Ruh: Hatay’ın bir yılda yaşadıklarının ete kemiğe bürünmüş hali
6 Şubat'ta Hatay'daki Kuyumcular Çarşısı'nda bekçiydi. Hemen hırsızlar geldi çarşıya. 100 kilo altını korudu. Yakınlarından kaybı yok, "Aile bütünlüğümüz bozulmadı' diyor. Can Soğutoğlu artık Hatay'ın tarihi semtinde gece bekçiliği yapıyor.
Hatay’daki Kurtuluş Caddesi… Burası dünyanın ilk ışıklandırılan caddesi olarak biliniyor. Hatay’a depremden önce gelenler için mutlaka gezilip görülmesi gereken yerlerden biriymiş. Çünkü tarihi camiler, hamamlar, kiliseler, medreseler, evler bu caddesinin çevresinde. Yani Hatay’ın tarihi yüzü burası. Ama bu bölge de depremde büyük hasar almış.
İki katlı otelimiz bu bölgedeydi. Otelde kalırken Hazar ile bir ses dikkatimizi çekti. Belli aralıklarla düdük çalıyor birisi. Sonra ikinci günümüz akşamı rastladık düdük çalana, bekçi Can Soğutoğlu. Elinde feneriyle devriye atıyor. Tanıştık, “Müsaitsen gece çay içmeye yanına gelelim” dedik. “Sevinirim” dedi.
Can, aslında o bölgedeki Katolik Kilisesi’nin bekçisi. Ama tüm mahalleyi koruyor. Yakınlarda konteyner’da kalan polisler, “Bir şey olursa üç kere uzun uzun düdük çal, biz anında geliriz” demişler. Can da gece boyu sürekli devriye atıyor.
Can, doğma büyüme Hataylı. “Eskiden Kuyumcular Çarşısı’nda çalışıyordum” diyor: “Orada bekçiydim”. 6 Şubat’ta da depreme çarşıda yakalanmış: “Uyuyordum, köpeğim var Mars. Üzerime bir zıpladı, beni uyandırdı. Nasıl havlıyor! Bilirsiniz köpekler hisseder depremi. Sonra sallanmaya başladı her yer. Ama alttan vuruyor sarsıntı. Allah inandırsın yatak 30 santim havalandı.”
İki depremi arka arkaya çarşıda yaşamış Can: “Etrafım altınlarla dolu. Çarşıda o esnada 100 kilo altın var. Yerlere saçıldı hepsi. Çıkamıyorum da, kapıların önü molozla kapanmış. Daha ben ne olduğunu anlamadan, hırsızlar geldi.”
“Hırsızlar mı?” diyoruz Hazar ile aynı anda. Hani o an hırsızlık yapmak!? Can yüzümüze bakıyor ‘Nerede yaşıyorsunuz’ dercesine. Depremde “Eskişehir’den, Antep’ten hırsızlar geldi buraya. Kaç kişiyi savuşturdum. Üç gün kaldım Kuyumcular Çarşısı’nda. Bazen düdük çalmam da korkutmuyordu hırsızları. Silahım vardı, çekip havaya ateş ediyordum. Üç şarjör boşalttım” diyor.
Tabii o üç gün boyunca aklı çocukları, eşi ve kız kardeşindeymiş. “Sonunda AFAD geldi, çıktım ben. Çarşıyı da polislere emanet ettim, ailemi bulmaya gittim. Çocuklar ve eşim kurtulmuşlar. Allah onları bana bağışladı. Ama ablam enkaz altındaydı. Onu çıkardık. Çok şükür o da iyi şimdi. Her şeyimizi kaybettik ama sağlığımız yerinde” diyor.
Peki ya 100 kilo altın: “O karmaşada çalınmış. İstanbul’a götürmüşler. Polisler satarken yakalamışlar. Zaten bütün altınlar kayıtlıdır. Kayıtlar polise verilmiş. Polis de kuyumcuları uyarmış. Satış sırasında hemen ihbar gidiyor polise. Polis de enselemiş hırsızları.”
“Aile bütünlüğümüz bozulmadı.” Bu sözü ilk Can’dan duyduk. Hatay’da eğer ailede kayıp yoksa böyle deniliyor. Çok az aileden işittik ama böyle bir tabir ortaya çıkmış depremden sonra. Can da ailecek kurtuldukları için şükrediyor.
Ama sonrası biraz çileli geçmiş: “İki ay parklarda yattık. Her şeyimiz gitmiş. Sonra Mersin’de Katolik Kilisesi sahip çıktı bize. Yedi ay baktılar. Hatay’a döndüm. İş yok, güç yok. Allah kimseyi çaresiz bırakmasın. Aşağıda Ortodoks kilisesi var. Orası tamamen yıkıldı. Buradaki Katolik Kilisesi ise duruyor. Ama birkaç defa hırsızlık olayı olmuş. Bekçi tutmaya karar vermişler. Ben de başladım çalışmaya.”
Minaresi yıkılan tarihi bir cami ile yan yana kilise. İki ibadethaneyi iki üç metrelik bir sokak ayırıyor. Can bizi kilise götürüyor. Enkazların arasından geçiyoruz ve daracık sokaklardan kiliseye ulaşıyoruz. Anahtarını kilide sokup birkaç defa çevirdikten sonra kapıyı açıyor, narenciye bahçesine girmiş gibiyiz adeta. Kilisenin avlusunda birkaç mandalina, portakal ve limon ağacı var. Meyvelerin bir kısmı yerlere düşmüş. Can portakal koparıp veriyor “Alın alın, çok tatlıdır” diyor. Limon veriyor “Şifadır abi bunlar” diye.
50-60 yıllık bir kilise. Vatikan’a bağlı. Depremden sonra cemaat kalmadığı için ayin yapılmıyormuş artık. Papazlar da geçici olarak İstanbul’a gitmişler. Üst katın çatısında biraz hasar var ama genel olarak sağlam. Ama tam da o çatıdan hırsızlar birkaç defa kiliseye girmek istemiş. Kilise de bir bekçi tutmaya karar vermiş.
Can “Çok değerli ikonalar var. Ama hırsızlar demir peşinde. Klimanın demirini çalmaya çalışmışlar daha önce” diye anlatıyor. “Ben göreve başladıktan sonra bir vukuat olmadı” diyor.
Mahalle gece ıssız. Onu soruyorum. “Hala yaşayan var mı?” diye. “Bu koca mahallede dört aile yaşıyor. Biri biziz zaten” diyor: “Sizin otelin hemen çaprazındaki sokakta doğup büyüdüğüm ev var. Ablam oradaydı. İki katlı. İkinci katta uyurken yakalanmış depreme. Enkazdan çıkardık onu. Evin arka bölümü sağlam. Ablamla orada yaşıyoruz. O korkmasın diye devriye atarken düdük çalıyorum. Duyuyor beni.”
Sonra da “Gelin gidelim, evde çay içeriz, ablamla tanışırsınız” diyor. Gece Hatay’da dolaşırken bazı evlerde ışık gördüğümüzde Hazar ile keşke şu evlerden birine misafir olabilsek diye konuşmuşluğumuz var. Can’a bunu anlatıyorum. “Eee o zaman hedef ev” diyor.
Yolda birkaç defa düdük öttürüyor. Çocukları ve eşi için başka bir ilçede ev tuttuğunu, onları da ilçeye taşıdığını anlatıyor: “Depremden önce kiralar 2 bin 3 bin liraydı. Sonra bir aç gözlülük furyası başladı. Ağırdan bozma evlerin kirası şimdi 15 bin lira. Mecburen tutuyorsun. Onlar, orada güvende, ben de burada çalışıyorum işte”
Can’ın ablası ile yaşadığı ev eski Hatay evlerinden. Gece yarısı ablası Jacklin’e tabii sürpriz oluyoruz! Uyumuyor, ki Hatay’da kim uyuyor ki zaten. Tanıştırıyor bizi. Kahve yapıyor ablası bize. Can’ın köpeği Mars bizi görünce biraz tedirgin oluyor, “Siz kimsiniz” dercesine havlıyor. Kendimizi tanıtıyoruz, Can da bizim dost olduğumuzu onaylayınca Mars ikna oluyor.
Hatay insanı çok candan. Bir şey ikram etmeden bırakmıyorlar. Can ile daha yeni tanıştık ve şimdi evindeyiz, kahve içiyoruz “Burası kültürlerin iç içe geçtiği bir yer. Her kültürden, her inançtan insan var. Hoşgörü her yerde kendini hissettirir. Aslında hırsızlık da olmaz ya buralarda, işte deprem ayarları bozdu. Aç insanlar, ne yapacaksın. Demir derdine düştü herkes” diyor.
Demir toplamak Hatay’da bir geçim kaynağı. Sokakta enkazlardan demir toplayan insanlar gördüğümüzü anlatıyoruz. “İşte birkaç kilo demir toplayacak, onu satacak, ekmek alacak, akşam da onu yiyecek insanlar. Durum bu” diyor.
“Ya Can” diyorum: “Depremde 100 kilo altınla üç geçirdin. Yanlış anlama ama hiç şeytan aklına girmedi mi?” Tebessüm ediyor:”Kimin boğazından haram lokma geçse, onun acısı elbet çıkar. O altınlar benim değilki. Yukarıda Allah var. Görüyor, biliyor. Almadım, almak aklıma bile düşmedi. Allah belki de bunun için bana sevdiklerimi bağışladı. Bak şimdi yine bekçilik yapıyorum.”
Kahvemizi içip kalkıyoruz, saat gece 04.00. Bizi otele bırakıyor. Can yine devriye atıyor. Otel odasından düdük sesini işitiyoruz. Artık biliyoruz ki o düdük sesi Hatay’ın tarihi semtinin emin ellerde olduğunu sesi.