu yaralı askerlerle diyaloğu esnasında Arıburnu’nda çok büyük bir savaşın başladığını ve kendilerinin de yaralanıp cephe gerisine sevk edildiğini öğreniyor. Bu cevabı alan Hüseyin oğlu Ali ‘Aradığım savaşı buldum. Artık Seddülbahir’e gitmeme gerek kalmadı’ diyerek yaralıların nakledildikleri yoldan ve tüfek seslerini de takip ederek Kanlısırt’a geliyor. Kanlısırt’ta ilk hat siperlerini kaybetmiş olan 47. Alay’ı desteklemek üzere gelen ilk birlik ise 57. Alay’ın birinci taburu.
Tabur komutanı Zeki Bey, Hüseyin oğlu Ali ile burada karşılaştığında kendisine bağlı bir asker olmadığı için ‘Burada ne arıyorsun. Sen kimsin’ gibi sorular sorduğunda ‘Ne olur bana izin verin, savaşmak istiyorum’ cevabını alıyor. Bunun üzerine bu kahraman askerin bu örnek davranışını görüp kendisine izin veriliyor ve Hüseyin oğlu Ali 57. Alay’ın 1. Taburu ile birlikte tam üç gün boyunca Kanlısırt’ta Avustralyalılara karşı harp ediyor.”
57. Alay 1. Tabur’un dönmesinden sonra Zeki Bey’in firari gözüken Hüseyin oğlu Ali için rapor kaleme aldığını da ceridelerden öğrendiklerini belirten Dr. Sabah “Kaleme almış olduğu bu raporda da bu kahraman asker hakkında herhangi bir işlem yapılmamasını istiyor” dedi.