13 yıl önce Silivri’de 163 subay tutuklandı: O günün tanıklarından bugüne kalan acılar
Fethullah Gülen 1999 yılında gittiği ABD’de öldü. Erzurum’da Nur cemaatiyle tanıştı, İzmir’de kendi cemaatini kurdu, ilerleyen yıllarda 'devletin kılcal damarlarına' sızdı ve iktidarla giriştiği kavgayı kaybedip 15 Temmuz’da darbeye kalkıştı.
Türkiye, dün güne ‘Fethullahçı Terör Örgütü’ veya kısaltmasıyla FETÖ’nün lideri Fethullah Gülen’in ölüm haberiyle başladı. 15 Temmuz darbe girişiminin sorumlusu, Gülen cemaatinin lideri Fethullah Gülen 1999 yılında gittiği ABD’de manidar bir tarihte, Ergenekon kumpas davasının ilk duruşmasının görüldüğü gün olan 20 Ekim 2008’in yıl dönümünde öldü.
Gülen’in 1941 yılında Erzurum’da başlayan yaşamı modern eğitimle değil, camilerde ve merdiven altı medreselerde şekillendi. İlkokulu bitiremedi, daha sonra dışarıdan sınavla mezun oldu. Çocuk yaşta Nur Cemaati’nin Yeni Asya koluyla tanıştı.
20’li yaşlarında Diyanet İşleri Başkanlığı’nda işe girdi, ilk görev yeri Edirne oldu. Ardından askerliğini yaptı, bir süre Erzurum’a ailesinin yanına döndü. O sırada, o dönem (1963 yılı) NATO ve ABD tarafından Türkiye’de yoğun biçimde örgütlenen ‘Komünizmle Mücadele Derneği’ne katıldı. NATO ve ABD’nin olası bir Sovyet işgali halinde direnişi örgütlemesi için kurduğu bu çeşit yapıların Amerikan askeri terminolojisindeki adı ‘Stay Behind – Arkada Dur.’ Bu örgütler ilk olarak İtalya’da ortaya çıkarıldığı ve kamuoyuna yansıdığı için kamuoyları bunları daha çok İtalyanca ismi olan ‘Gladio’ olarak biliyor. Türkiye’deki isimlerinden biri de işte bu Komünizmle Mücadele Dernekleri’ydi, daha sonra Türkiye’deki bütün bu NATO ve ABD örgütleri Genelkurmay Başkanlığı’nın Özal Harp Dairesi’nin denetimine girdi.
Fethullah Gülen, Erzurum’da bir süre zaman geçirdikten sonra, ileride ‘Fethullahçılar’ diye anılacak olan cemaatini kurmanın ilk adımlarını attığı İzmir’e atandı. Bu cemaat, kendine özgü yöntemlerle 70’li yıllardan itibaren varlığını göstermeye başladı. Özellikle 1980’lerde askeri yönetimin ardından Turgut Özal’ın ANAP iktidarıyla daha geniş ve rahat bir hareket alanı elde etti.
Bu yıllarda cemaat eleman tabanını genişletmek ve kamuoyu nezdinde de saygın bir yer edinebilmek amacıyla eğitim işlerine girdi, bir yandan üniversiteye hazırlık dersaneleri açtı, bir yandan da yabancı dilde eğitim yapan özel liseler.
1990’larda cemaat, daha önceki dönemde kendi liselerinden yetişen bu kadroları devlete sızdırmaya başladı. Ama Türkiye’nin gelgitli siyasi tarihinde 28 Şubat döneminde cemaat hedefe kondu. O dönem, Fethullah Gülen, Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’e cemaate ait bütün eğitim kurumlarını orduya veya devlete devretmeyi bile önerdi.
28 Şubat baskısı devam ederken 90’ların sonlarında Fethullah Gülen’in bir konuşmasının video kaydı medyaya yansıdı, burada Gülen taraftarlarına ‘Mülkiyede ve adliyede örgütlenmelerini’ tavsiye ediyordu. Bu kaset sonrası başlayan adli soruşturmadan çekinen Gülen, 1999 yılında sağlığını gerekçe göstererek Türkiye’den ayrılıp önceki gece hayatını kaybedeceği ABD’ye gitti.
Ancak onun ABD’de olduğu dönemler, din temelli örgütlenmesinin altın çağı oldu. 2002 sonunda iktidara gelen Ak Parti, bu cemaatin önünü çok açtı, hatta kendi siyasi hakimiyetini kurmakta bu örgütle işbirliği yaptı. Daha sonraki yıllarda ortaya çıkacaktı, Fethullah Gülen’in cemaati, devlette işe girmenin ilk şartlarından olan KPSS sınav sorularını çalmış, cevap anahtarlarını cemaat mensuplarına vererek onların devlet memuru olarak atanmasını sağlamıştı. Benzer şekilde TSK’ya eleman yetiştiren askeri liselerin sınavları, harp akademilerinin sınavları, rütbeli polislerin yetiştiği polis akademisi sınavları hepsinin soruları yıllar boyunca cemaat tarafından çalınmış, bu kritik kamu kurumlarına cemaatin çok sayıda ismi sızmıştı. Öyle ki TSK’da cemaat mensupları artık general rütbesine yükselmeye başlamıştı.
Ak Parti iktidara geldiğinde 28 Şubat döneminden kalma bürokrasinin tepkisiyle karşılaşınca çareyi bugün ‘FETÖ’cü olarak nitelenen memurları yükseltmekte bulmuştu. Böylece Gülen özellikle AK Parti ile ortaklık yaptığı dönemde olağanüstü şekilde güçlendi. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk ve KCK gibi siyasi operasyonların arkasındaki isim olmakla suçlandı. Bu operasyonlar Ak Parti iktidarını pekiştirdiği gibi özellikle TSK’da bir kuşak subayın tasfiyesi, yerlerine de FETÖ’cü subayların yükselmesine, önlerinin açılmasına yaradı.
Ancak bir noktada Ak Parti ile FETÖ’nün arası açılmaya başlandı. Önce 7 Şubat 2012 MİT krizi, sonra dershanelerin kapatılması, ardından gelen 17-25 Aralık operasyonlarıyla yollar kesin biçimde ayrıldı. Artık Fethullah Gülen ve cemaati ‘hizmet’ hareketi olarak değil ‘Paralel Devlet’ olarak adlandırılmaya, devlet içinde FETÖ’cü avı yapılmaya başlandı.
Devletin “kılcal damarlarına kadar sızmak” iddiasıyla yola çıkan Gülen’e bağlı askerler 15 Temmuz 2016’da darbeye kalkıştı ama bu kalkışma Fethullahçıların Türkiye’de tasfiyesiyle sonuçlandı.
Peki Türkiye siyasetine damga vuran, arkasında on binlerce mağdur bırakan, Türkiye’de yaşayan tek bir kişinin bile taziye mesajı yayınlamadığı bu Fethullah Gülen kim?
Fethullah Gülen 27 Nisan 1941’de Erzurum’un Pasinler ilçesi Korucuk köyünde doğdu. Altısı erkek, ikisi kız, sekiz kardeşin ikincisi. Fethullah Gülen’in resmi web sitesinde yer alan bilgilerdeyse Gülen’in doğum tarihi 10 Kasım 1938, yani Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm günü olarak geçiyor.
İlk dini bilgilerini, imam olan babasından aldı. Yarım bıraktığı ilkokulu dışarıdan bitiren Gülen, bu süreçte çeşitli “hocalardan” dini eğitim aldı. 17 yaşında Nur cemaatiyle tanıştı. Nur Cemaati’nin Yeni Asya koluna girdi.
1959 yılında Edirne’de Üç Şerefeli Camii’ne imam olarak atandı. Burada yaklaşık dört yıl görev yaptı. Kasım 1961’de Ankara’da askere giden Gülen 1963’de askerliğini tamamlayarak Erzurum’a döndü. Askerlik dönemi Gülen’in Türkiye istihbaratına sızma adımının ilk girişimi olarak kabul edildi.
Erzurum’da kaldığı yıllarda Komünizmle Mücadele Dernekleri (KMD) açılmasında aktif rol aldı, sola karşı faaliyet yürüttü. İlki 1950 yılında kurulan bu derneklerin kurucuları arasında Adnan Menderes, Celal Bayar gibi isimler de bulunuyordu.
Bu dernekler Türkiye’nin NATO’ya girişinden sonra kurulmaya başlandı, çünkü ABD’de geliştirilen bir savaş doktrini içinde bir NATO örgütlenmesiydiler. Amerikan askeri terminolojisinde ve NATO içinde bu çeşit ‘sivil’ örgütlere ‘Stay Behind-Geride Kal’ adı veriliyor. Askeri doktrine göre, eğer Sovyetler Birliği bir işgale girişecek olursa bu çeşit ‘sivil’ örgütler işgal sonrası direnişi başlatacaktı. Bu amaçla şehirlerde kasabalarda gizli silah depoları kuruluyordu. Bu örgütler o depolardan alacakları silahlarla Sovyet işgal güçlerine karşı direnecekti.
Ancak Türkiye dahil çeşitli NATO ülkelerinde, bir Sovyet işgali hiç gerçekleşmemiş olsa bile bu örgütler ‘Komünizmle mücadele’ adı altında kullanıldı. Türkiye’de 70’li yıllarda bu örgütün adının ‘Kontrgerilla’ olduğu ortaya çıktı, 80’li yıllarda İtalya’da örgüte verilen isim ise neredeyse evrensel kabul gördü, ‘Gladio’ adı her yerde aynı şeyi temsil eder oldu. Fethullah Gülen işte bu Türk Gladio’sunun erken dönem elemanlarından biriydi.
1964 yılında yeniden Edirne’ye dönen ve çeşitli camilerde imamlık, imam yardımcılığı yapan Gülen, ilerleyen yıllarda “hizmet hareketi” olarak da anılacak olan İslami örgütlenmenin temellerini burada attı. Ardından Kırklareli’nde 8 ay imamlık yaptı. 1966 yılında İzmir’e merkez vaizi olarak atandı. Bu aslında hayatının dönüm noktalarından biriydi. Burada hem vaizlik hem de Kestane Pazarı Kur’an Kursunun müdürlüğünü yaptı. Bu dönemde etrafında bir çekirdek kadro toplanmaya ve cemaatinin temelleri atılmaya başlandı. 12 Mart 1971’deki askeri muhtıraya kadar burada görev yaptı, vaazlarıyla etrafındaki sempatizan sayısını artırdı. Özellikle gençleri hedef kitlesi yapan Gülen’in vaazları kasetlere alınarak el altından dağıtıldı ve diğer illerde de taraftar toplamaya başladı. İlk öğrencileri arasında yer alan Mustafa Özcan, Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi ve İlhan İşbilen gibi isimler bugün Gülen yapılanmasının üst kadrolarına geldi.
12 Mart muhtırasından sonra Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından 4 Mayıs 1971 tarihinde İzmir’de tutuklandı. Türk Ceza Kanunu’nun 163. Maddesi’ne dayanılarak “din devleti” kurmak için “propaganda yapmak” iddiasıyla tutuklanan Gülen 6.5 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi. İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi’nde 54 sanıklı “Nurculuk” davasında sanık olan Gülen 1972’de üç yıl hapis cezası aldı. Ancak bu ceza 1974’te Askeri Yargıtay tarafından bozuldu.
Fethullah Gülen, her ne kadar bu dönemde tutuklansa da askerlerle karşı karşıya gelmekten özellikle kaçındı. Bir konuşmasında 27 Mayıs için “sol güdümlü hareket” diyen Gülen, “12 Mart, bir ihtilal ve darbe değildir. Hükümeti belli konularda uyaran bir ikazdır” diyerek muhtırayı övmeyi ihmal etmedi.
Tahliye olduktan sonra kısa bir süre Erzurum’da kalıp yeniden İzmir’e döndü. Selepçioğlu ve Alsancak camilerinde vaaz vermeye başladı. Ardından Edremit’e tayin istedi ve 23 Şubat 1972’de Edremit merkez vaizliğine atandı. Edremit’ten sonra Manisa’da da iki yıl çalıştı. 1976’da yeniden İzmir Bornova’ya tayin oldu.
Gülen’in İzmir’den uzaklaşmamasının bir sebebi vardı. İlk kez İzmir’in Tepecik ilçesinde 1966 yılında kurduğu “Nur Evleri”. Cemaatin “Altın Nesil” projesi kapsamında 1994’ten itibaren “Işık Evleri” olarak anılacak olan bu evler ileride çok sayıda insan ve ciddi bir sermayeyi yönetecek olan cemaatin temel taşlarıydı. Gülen, 1970’li yıllardan itibaren Yeni Asya Cemaati’nden koparak kendi cemaatini kurdu.
İlk sayısı Şubat 1979’da çıkan Sızıntı Dergisi’nde başyazıları ve daha sonra orta sayfa yazılarını yazmaya başladı.
Gülen’in faaliyetleri 12 Eylül 1980’deki darbeye kadar devam etti. Darbeden sonra İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’nın çıkardığı yakalama kararı ile Gülen’in ismi de arananlar listesine eklendi.
Gülen, 12 Eylül darbesinden sonra Sızıntı Dergisi’nin Ekim 1980 tarihli sayısında kaleme aldığı “Son Karakol” başlıklı yazısında “Ümidimizin tükendiği yerde hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” diyerek 12 Eylül’ü de övdü. Darbenin lideri Kenan Evren ile görüşmek istedi ancak bu süreçte olumsuz yanıt aldı.
14 Ocak 1986’da Burdur’da gözaltına alınana kadar sürekli yer değiştirerek kaçtı. Burdur’da kardeşine ait kimlikle yakalandı ancak iddiaya göre Turgut Özal’ın devreye girmesiyle bir gün sonra serbest bırakıldı. Gülen’in yakalandığı sırada kendisiyle birlikte hareket eden diğer 13 kişi daha sonra Gülen yapılanmasında önemli yerlere gelecekti.
Gülen’e yakın kaynaklara göre firari olduğu bu altı yılda Anadolu’yu dolaştı ve örgütlenme faaliyetlerini sürdürdü. Darbenin ardından ülkede politik arenada bir boşluk oluşmuştu. Gülen bu boşluğu fırsata çevirmek için harekete geçti.
80’li yıllarda, artık belli bir seviyeye gelmiş olan cemaatini eğitim işlerine soktu. Bu yolla insan kaynağını genişletecekti. Bir anda cemaat taraftarları Türkiye’nin dört bir yanında üniversiteye hazırlık dersaneleri ve özel liseler açmaya başladı. Bu faaliyetler cemaate hem gelir sağlıyor hem de insan temin ediyordu.
1991 yılına kadar gönüllü olarak vaizlik yapmaya devam etti. İstanbul’daki Fatih, Süleymaniye ve Sultan Ahmet gibi camilerde büyük kalabalıklara konuşmaya başladı ve İstanbul’da da taraftar topladı. 1995’ten 1999’da Amerika’ya gideceği güne kadar da İstanbul’da yaşadı.
90’lı yıllarda artık cemaatini kurmuş ve çekirdek yapıyı oluşturmuştu. Örgütlenmesine başlangıçta “cemaat” diyen Gülen, daha sonra “hizmet hareketi” olarak tanımlamaya başladı. Işık Evleri’nden ve eğitim kurumlarından yetişenlerin devlet kadrolarına “sızma” dönemi başladı.
1990’larda bir yandan “devlete sızma” hızlanırken diğer yandan sivil alanda yeryüzüne çıkarak “legal faaliyetler” yürütme dönemi başladı. Cemaati de bir yandan kurumsallaşmaya, şirketleşmeye başladı. Özellikle siyaset dünyasıyla ilişkilerini geliştirmeye çalıştı, ismi sık sık medyada anılıyordu. Papa John Paul II ile görüşmesi, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit gibi siyasilerle yaptığı görüşmeler, yurt içi ve yurt dışında bulunan okullarının sayısının artması Gülen’i daha görünür kıldı. Aynı zamanda dünyaya açılma stratejisi güttü.
Özellikle Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri, Balkan ülkeleri ile Afrika ülkelerinde açılan okul sayısı arttı.
Ekonomik alanda da güçlenen Gülen, 24 Ekim 1996 tarihinde Altunizade’de Bank Asya’yı açtı. Açılışa Dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, Devlet Bakanı Abdullah Gül, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, eski bakanlardan Abdülkadir Aksu da katılarak kurdeleyi kesti.
Diğer yandan gıda, eğitim, sağlık, medya gibi alanlarda açılan şirketlerin sayısı arttı. Birçok büyük holding ortaya çıktı, üniversiteler açıldı. Özel okullardan her yıl binlerce öğrenci mezun oldu.
1990’lı yıllarda Gülen, Turgut Özal, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Ecevit, Tansu Çiller, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz gibi siyasetçilerle sıcak ilişkiler geliştirdi. Ocak 1995’de ise Sabah’tan Nuriye Akman ve Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök ile söyleşiler yaptı. Aynı zamanda bu yıllar “dinler arası diyalog” söyleminin yaygın kullanıldığı bir dönem oldu.
28 Şubat döneminde tehdit olarak görülen “irtica” kapsamında Fethullah Gülen de yakından takip edildi. Ancak Gülen bu süreçte Necmettin Erbakan’ı eleştirdi, askerlerle çatışmaktan bu dönem de kaçındı. 27 Mart 1997’de katıldığı Samanyolu TV’de “Asker demokratik yollarla sorunların çözümünü istedi” dedi. Bu sırada Refah Partisi’nin kapatılması hakkında yorum yapmaktan da kaçındı.
Gülen bu süreçte cemaatine ait okulları Milli Eğitim Bakanlığına devretme teklifi götürdü. Ancak Gülen’in, 1999 yılında sızan bir “mahrem” konuşmasında özellikle adliye ve mülkiyedeki kadrolaşmanın önemine işaret ederek “Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir” demesi tartışma yarattı.
Yargının ibresi 1990’lı yılların sonu itibariyle Fethullah Gülen’e daha çok dönmeye başladı. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak, Gülen’in devlet içerisindeki yapılanmasını ortaya koyan 16 Nisan 1999 tarihli ‘Fethullah Gülen Işık Tarikatı’ raporunu hazırladı.
Dönemin Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Gülen hakkında “anayasal düzeni yıkıp yerine teokratik bir devlet kurmaya çalışma” iddiasıyla soruşturma başlattı. Bunun üzerine Fethullah Gülen 21 Mart 1999 tarihinde sağlık sorunlarını gerekçe göstererek ABD’ye gitti ve bir daha geri dönmedi. İleri bir tarihte yaptığı açıklamada dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in de ABD’ye gitmesi için kendisine tavsiyede bulunduğunu söyledi.
Türkiye’de kendisi hakkında dava açan savcı ve olayı araştıran 38 emniyet mensubu hakkında ‘telekulak skandalı’ adı altında dava açıldı. Davayı açan savcı Nuh Mete Yüksel ile ilgili de kasetler ortaya çıktı. Yüksel görevden alındı, dava ise tozlanmak üzere rafa kaldırıldı. Gülen, Amerika’da verdiği ifadede bütün suçlamaları reddetti. Bu dava önce 2000 yılı Aralık ayında çıkan af ile askıya alındı. 2006 yılında ise Terörle Mücadele Kanununda (TMK) yapılan değişiklik sonrasında Gülen’in avukatlarının başvurusu nedeniyle yeniden görüldü. 2008 yılında cürüm ve şiddete başvurarak teşekkül oluşturduğuna dair delil olmadığından beraat etti ve karar Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca da oybirliği ile onandı.
3 Kasım 2002 tarihinde AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesi Fethullah Gülen yapılanmasına rahat bir nefes aldırdı. Devlet içerisinde kadroları zayıf olan Erdoğan, iktidarının özellikle 11 yılında Gülen’e bağlı kadroları kullandı. AK Parti’nin ilk dönemi, Gülencilerin devlet içindeki sayısal ve operasyonel gücünün zirveye çıktığı bir dönem oldu. Aynı zamanda devlet içerisindeki kadrolaşması da büyük oranda tamamlandı.
Diğer yandan Gülen’in üzerindeki AK Parti döneminde yargı baskısı azaldı. Gülen’i tehdit olarak gören TSK, 2004’te yapılan MGK toplantısında “Türkiye’deki Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen” konusu gündeme geldi ve buna karşı yurt içi ve yurt dışında eylem planı hazırlanması ve hükümete bildirilmesi kararlaştırıldı.
Dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından da bu karar imzalandı. Ancak AK Parti, Gülen ile mücadele kararını hayata geçirmedi.
2007 yılı Gülen’in artık devlet içerisindeki operasyonel gücünü kullanmasının başlangıcı oldu. Gülen’in Emniyet ve yargı içerisindeki gücü 2007 yılından itibaren ortaya çıkmaya başladı. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, KCK gibi siyasi birçok soruşturma bu dönemde açıldı.
Bu operasyonları yöneten Zekeriya Öz gibi savcılar ile Ramazan Akyürek gibi polis şeflerinin daha sonra Gülen’e bağlı olduğu ortaya çıktı. İktidara ve Gülen’e muhalif kesimler bu süreçte yargı operasyonlarıyla karşı karşıya geldi. Özellikle TSK’da boşalan Atatürkçü kadrolara, AK Parti’nin desteğiyle Gülen cemaatine mensup askerler getirildi.
15 Temmuz darbe girişimine aktif olarak katılan askerler bu dönemde general yapıldı. 15 Temmuz darbe girişimi öncesine kadar TSK içerisindeki bu yükselişleri sürdü.
2010 yılında yapılan anayasa değişikliği Gülen’in yargıya hâkim olmasıyla sonuçlandı. Gülen, bu referandumun önemini “mezardaki ölüleri kaldırıp oy kullandırmak gerekir” sözleriyle açıkladı. Referandumun kabul edilmesinin ardından önce HSYK üyeliklerine, ardından ise yargıdaki kritik görevlere Fethullahçı hâkim ve savcılar getirildi.
Kimilerine göre iki klik arasındaki ilk uzlaşmazlık 3 Temmuz 2011’deki şike operasyonuydu. Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın tutuklanmasına operasyon iplerin gerilmesine yol açtı. Sarı lacivertli taraftarlar sokaklarda eylem yaparken hükümetin mevcut yasayı değiştirip cezaları hafifletmek istedi. Ancak TBMM’de kabul edilen yasa dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından veto edildi. Gül’ün görev süresinde yaptığı dört vetodan biri bu oldu. TBMM, hükümetin isteğiyle Aralık 2012’de yasayı virgülüne dokunmadan tekrar onayladı. Dönemin TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar’ın istifa edip yerine Yıldırım Demirören’in gelmesiyle devam eden süreçte 3 Temmuz 2012’de mahkemeden karar çıktı. Altı yıl üç ay hapis cezası verilen Aziz Yıldırım tahliye edildi. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Fenerbahçeli yöneticilerin tekrar yargılanmaları için yaptığı başvuru kabul edildi. Sarıl lacivertlilerli yöneticiler beraat ederken şike kumpası davasında yer alan polis savcı ve hakemler onlarca yıllık ceza aldı. Fenerbahçe’nin TFF’ye açtığı tazminat davası ise hâlâ sürüyor.
Devlet içerisindeki gücünün zirvesine ulaşan Gülen hareketi, bu kez muhalifleri değil, iktidarı hedef almaya başladı. AK Parti ile Fethullahçılar arasındaki ilk kriz 7 Nisan 2012’de dönemin MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın da aralarında bulunduğu MİT görevlilerinin gözaltına alınmaya çalışılmasıyla yaşandı. Erdoğan, o dönem “Hakan Fidan benim sır küpüm. Alacaksanız beni alın” diyerek cemaate meydan okudu. Erdoğan 14 Haziran 2012’de katıldığı Türkçe Olimpiyatları’nda Gülen’e “Bu hasret bitsin” diyerek ABD’den dönme çağrısı yaptı.
2013 yılında ise AK Parti’nin dershaneleri kapatmaya yönelik yasa teklifi hazırlamasıyla kriz, savaşa dönüştü.
17 Aralık 2013’de İstanbul’da Rıza Sarraf’ın ve bazı bakan çocuklarının gözaltına alındığı yolsuzluk ve rüşvet operasyonu düzenlendi. Erdoğan, ailesi, yakınları ve hükümette bulunan birçok önemli ismin de yer aldığı yolsuzluk iddialarını içeren tapeler Gülen yapılanması tarafından ortaya atıldı. Dönemin bakanları Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Erdoğan Bayraktar ve Egemen Bağış hakkında fezleke hazırlandı. 25 Aralık’ta ise Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan ve bazı iş insanlarının adının bulunduğu isimlerle ilgili soruşturma operasyona dönüştü. Ancak iktidarın talimatıyla gözaltılar hayata geçmedi. 2014 yılında MİT tırlarının durdurulmasından da Fethullahçılar sorumlu tutuldu.
Erdoğan 24 Mart 2014’te yaptığı konuşmada Gülen’i kastederek “Geçenlerde benimle ilgili ‘Bu uzun bize çok hainlik yaptı’ dedi. Nasıl hainlik yaptıysak. 17 üniversite kurmak için geldiler, hepsini onadım. Bu muydu hainlik? Bu ne vicdandır be. Okullar için yer istedi, verdik. Uluslararası camiada davet ettiler, devlet hükümet başkanlarına bunları refere ettik. Olimpiyat dediler, her türlü desteği verdik. Ne nankörlük bu ya? Ne istediniz de vermedik, ne isteniz de alamadınız?” dedi.
17-25 Aralık operasyonuyla birlikte Erdoğan iktidarı, Fethullah Gülen hareketini tasfiye etme kararı aldı. Başta yargı, emniyet ve bürokrasi olmak üzere devlet içerisindeki Gülen kadroları görevden alınmaya başlandı. 2014 yılında MGK tarafından “paralel devlet yapılanması” olarak görüldü ve terör örgütü ilan edildi. Kurduğu yapının amacının ‘seçilmiş hükümeti devirmek, ülke yönetimine el koymak’ olarak tespit edildiği belirtildi.
Haziran 2016 tarihinde Fethullah Gülen’in arasında bulunduğu 73 kişi hakkında terör örgütü kurmak, yönetmek ve üyesi olmak iddiasıyla “FETÖ çatı iddianame” hazırlandı. İddianamede, örgütün darbe yapacak güce ulaştığı anlatıldı. Ancak iddianame henüz mahkeme tarafından kabul edilmeden 15 Temmuz 2016 tarihinde askeri darbe girişimi yaşandı. İddianamelerde, darbe girişimine katılan askerlerin Gülen yapılanması üyesi olduğu iddia edildi. Yine Akıncı Üssü’nde yakalanan ancak şaibeli bir şekilde serbest bırakılan Adil Öksüz’ün de yine Gülen ile bir videosu ortaya çıktı.
Fethullah Gülen hakkında bugüne kadar çok sayıda dava açtı. 17-25 Aralık operasyonları, Selam Tevhid soruşturması, MİT tırlarının durdurulması, 15 Temmuz darbesi, Necip Hablemitoğlu cinayeti gibi çok sayıda davanın sanığı oldu. İddianamelerdeki temel suçlama, Fethullah Gülen’in anayasal düzeni ortadan kaldırarak yerine dini temele dayalı bir devlet kurmak ve “Humeyni gibi” Türkiye’ye dönmeye çalışmak oldu.
Başta TSK, Emniyet, Yargı ve MİT olmak üzere devletin kritik birimlerine sızmakla suçlandı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaklaşık 125 bin kamu görevlisi, Gülen ile bağlantılı olduğu iddiasıyla ihraç edildi.
Fethullah Gülen’in ölmesinin ardından geride Türkiye’de büyük oranda tasfiye edilmiş bir “cemaat” kaldı. Ancak Gülen’in yurt dışındaki yapılanması halen ayakta. Şimdi gözler Gülen’in yerine kimin geçeceğinde.
Adaylar arasında Mustafa Özcan, Suat Yıldırım ve Şerif Ali Tekalan gibi isimler öne çıkıyor. Ölümünün ardından Gülen yapılanmasının bölünüp bölünmeyeceği, iktidar kavgası yaşanıp yaşanmayacağı ve bu “gücü” kimin yöneteceğiyle ilgili iddialar muhtelif.
Güvenlik kaynaklarının verdiği bilgilere göre Gülen’in kara kutusu olarak bilinen “Uzun Cevdet” lakaplı Cevdet Türkyolu, Gülen’in sağlıklı görünmesi için son dönemlerinde ilaçlar veriyordu. Türkyolu ile heyetin yaşlıları arasında bir cenaze kavgası olduğu da iddia ediliyor. İddiaya göre Türkyolu cenazeyi hemen defnetmek isterken, heyetin yaşlıları Avrupa’dan gelecekleri bekleme niyetinde.
Örgüt servetini kimin yöneteceği de tartışma konusu. Avrupa ayağının yöneticisi Abdullah Aymaz’ın, Türkyolu ve yanındaki Mustafa Özcan’ın etkisini kırmak için çaba sarf ettiği iddia ediliyor. Gülen daha önce yaptığı açıklamada ABD’de ölmesi halinde cenazesinin Türkiye’ye götürülerek annesinin yanında defnedilmesini istediğini söylemişti ama bu ihtimal dışı bir seçenek.
Güvenlik kaynaklarına göre Mustafa Yeşil, Ali Ursavaş, Barbaros Kocakurt, Talip Büyük, Bilal Karaduman ve İsmal Cingöz, Aymaz ile hareket ediyor.
Zaman’ın eski genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı, İsmet Aksoy, Adem Kalaç, Naci Tosun, Muhammet Çetin ise Türkyolu ve Özcan ile hareket ediyor.
Avrupa-ABD ayrışmasında Afrika ülkelerindeki faaliyetin Avrupa etkisinde, Asya’daki faaliyetlerinse ABD etkisinde kalması bekleniyor.
Uzun yıllar Fethullah Gülen cemaati üzerine çalışan gazeteci Ruşen Çakır’a göre; Gülen kendisinden sonraki süreç için 10’un üzerinde insandan oluşan bir heyet oluşturdu ve bu heyet işleri kolektif şekilde yürütecek. Bunlar Gülen’in ilk öğrencilerinden oluşuyor. Hatta yeni taşındığı evde bu kişilerle görüştüğü söyleniyor. Çakır bu heyetin görünmeyen liderliğiniyse Mustafa Özcan’ın yapacağını söylüyor. Çakır, Özcan’ın örgütün mali işlerine hakim olduğunu ancak oluşacak dini boşluğu dolduramayacağını, öne çıkan ikinci ismin ise Abdullah Aymaz olduğunu belirtiyor. Aymaz’ın dini açıdan en güçlü isim olduğunu belirten Çakır, ayrışma ihtimalinin de yüksek olduğunu anlatıyor.
Fethullah Gülen’in yeğeni Ebuseleme Gülen, geçen aylarda FETÖ içindeki kavgayı ifşa etmiş ve Gülen’in Pensilvanya’daki FETÖ kampından kaçırıldığını öne sürmüştü.
Yeğeninin iddialarına göre Fethullah Gülen, örgütün kara kutusu olarak bilinen Cevdet Türkyolu başta olmak üzere, Barbaros Kocakurt, Mustafa Özcan ve Gülen’in özel doktoru Kudret Ünal tarafından bilinmeyen bir yerde tutuluyordu. Ebuseleme Gülen, X paylaşımlarında, amcasının 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili “gerçekleri açıklamadan ölmemesi gerekir” yorumlarında bulunurken, Türkyolu, Adil Öksüz, Kudret Ünal ve Barbaros Kocakurt gibi örgütün önde gelen isimlerini suçlamıştı.