CIA’deki MeToo hareketine öncü oldu, ama jüri taciz sanığını suçsuz buldu
CIA'in 1979 yılında yazdığı Türkiye raporunda ülkenin çok partili sisteme geçmesinin ardından kemalist düşüncenin "irrasyonel ve verimsiz stratejiler haline geldiği" ifade edildi.
Amerikan Merkez Haber Alma örgütü CIA’in 1979 yılında yazdığı Türkiye raporunda kemalizm de masaya yatırıldı. O dönem yaşanan sorunların temelinin geçmişteki kemalist politikalardan kaynaklandığı iddia edilerek raporda “Kemalizmin elitist ve dışlayıcı doğası, ekonomik kalkınmanın getirdiği toplumsal farklılaşmayla birleşerek, siyasi istikrar ve uzlaşma için gerekli olan konsensüsü baltalayan yabancılaşmış bir karşıt kesim üretti. Kemalizmin kentsel alanlara vurgu yapması ve kırsal kesimi ihmal etmesi, başlangıçta kentlerde gelişen ve modernleşen, kırsal kesimde ise özellikle doğuda hala geleneksel ve geri kalmış bir ‘İki Türkiye’nin evrimini hızlandırdı. Türkiye gelişmemiş ve kontrollü bir ekonomiye sahip olduğu sürece etkili olan yüksek büyüme devletçi ve otarşik (kendi kendine yeten) politikalar, yerini ekonomi gelişip daha açık ve karşılıklı bağımlı hale geldikçe kemalist düşünce irrasyonel ve verimsiz stratejiler haline gelmiştir” denildi.
Kemalizmin genç Türkiye’nin kurulmasında rolü ise raporda şöyle anlatılıyor:
“Modern Türkiye’nin temel özellikleri, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından Batı tarzı bir ulus devlet yaratmaya çalışan Mustafa Kemal Atatürk’e dayanmaktadır. Atatürk’ün radikal bir toplumsal devrimden ziyade kültürel ve kurumsal modernleşmeye daha fazla önem vermesi, Türkiye’nin gelişiminde bugün istikrarsızlığının ana nedeni olan boşluklar yaratmıştır. Atatürk’ün altı ilkesinden anlaşıldığı üzere, cumhuriyetçilik Osmanlı hanedanlığı yerine yeni bir meşruiyet sağlayacak; milliyetçilik Osmanlı’nın çok etnikli karakteri ve köleci dış politikası yerine etnik bir Türk kimliğini ve iddiasını yansıtacak; halkçılık ulusal hedefler doğrultusunda sınıf uyumu ve işbirliğini sağlayacak; laiklik ülkeyi geleneksel İslami kurum ve değerlerinden ayıracak; devletçilik (devlet kapitalizmi) özel sektörün sürdüremediği hızlı kalkınmayı sağlayacak ve inkılapçılık değişime olan bağlılığı ortaya koyacaktı.
Atatürk ve çalışma arkadaşları elitist, vesayetçi ve otokratikti. Rejim öncelikle bürokrasi, aydınlar ve toprak sahibi eşrafla zımni ittifak halindeki ordu arasında destek buldu. Tüm bu gruplar, işlevi elitleri örgütlemek ve kitleleri harekete geçirmek olan Cumhuriyet Halk Partisi’nde temsil ediliyordu.”
CIA raporunda kemalizmin çok partili döneme geçişten sonra sisteme tam uygun olmadığı belirtilerek “Kademeli ve pragmatik bir şekilde uygulanan kemalizm, modern bir ulus devletin temelini oluşturmada etkili oldu. Geleneksel kurumlar ve değerler kısıtlandı, Batı modelleri topluma aşılandı ve ülke, özellikle kemalist dönemin ikinci yarısında, sanayileşme yolunda daha hızlı ilerledi. Ancak kemalist ilkeler, kitleler siyasi sistemden tam pay ve fayda talep etmeye başladıkça, modernleşmenin daha sonraki bütünleştirici ve dağıtıcı aşamasına çok daha az hizmet etmiştir. Kemalizm, çok partili demokratik siyasete veya ekonomik kalkınmanın daha ileri aşamalarına da tamamen uygun olmamıştır” diye ifade edildi.
Raporda bazı Türklerin kemalist düşüncenin marksizmin bir uzantısı olarak görebileceği vurgulanarak “Kemalizm orduyu siyasetten resmen ayırmış olsa da, subayları ulusun koruyucusu olarak görevlendirmesi orduyu devlet içinde devlet gibi davranmaya yöneltmiştir. Benzer şekilde, Türkiye’yi zaman zaman Batı toplumunda dikenli bir ortak haline getiren yaygın milliyetçilik, Batı’nın kültürel ve kurumsal özelliklerinin Kemalist taklidiyle sık sık çatışmıştır. Son olarak, kemalist sınıfsız gelişme modeli Türkiye’ye marksist modellerle rekabet edebilecek bir değişim felsefesi sunarken, marksizm bazı Türklerde Atatürk’ün ideallerinin bir uzantısı gibi görünebilir. Türkiye otoriter, tek partili bir devlet olarak kaldığı sürece kemalizmin paradoksları önemsiz görünüyordu. Ancak iç baskılar ve Sovyet tehdidine karşı Batı’nın savunma desteğini alma arzusu Türkiye’yi çok partili bir demokrasiye dönüştürdükten sonra bu paradokslar siyasi sistemin içine sızdı. Bu paradokslar artık günümüz Türkiyesinin karakteristiği haline gelen ve tekrar eden huzursuzluğun başlıca nedenleridir” denildi.