Ekonomik baskı arttıkça bireyler büyük kararları erteliyor; ev veya araba almak, evlenmek, çocuk sahibi olmak, uzun tatiller yapmak gibi adımlar artık çoğumuz için uzak ihtimaller. İşte böyle dönemlerde zihin 'erişilebilir mutluluklar' üretmeye yöneliyor.
Küçük alımlar; stresi hafifletiyor, “Kendime hâlâ bir şeyler alabiliyorum” duygusuyla bireyin kendini doğrulamasını sağlıyor, ödüllendirme ihtiyacını karşılıyor ve duygusal yükü biraz olsun azaltıyor. Bu nedenle treatonomics, sadece bir tüketim eğilimi değil; insanların zor zamanları göğüsleme biçimlerinden biri. Ekonomik daralmalar, belirsizlikler ve ertelenen hayatlar…
Yeni dünyanın tüketicisi artık başka bir ritimde yaşıyor. Büyük planlar, büyük alışverişler, büyük hedefler geri planda; bunun yerine anı iyileştiren, günü güzelleştiren “küçük mutluluklar” öne çıkıyor. İşte bu dönüşüm, son yıllarda “treatonomics” olarak adlandırılan yeni bir kültürü doğurdu. Tüketici hem kendini ödüllendirmek hem gündelik yaşamın ağırlığını hafifletmek, hem de “alışveriş yapabilme gücünü” kendine kanıtlamak için minik keyif anlarına yöneliyor. Kantar’ın Global MONITOR verilerinde tüketicilerin %36’sının kendilerini mutlu edecek şeylere harcama yapmak için kısa vadeli borca girmeye hazır olması, bu eğilimin ne kadar derin olduğunu gösteriyor.
Bu eğilim bize eski bir kavramı hatırlatıyor: Lipstick Effect. Ekonomik kriz dönemlerinde tüketicilerin pahalı ürünler yerine, kendilerini iyi hissettiren daha küçük ve ulaşılabilir ürünlere yönelmesi… Treatonomics bu davranışın güncellenmiş ve çok daha geniş kapsamlı versiyonu. Artık sadece “küçük lüks” değil; gündelik yaşamı taşıyabilmek için duygu düzenleyici bir mekanizma. Türk kahvesi molası, marketten alınan küçük bir atıştırmalık, uygun fiyatlı bir aksesuar, kitabın e-kitap versiyonu, evde küçük bir köşe yenileme çabası… Bunların hiçbiri hayatı dönüştürmüyor ama önemli bir şeyi geri veriyor: kişinin kendi gününü kontrol ettiğini hissetmesi.
Tüketici psikolojisi açısından bu durum oldukça anlamlı. Ekonomik baskı arttıkça bireyler büyük kararları erteliyor; ev veya araba almak, evlenmek, çocuk sahibi olmak, uzun tatiller yapmak gibi adımlar artık çoğumuz için uzak ihtimaller. İşte böyle dönemlerde zihin “erişilebilir mutluluklar” üretmeye yöneliyor. Küçük alımlar; stresi hafifletiyor, “Kendime hâlâ bir şeyler alabiliyorum” duygusuyla bireyin kendini doğrulamasını sağlıyor, ödüllendirme ihtiyacını karşılıyor ve duygusal yükü biraz olsun azaltıyor. Bu nedenle treatonomics, sadece bir tüketim eğilimi değil; insanların zor zamanları göğüsleme biçimlerinden biri.
Markalar açısından ise tablo hem yeni bir sorumluluğu hem de güçlü bir fırsatı beraberinde getiriyor. Artık kimse abartılı vaatlere, büyük lansman söylemlerine, “hayatınızı değiştireceğiz” iddialarına eskisi kadar inanmıyor. İnsanlar samimiyet, yakınlık ve küçük ama gerçek temas anları arıyor. Bu nedenle treatonomics, markalar için “mikro temas ekonomisi” olarak da okunabilir. Basit bir dokunuş, kullanıcıya kendini iyi hissettiren küçük bir sürpriz, kolaylaştırılmış bir deneyim, minik ama anlamlı bir değer önerisi… Tüketiciyle kurulan bağ artık bu küçük eylemlerde saklı.
Bugünün tüketicisi için büyük milestone’lar değil; gündelik yaşamda ilerleme hissi veren inchstone’lar değerli. Türkiye gerçeklerinde bu anlar çok tanıdık: sınav haftasını tamamlamak, ev sahibinin istediği zam miktarını karşılayabilmek, kredi kartı ekstresini zamanında ödemek, toplu taşımada yer bulabilmek, market alışverişini bütçeye uygun kapatmak, çocuğun okul ihtiyaçlarını eksiksiz karşılamak… Tüm bu küçük başarı anları, markaların ilişki kurabileceği önemli temas alanlarına dönüşüyor.
2026’ya giderken markalar için kritik soru daha net:
“Ürünüm ya da hizmetim insanların günlük hayatına ne kadar neşe, kontrol hissi ve özgürlük katıyor?”
Bu soru, sadece iletişim tonunu değil; ürün tasarımından fiyatlamaya, hizmet deneyiminden satış sonrası etkileşimlere kadar tüm marka ekosistemini yeniden şekillendirecek gibi duruyor. Çünkü tüketici artık “büyük vaat” değil, dokunulabilir ve hemen hissedilebilir bir değer arıyor. Bu da markalara üç temel sorumluluk yüklüyor:
Bu çerçevede treatonomics, artık bir tüketici davranışı değil; markalar için stratejik bir büyüme alanı. Tüketicinin küçük mutluluklarla kurduğu bu yeni ilişki, doğru okunduğunda sadakati artıran, marka tercihini pekiştiren gerçek bir fırsata dönüşüyor.
Bu nedenle 2026 ve sonrasında kazanacak markalar, “büyük vaatler ”in değil, küçük ama gerçek etkilerin değerini bilenler olacak.
Çünkü yeni düzen bize açıkça şunu söylüyor:
Küçük mutluluklar küçümsemek için değil, üzerine strateji kurmak için var.
9 Aralık 2025 - Treatonomics: Küçük mutlulukların yeni ekonomisi
2 Aralık 2025 - 12 yıllık dostluk…
18 Kasım 2025 - Akran zorbalığı: Güç, empati ve insan olmanın sınavı
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.