Roket mermisine dayanıklı aracıyla sınırda yakalanan uyuşturucu baronunu mahkeme serbest bırakmış
'Türk Escobar' lakabıyla bilinen uyuşturucu baronu Urfi Çetinkaya tutuklu bulunduğu cezaevinde hayatını kaybetti. Ardında Avrupa'ya kadar uzanan bir suç kariyeri bıraktı: "İspanya halkının tamamı, İspanya Kralı'nı nasıl tanırsa beni de öyle tanır."
İnternette Oxford Languages and Google’da mafyanın kelime anlamı şöyle tanımlanıyor: “Yasa dışı işler çeviren, bu işleri yaparken cinayet bile işlemekten çekinmeyen bir tür gizli örgüt.”
Mafyanın kelime anlamıyla bu tanıma en uygun şekilde kullanılmaya başlanması, 1863 yılında Sicilya’da sahnelenen Li mafiusi di la Vicaria adlı tiyatro oyununa rastlar. Türkçesi, ‘Vicaria’nın Mafyaları.’
İki Sicilya Kraliyeti’nde dönemin bürokratik işleyişini bir cezaevinde mahkûmlar ve gardiyanlar arasındaki çıkar ilişkisine dayandıran, köy, kent veya kasabadaki mülk sahipleri, siyasiler, seçkin ‘kodamanların’ alt sınıfta yer alan insanlarla ilişkisini açık bir şekilde anlatan bu oyun sayesinde ‘mafya’ kelimesi de tüm adada kullanıma girer.
Bunları Gaetano Mosca’nın ‘Mafya Nedir?’ adlı kitabından öğreniyoruz. 19. yüzyılın sonlarında devletin yok olmaya yüz tutmasıyla ortaya çıkan boşluğu, fırsattan istifade palazlanmaya başlayan ‘mafyanın’ kökenini, sosyolojik yapısını, işleyişini, siyaset ayağını kısa ama öz biçimde anlatır.
Peki şu an bizi mafyanın tanımını hatırlatmaya iten ne?
‘Türk Escobar’ lakaplı Urfi Çetinkaya’nın 75 yaşında tutuklu olduğu cezaevinde ölümü ve ardında bıraktığı çeşitli ‘hırsız – polis’ hikayeleri.
1949 yılında Malatya’nın Pötürge ilçesinde doğdu. Eğitim öğretim hayatını ‘ilkokul’ seviyesinde bırakıp henüz 13 yaşındayken İstanbul’daki amcasının yanına taşındı. Lastik fabrikası, amcasının hanı da aralarında olmak üzere birçok işe girip çıktı.
Suç dünyasına adım atmasıysa, Aksaray’da tombalacılık yaptığı döneme denk geliyor. 1970’lerde yasak olan yabancı sigaraları kaçak yollarla megakente sokarak çok iyi para kazandı. Bir daha da kendi deyişiyle ‘iflah olmadı’:
“1976’da sigara kaçakçılığı nedeniyle gözaltına alındım. Suçsuz olduğum halde beni falakaya yatıran dönemin Asayiş Şube Ekipler Amiri Sadettin Tantan’a iki tokat attım. Bu olayla hayatım değişti. O tarihten bu yana iflah olmadım. Nitekim bu kaçakçılık suçundan daha sonra hakkımda takipsizlik kararı verildi. Tantan da eline ne zaman bir fırsat geçse bir bahane bulup beni gözaltına aldırdı.
12 Eylül döneminde Tantan Mali Şube Müdürü’ydü. Yine uydurma sigara ve gümrük kaçakçılığı nedeniyle bana işkence yaparak olmayan suçları kabul ettirdi. Onun yüzünden 60 ay hapis yattım. 17 Ağustos depreminden sonra 108 aileye yardımda bulundum. İsmim öne çıkınca bu kez İçişleri Bakanlığı’na gelen Tantan, valilere talimat vererek yaptığım yardımın eroin parasıyla gerçekleştirildiğini söyleyerek aleyhime kampanya başlattı. (…)”
Yıllar geçti, artık sigara kaçakçılığı yerine silah kaçakçılığına, beraberinde uyuşturucu kaçakçılığına bıraktı. Uzun süre yakalanmadı. Ta ki 12 Eylül 1980 darbesine kadar. Çıkarılan arama kararı sonucu Aralık 1980’de ‘silah ve gümrük kaçakçılığı’ suçlarından yakalanıp tutuklandı. Beş yıl cezaevinde kalıp çıktı.
Ağustos 1987’de tabancayla adam yaralamaktan tutuklandı. Yine kısa süre sonra tahliye oldu.
Mayıs 1989’daysa hayatı değişti. İstanbul’da lüks aracıyla ilerlerken polisin ‘dur’ ihtarına uymadı ve ateş açılmasıyla belinden vuruldu. Tekerlekli sandalyeye mahkum oldu.
Kamuoyu onu yıllar sonra kült bir dizi haline gelen Breaking Bad dizisindeki Hector Salamanca’ya benzerliğiyle anacaktı.
Sakatlığı Urfi Çetinkaya’yı durdurmaya yetmedi. Ülkedeki uyuşturucu pazarının çok büyük bölümünü elinde tutmayı başardı, yetmezmiş gibi Avrupa’ya uzandı. Afganistan’dan aldığı eroini Türkiye üzerinden Avrupa’ya götüren ilk isimlerden biri olduğu söylenir. ‘Kumanda odası’ ise İspanya’daydı. Sık sık gidiyor, trafiği oradan yönetiyordu.
İspanya’da da cezaevinden uzak kalamadı. İki kere tutuklandı. 1992’de içeri girdiğinde üç yıl yattı fakat bir başka Türk vatandaşı suçu üstlenince serbest kaldı.
2000 senesinde İstanbul’da Matador operasyonunda yakalandığında mahkemede söyledikleri, hem o yıllardan hem de hayat hikayesinden önemli izler taşıyordu:
“(…) Polomeras Didas adlı kişi İspanya’daki 10 resim arasından beni teşhis etmiş. İspanya’da gazeteler benimle ilgili çok haber yaptı. Çıkan yazılarda benim için ‘çok ağır suç işlemiş olabilir ama bu hastadır tedaviye muhtaçtır. Tedavi olsun’ diyorlardı. İspanya halkının tamamı, İspanya Kralı’nı nasıl tanırsa beni de öyle tanır.
1992 tarihinde tedavi için İspanya’ya giderken, uçakta Necati Koşan’la tanıştım. Madrid’te onun kaldığı otele yerleştim. Koşan uyuşturucu işi yaptığı için polis beni de onunla birlikte yakaladı. Gerçekten 44 kilo eroin yakalanmıştı. Ama benim ilgim yoktu. Ancak orada hakim sorguda bana hakaret etti, ben de edince uzun süre hapis yattım. Uyuşturucudan beraat ettim. Fakat daha sonra İspanya polisi ‘uyuşturucu kaçırıyor’ diye beni Türk polisine bildirdi. Uyuşturucuyla ilgim yok, suçsuzum.
1980’den önce altı yıl gümrük kaçakçılığı yaptım. Sigara, demir, kalay, bakır, kurşun, hırdavat, kakao türü maddelerin kaçakçılığını yaparak çok büyük paralar kazandım. Bu suçlardan hiç yakalanmadım. Ancak 12 Eylül’den sonra yakalandım ve 59 ay Ankara Mamak Cezaevi’nde yattım.
Kaçakçılık ve inşaat işlerinden 25 milyon dolar sermaye yaptım. Bunu da cezaevine girmeden önce İstanbul Tophane’de bir tefeciye faize verdim. 1988 yılında bir kadın arkadaşımla tartışırken polis geldi. Polisten kaçarken, ateş açılması sonucu yaralandım ve sakat kaldım.
İzmir’deki bir inşaat işini bitirdikten sonra kendimi hayır işlerine adadım. Sekiz okul, bir jandarma karakolu, bir sağlık ocağı yaptırdım. Şu ana kadar uyuşturucu işine girmediğim gibi, kendim de uyuşturucu kullanmadım. Evime Narkotik Şubesi’nde görevli hiçbir polis gelmedi. Narkotik Şube birimlerinde hiçbir tanıdığım yoktur.
Mersin’de 20 ton kadar esrar yakalandı. Benim adım da geçti. Fakat, soruşturmada adı geçen şahısların beni suçlamaması üzerine serbest kaldım. Daha sonra İçişleri Bakanı, TBMM’de olayla ilgili konuştu. Sonra da hakkımda gıyabi tutuklama kararı çıktı. Suçsuzum, kabul etmiyorum. İlkokul mezunuyum. Aylık gelirim şu anda 20 milyarı buluyor. Özel meraklarım arasında doğada gezmek ve seyahat etmek var.”
Matador davası kapsamında da tutuklanan uyuşturucu baronu, 2003 yılında sağlık sorunları nedeniyle tahliye oldu. Bu sırada çeşitli kurumlara bağışlar yapıyor, kendisininkine çok benzer bir isim verdiği (Örfi Çetinkaya) oğlunun adıyla okullar yaptırıyordu.
Ancak ‘özgürlüğü’ yine çok uzun sürmedi. Bu kez Kasım 2003’teki ‘Son Tango’ operasyonunda polisin takibindeydi. Bir kez daha tutuklandı. Dava, kişisel tarihine mahkeme heyetine anlattığı ‘padişah – vezir’ hikayesiyle geçti:
“Bir şahıs, padişaha karşı suç işlemiştir. Bu şahıs Mısır padişahının oğludur. Padişah üç vezirini çağırıp, suçluya ne ceza verilmesi gerektiğini sormuş. Birinci vezir, kafasının kesilip davul yapılmasını, ikincisi etinden kavurma yapılmasını, üçüncüsü de büyüklerin affetmesi gerektiğini söylemiş. Vezirlerin söyledikleri iletilen şahıs padişaha ‘Her vezir sütünün hükmüne göre kanaatini söylemiştir’ demiş.
Daha sonra padişah vezirleri çağırıp şahsa tekrar sormuş. Şahıs da ‘Birinci vezirin dedesinin davulcu, babasının kasap, ikincisinin dedesinin kavurmacı, üçüncü vezirin ise soyunun padişaha dayandığını biliyorum. Ben de padişah çocuğuyum. Bu nedenle adaletli olarak vicdanına göre davran’ diye padişaha söylemiştir. Ben de mahkemenin vicdanına göre karar vermesini talep ediyorum.”
Mahkeme heyeti için bu savunma yeterli olmadı, 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2012’ye gelindiğinde bir kez daha sağlık sorunları gerekçe gösterilerek tahliye oldu.
Son tutuklanmasıysa, 2023 yılında. Zaten ‘teşekkül halinde uyuşturucu imal etmek ve nakletmek’ suçlarından kesinleşmiş hapis cezası vardı. Kırmızı bültenle aranırken yine İstanbul’da yakalandı. Nisan 2023’te cezaevine girdi.
O içerideyken yaklaşık bir yıl sonra, Şubat 2024’te bir kez daha yönettiği örgüte operasyon düzenlendi.
Oğlu Rüstem Çetinkaya’nın da bizzat içinde olduğu yapılanma Almanya, Bulgaristan, İspanya, Moritanya, Portekiz ve Yunanistan’da yakalanan 13, Türkiye’de 24 ton olmak üzere toplam 37 ton uyuşturucudan sorumlu tutuluyordu.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya kişisel X (eski adıyla Twitter) hesabında ‘hayatı onlara dar edeceklerini’ söyleyerek şu bilgileri veriyordu:
“Etrafındaki şahıslarla beraber kendilerine ait gemi ve bazı ticari konteyner ve balıkçı tekneleriyle uluslararası uyuşturucu sevkiyatı yaptıkları, elde ettikleri gelirleri HAVALA yöntemiyle, zulalı araçlarla ve kuryelerle kayıt dışı olarak ülkemize getirip; eşi, çocukları ve yakın akrabaları ile beraber yakınında olan şahıslar üzerinden kurup yönettikleri döviz büroları ve şirketler üzerinden akladıkları tespit edildi.”
Sonuç olarak 147 arsa, 56 konut, 8 apartman, 74 işyeri, 53 araç, tekne, 53 şirketteki ortaklık payları, 64 banka hesabı ve 7 adet kiralık kasa, çok sayıda ziynet eşyası, nakit para ve soğuk cüzdan olmak üzere yaklaşık 20 milyar TL değerinde malvarlığına tedbir kondu. Altınlar, silahlar ve paralar emniyette sergilendi.
‘Türk Escobar’ adının son kez suçla anıldığı tarihten tam yedi ay sonra, Eylül 2024’te hayatını kaybetti. Ölümü de kendi içinde soru işaretlerine yol açtı.
Gazeteci Timur Soykan, uyuşturucu baronunun eşinin şu şüphesini okurlarıyla paylaşıyordu: “Hediye Çetinkaya, cezaevi yönetimi hakkında suç duyurusunda bulundu. Urfi Çetinkaya’nın bir haftadır solunum cihazı istediğini ama cihazın verilmediğini iddia etti. Eşinin bilerek öldürülmüş olabileceğini söylüyor.”