Özgün biyografilere imza atan Liz Behmoaras, yeni kitabı 'Küçük Dev Kadın Azra'da adı Mavi Yolculuk'la özdeşleşen Azra Erhat’ın sıra dışı hikayesini anlatıyor. Erhat'ın sağlığında yazdırdığı detaylı vasiyetnamesinin tam metnini yayımlıyoruz.
AZRA ERHAT’IN VASİYETNAMESİ
Azra Erhat 6 Eylül 1982’de hayata veda etti. Hastalığını iyileşmeyeceğini biliyordu. Üstelik çok önceden. 28 Mayıs 1982’de arkadaşı Suha Umur’u çağırıp “Vasiyetimi yazdıracağım sana” dedi. “Noter falan istemem, dostlar arası bir vasiyet bu. Ölmemi beklemeden de yayımlatabilirsin. Ama yeter ki tümü yayımlansın” diye ekledi. O gün akşama dek Azra Erhat söyledi Suha Umur yazdı. İki gün sonra ‘Vasiyetname’ye bir sayfa daha eklendi… Azra Erhat’ın ölümünden sonra Suha Umur yazarın tüm dostlarını toplayıp yazılanları onlara okudu, yayımlanması için ise iki yıl bekletti. Azra Erhat’ın vasiyetnamesinin tam metni şöyleydi:
28 Mayıs 1982
1) Adam Yayınevi’nce hazırlanacak olan Eski Yunan Tragedya ve Komedya’ya ait eserlerimin tümü, Güngör Dilmen’e verilecektir. Kendisi evden bu konudaki bütün kitap ve malzemeyi alacaktır.
2) Gülleylâ’ya Anılar ve Mektuplar adı ile bir kitabın tamamlanmasını diliyorum. Bu konuda tape edilmiş anılar, koğuşa gelmiş olan mektuplar ve diğer mektup, yazı ne varsa hepsinin Gülleylâ’ya teslim edilmesini dilerim.
Kitabın redaksiyonunu Gülleylâ ve Sevgi , diledikleri dostlardan yardımla beraber sağlasınlar. Kitap, Adam Yayınları’nın, Mektuplar dizisine verilsin ve telif hakları, Gülleylâ ile Sevgi Arel’e ait olsun.
3) Mavi Yolculuk konusunda Tirenk ve Otomobil Kurumu’nun bana ısmarlamak lütfunda bulunduğu kitaba, benim her halde çalışmam mümkün olmayacaktır. Sayın Em. Albay Ahmet Salahor, benim bugüne kadar çıkan Mavi Yolculuk kitaplarımdan yararlanarak dilediğimiz yararlı rehberi, fotoğrafçı arkadayşlar Mustafa Dorsay ve Metin ile tamamlarlar. Bütün Mavu Yolcuların ve benim evdeki slaytlarımın, başta Ali Uğur olmak üzere derlenmesi ve Turing’e sunulmasını dilerim.
Ayrıca Mavi Yolculuk konusunda bugüne kadar çıkan 3 kitabım, Mavi Anadolu, Mavi Yolculuk, Karya’dan Panfilya’ya Mavi Yolculuk, tümü bir kitap halinde güzel fotoğraflar ve haritalarla gene Adam Yayınevi’ne verilmek üzere bastırılabilir. Bu kitaba bir “İmece” önsözünü Mavi Yolcular diledikleri gibi yazarlarsa ve resimlerlerse sevinirim.
İmece işine bütün Mavi Yolcular’ın katılması iyi olur. Artık nasıl isterlerse yapsınlar. Başlarına Cengiz Bektaş ve yardımcılarını alırlarsa yarar görürler kanısındayım. Bu kitabın telif hakkı ileride sözünü edeceğim “Mavi Yolculuk Vakfı”na aittir.
4) Asıl büyük çalışmam, adını dostum Dr. Özden Murtazaoğlu’nun koyduğu “Osmanlı Münevverinden Türk Aydınına” adlı kitaptır. Bu kitabın önsözü, “Öncesi” adı ile yıllardan beri kafamda yazılmaktadır, fakat henüz kaleme alınmamıştır. Umarım ki bunu yazılı veya sözlü olarak dile getirmeye vakit bulacağım. Şimdiden şunu söyleyeyim ki bu kitap, alışılmış bir kitap, hatta bir kitap değildir. Bir yaşam bölümüdür. Ben ne isem odur. Bilimsel yönü vardır ve sağlamdır. Bu kitabın nasıl doğduğunu, “Öncesi” adlı girişte bildireceğim. Şimdiden şunu da söyleyeyim ki, kitabın kaynağında da Atatürk’e olan –sözünü bulamıyorum– sevgim yatar. Atatürk ile aramda ta çocukluğumdan başlayıp hapishane aylarında ve sorgularım sırasında, başka türlü bir ilişki kurulmuştur. Bunu koğuştan Gülleylâ’ya ve Emine Temizhan’a yazdığım bazı mektuplarda dile getirmiştim. Daha da anlatacağım. Bu sevgiye Sabahattin Eyüboğlu’na olan büyük sevgi eklenmiştir. Bu iki insan adeta bir bütün olarak benim içimde yaşar.
Sabahattin Eyüboğlu öldükten sonra onun yazılarını derleme işine giriştim. Dört beş kitap tutacak olan derlemkenin sonna kendim yapacağım bir inceleme kitabı düşündüm. Yalnız S. Eyüboğlu’nun nereden geldiğini, insan, düşünür ve sanatçı olarak kaynaklarının nerede bulunduğunu araştırmak gereksinimi duydum. O zaman anladım ki, ben, kendimi bilmiyorum ve genellikle biz Türk aydınları nereden geldiğimizi, hangi gelenekleri sürdürdüğümüzü. Ne yolda devrim yapıp yapmadığımızı anlamamışız, ya da araştırmamışız.
Kanımca, sol ya da solcu aydınlar olarak bugüne dek hep havada kalmamızın, sözüm ona sevdiğimizi sandığımız halkla bütünleşemememizin ve de herhangi bir etkinliğimizin hep boşa çıkmasının asıl nedeni budur. Biz, kendi bilincimize varmamışız. Kendimizi ne eleştirmemizi ne de özeleştirmemizi başaramadığımız için, anlamsız tutarsız…
(Ziyaretçiler geldiği için kesildi.)
Kitabın başına da, müsveddelerde yazıldığı gibi Âşık Veysel’in dizesi konacaktır.
Bu çalışmayı Türk aydınını anlamak için yapmaya çabaladım. Asıl amacım, S. Eyüboğlu’na varmak olduğunu ve kanımca Cumhuriyet aydınını, günahı, sevabı ile en iyi simgeleyen (ya da temsil eden) kişi olduğuna inandığım için onu bu incelemenin sonunda anlamak, incelemek ve elden geldiğince insan ve sanatçı olarak eleştirmektir. (Eleştirmek deyince, bunu Batılı kritik anlamı ile yapıyorum. Yani eleştirme sözü bizde, kınama, tenkit etme anlamına geliyor, oysa tam tersini istiyorum.) S. Eyüboğlu hakkında, insan ve sanatçı olarak S. Eyüboğlu hakkında yazılacak bir eleştiri, bir inceleme kitabının en yetkini olmalıdır, en yetkin biçimi olmalıdır. Bu aşamaya, yani kitabın üçüncü aşamasına varabileceğimi sanmıyorum.
S. Eyüboğlu hakkında ilk çalışmaya başladığımda, çeşitli dostlarla ve bizden daha yeni kuşaklarla S. Eyüboğlu hakkında ne düşündüklerini anlamaya çalıştım. Özellikle Hilmi Yavuz ve Şükran Kurdakul ile konuştum. –Bu konuşmaların bantları benim yemek odamdaki büfemde, maalesef karmakarışık durumda duran bantlar arasından çıkarıp, bulunmalıdır. – Bu işi en iyi Suha Umar yapacaktır ve bu bantlar kitabın üçüncü bölümüne bir çeşit belge ve malzeme oluşturabilecektir. Bunların nasıl değerlendirileceğini daha ileride ele alacağız.
Kitabın halen birinci ve ikinci bölümü tamamlanmış gibidir. Birinci bölüm ki defa, hatta üç defa yazılmış olarak kâğıtlarımın arasından, dosyalarımın arasından çıkarılacak ve incelenecektir. Son bölüm bir siyah dosyadadır ve zannediyorum üstünde son yazılış mı, son nüsha mı ne diye bir şey yazar. Son bölüm kalınca bir BIT dosyası içerisine alınmıştır.
Birinci bölümün adı “Mustafa Kemal Osmanlı Münevverini Eleştiriyor”. Başlık böyle olduğu gibi kalacaktır. Kitabın en sonuna Mustafa Kemal’in Konya nutku, Suha Umur’un yaptırdığı fotokopiden ve tüm olarak alınacaktır.
Sözü geçmişken kitaba eklenecek olan geniş bibliyografya “Kaynakça” adı ile konacaktır. Bu kaynakçanın fişleri madeni büromun sağ tarafındaki madeni kutudadır. Birkaç kitap yahut mahal adı eksik olabilir. Ben tamamlayamazsam bir bibliyografya uzmanı, dileğince 1) Kitap, 2) Makale, 3) (varsa) belge olarak bibliyografyayı düzenleyebilir.
Birinci bölüm bitmemiştir. Sonuç yazılarını YAZKO’da düzenlenen “aydınlar” konulu seminerin özetleri çıktıktan sonra tamamlamak istiyordum henüz çıkmadı. Ben de notlarımdan edindiğim izlenimleri daktiloya dökmek fırsatını henüz bulamadım. Şayet bulamazsam kitabı “İmece” yolu ile tamamlayacak arkadaşlar (isimleri aşağıdadır), bu birinci bölümü, benim görüş açımdan bitirmek yoluna gidebilirler. Şunu söyleyeyim ki, Mustafa Kemal’in Osmanlı münevveri eleştirisine katılmakla birlikte, Osmanlı münevveri dediğimiz Türk aydının günahı, sevabı ile bizim öz kaynağımızı oluşturduğuna ve Türk aydınının Tanzimat’tan bu yana yazgısını bu insanla bir biçimde yansıttığına inanıyorum. Türk aydını Tanzimat’tan beri vardır ve savaşımı, yaman ve de yürekler acısı bir savaşımdır. Sürülmüş, horlanmış, kösteklenmiş, bir karanlıktan aydınlığa varmak için hep ip uçları arayıp, sarılmaya uğraşmıştır. Sarılma çabası da dışarıdan aldığı esinleri dışa dökme çabası da, hele kendi varlığı ile Batılılaşma eğilimi arasındaki çatışması da çok saygıdeğer ve yücedir. Bugünkü solcu aydının, o aydınla bağları kopardığını sanarak bazı dostların yaptığı gibi, “Benim bu adamla ilişkim yoktur” diyerek onu, Osmanlı münevverini “Komprador aydın”, “Tanzimat kafalı”, “Emperyalist uşağı” diye nitelendirmesi, saçmanın saçmasıdır. Geçmişini yadsımakla dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir aydının yetişmediğini bilmemek bizim bilinçsiz, sözüm ona, aydına özgü bir tutumdur. Ben bunu kınıyorum ve öleceksem, mesaj olarak diliyorum dostlarımdan, her şeyden önce kendilerini kaynaklarına bağlasınlar. Eski Türkçeyi hor görmesinler. O da bizim uzun yüzyıllar dilimizdi. Her dilin saygınlığını korumak, bilimini sürdürmek, gerçek devrimciliğin özelliklerindendir.
Yeni Türkçeye, arı dilimize candan bağlıyım. Arcak bu savaşımın sağlam bir etimolojik sözlüğe dayandırılmadıkça kazanılması olanaksızdır. Kısırdöngü kavgalarından öteye gidemez inancındayım. Kafamda beliren ideal, dilimizin ta başından bugüne, halk Türkçesi ile, Osmanlıcası ile birlikte büyük bir lügatçe veya sözlük içinde toplanmasıdır. Evet, dilimize çok yabancı unsurlar karışmıştır. Arapça, Farsça, Batılı unsurlar. Ama bu asıl özelliğimiz değil midir?.. Anadolu’muz o değil midir?.. Bir sürü art arda gelmiş yerleşmiş, yaşamış göçmüş ulusların, boyların karışımı değil midir?..
Atatürk’ün düşüncesi Hitit Türk’tür, deyişi alaya alınmıştır, güneş dil teorisi filan… Alaya alanla alay edilmeli, çünkü bu atılımın kaynağında bilimsel, klasik olarak bilimsel denilen bir eğilim aramak yersizdir. Bu bir seziştir. Atatürk’ün istediği, amaçladığı, Hitit’in geçmişte Türk olması değil, Güngör Dilmen’in çok iyi dile getirdiği gibi, bugünün Türk’ünün Hitit olması idi. Yani Güngör şöyle diyordu: “Biz ne kadar Hitit’i benimsersek, Hitit o kadar Türk olur ve dünya kültürüne Hitit’ten bu yana Anadolu’da yerleşmiş tüm uygarlıklarla tarihe geçer.” Türk uygarlığı kozmopolit, karmaşık, katışık bir bütün olarak düşünülebilecektir gelecekte. Biz ve bizden sonraki kuşaklar bu amaca yönelmeliyiz. Madem yurdumuz bize Milat’tan önce dokuz, sekiz, yedi, altı bin yıllardan bu yana sürekli anıtlar bırakmıştır, izleyeceğimiz yolu bize toprağımız çizmiş oluyor. Bu yolda atlamalar, sıçramalar yapamayız. Sanıyorum asıl amacımız hem tarih hem de dil bakımından “Türk Ansiklopedisi”ni yapmaktır. Ama öyle Britannica kopyası veya özetlemek değildir. Britannica nerede, biz nerede. Kendi dilimiz kendi toprağımıza bakalım. Burada “Tanzimat kafası” diye alay eden Türk aydınına bir “işmar” veriyorum. Bu yüzden (taklitçilik) bugün hâlâ Anadolu ve Türk edebiyatı üzerine bilimsel çalışma dışarıda yapılmaktadır. Karınca kararınca da bu işe başlamak gerekir. Hiçbir bilim araştırması, büyük esinlerle hiçbir bilim adamına doğmuş değildir. Niçin biz hiçbir zaman ufak işlerden hoşlanmayız da sözüm ona büyük kuramlardan başlarız. Aslında kuram, kuram deriz de ne olduğunu bilmeyiz. Aslında kurama varılır, kuramdan çıkılmaz. Pek az insan da kurama varabilmiştir.
Bu kitabın tamamlanması için dostlardan bir grubun bir araya gelip, çalışmasını uyun görür gibiyim. Bu dostların başında, bütün malzemeyi toplamak, düzenlemek ve fotokopilerini yaptırmak üzere tüm düzen ve yönetim işini kardeşim, dostum Suha Umur’a bırakıyorum. Her şey kullanılıp, basıldıktan sonra değerlendirildikten sonra el yazmaları Suha Umur’a iade edilecektir. (Defter, vs ne varsa hepsi onun elinde kalacaktır.) Kendisi bunları, “Kutsal Emanet” gibi kullanmak zorunda katiyen değildir. Maddi malzemenin yayımı sağlandıktan sonra her şey yok edilebilir ve edilmelidir. Tozlu kâğıt sevmem.
Suha Umur’a önerim, kendisine yardımcı olarak 1) Dostum Vedat Günyol, 2) Şükran Kurdakul, 3) Memet Fuat, 4) Damadım Mehmet Cemal Arel ve 5) Atillâ Özkırımlı’yı danışman olarak yanına almasıdır. Daha birçok dostlarım bu işe karışabilir ama, onlara başka işler vereceğim ve de her dostun kendi alanına göre çalışmasını daha uygun görüyorum, kırılmasınlar. Bütün dostlarım bu sözü geçen ekibin çalışmasını derlesinler, eleştirsinler, denetlesinler. Her şey tam bir “İmece” olsun. Kitabın başlığı dediğim gibi konmuştur. Altına ne koyarlara koşunlar (İmece, vs…..) En başta Azra Erhat konacaktır altına kitabın kimler tarafından tamamlandığı belli edilecektir. Birinci sayfada Veysel’in sözü yazılacaktır. İthaf olmayacaktır. Yayınevi olarak Adam’ı seçtim. Telif hakları “Mavi Yolculuk Vakfı”na aittir.
5) İlyada ve Odiseia kitaplarının yeniden basılması elbette ki dostum, iş arkadaşım, A. Kadir Meriçboyu ile danışılarak yönlendirilecektir. Dileğim odur ki, günün birinde İlyada ve Odiseia da Adam Yayınevi’nce basılsın. İlyada ve Odiseia’nın A. Kadir’den bana kalan telif hakkının, yeğenlerim Semra Arel, Tevfik Erhat ve Cem Erhat arasında paylaşılmasını dilerim.
– Herhangi bir eserimin, herhangi bir yabancı dile çevirisi, telif hakkı getirirse, Tevfik Erhat ile Cem Erhat’a verilecektir.
– Cengiz Bektaş’a yazılmış Karya üzerine mektuplar ve de başka birçok dostlarıma yazdığım mektuplar, zamanı geldikçe ve gereği duyuldukça basılabilir. Onların derlenip, toparlanması ve seçilmesi Cengiz Bektaş’a aittir. İsterim ki nasıl ben, Mektupları ile Halikarnas Balıkçısı diye bir kitap yazdı isem, Cengiz Bektaş da “Mektupları ile Azra Erhat” diye bir kitap yazsın. Telif hakkı elbette Mavi Yolculuk Vakfı’na aittir.
Kitaplığımı tüm olarak damadım, Mehmet Cemal Arel’e bırakıyorum. Yalnız, kendisini ilgilendirmeyip kendisinin değerlendirmeyeceği, kullanmayacağı birçok Yunan, Latin, Fransız, Alman, İngiliz dillerinde yazılmış kitaplar vardır. Bunların yok olup gitmemesi, yerinde kullanılabilmesi için acaba neler düşüneceksiniz?.. Onu da kendiniz düşünün. Klasik filoloji uzmanları, öğrencileri varsa, örneğin, Sıla, onlar istediklerini alsınlar. Yeter ki bu kitaplıktan düşündüğümüz Vakfa yarayacak olanlar çar-çur olmasın İleride Vakfın belki de önemli bir araştırma kitaplığı ortaya çıkabilir. Bu kitaplıkta Halikarnas Balıkçısı’nın ben de tek tük bulunan ve aslında Balıkçı’nın kendi evinde kapalı duran kitapları birleştirilmeli. Eminim ki böyle bir üçlü kitaplık kurulursa, Magdi de Sabahattin Eyüboğlu’na ait kitap, slayt, fotoğraf vb’yi buraya seve seve bağışlayacaktır. Bugüne kadar Magdi, derli toplu bir koruma çabasına nerede rastladı ise ona canını, malını vermiştir. Onun cömertliği ve babasından kalma bilimsel derli topluluğu ancak derin bir anlayışla değerlendirilebilir. Ona burada saygımı bir daha belirtmek isterim.
Sırası gelmişken Magdi’nin bana değerlendirmek üzere verdiği Sabahattin’in tüm yazıları küçük odada siyah bir naylon torba içinde durur. Bir an önce, ben ölsem de ölmesem de, bu düzensiz halden çıkarılıp, evdeki büyük bavullardan bir tanesinin içerisine bütün Sabahattin Eyüboğlu’nun kitapları ile birlikte tertiplenerek, konması (kütüphane kuruluncaya kadar).
Halikarnas Balıkçısı’na ait kitap, yazı, mektup ve varsa çizim, resim, hepsinin bir bavul veya sandık içine yerleştirilmesi.
Halikarnas Balıkçısı’ndan bana kalmış olan tüm yazıların denetimi, yönetimi, oğlum ve Balıkçı’nın oğlu Şadan Gökovalı’ya aittir (Vakıf kuruluncaya kadar muhafaza etmek üzere ve neşriyat yapmamak ricası ile). Şadan’ın iyi niyeti çok, kültür geçmişi, birikimi, Halikarnas Balıkçısı’nın engin bilgi ve kültürünü kapsayacak değerde değildir ve olamaz. Şadan oğlumdan, bu hızla Balıkçı”yı değerlendirmeye ve yayımlamaya çalışırken daha ağır gitmesini (daha bilimsel), elden geldiğince danışarak çalışmasını, bile bile bir çeşit şovenizmden ve turistik kolaylıklardan sakınmasını rica ederim. Halikarnas Balıkçısı’nın sözlü geleneği ve fıkracılığı üzerine çeşitlemeler sona ermelidir. Halikarnas Balıkçısı bir yazardır ve onu geleceğe bırakmak istiyorsak duygusallıktan ve hayrancılıktan tamamen arınmış soğuk ve nesnel ve de uluslararası bir açıdan incelemeliyiz. Yoksa Balıkçı çok yakın zamanda yok olur, gider.
Balıkçı’nın İngilizce olarak yazdığı ve benim büromun alt çekmecesinde bulunan bir kitap vardır (Vaktiyle Turizm Bakanlığı ısmarlamış). Bu kitap bu haliyle basılamaz nitekim yıllarca uğraştığım halde ben bu kitabı basılır hale sokamadım. Bunun acele ve üstünkörü bir derleme ile basılması kanımca çok sakıncalıdır. Ancak şuna da inanıyorum ki benim bugün yapamadığımı, başkalarının da yapamadığı, tam Halikarnas Balıkçısı değerlendirilmesini ileride yapacak olan gençler çıkacaktır. Bunun bazı belirtilerini gördüm. Balıkçı üzerine bilimsel çalışma yapmak isteyenler göründü. Bu yüzden en iyi Balıkçı’ya ait ne varsa, hepsinin ileride sözünü edeceğim Mavi Yolculuk Vakfı’na verilmesi, orada korunması doğru olur.
Halikarnas Balıkçısı’nın bana yazmış olduğu mektuplardan bulunabilenlerin hepsini, Balıkçı’nın torunu Deniz Noon’a bırakıyorum. Onları istediği gibi değerlendirebilir ve yayımlayabilir. Telif hakları kendisine aittir. Yalnız bu mektupları yayımlarken, dedesinin ve benim insanca saygınlığımızı göz önünde tutması ve elbette gerekirse danışması uygun olur. Cevat Şakir’in babasının ölümü ile ilgili “Afyon vakası” denilen olaya dair mektuplarda benim yayımlamak istemediğim bazı kişisel suçlamalar demeyeyim de kınamalar vardı (kardeşlerine ait). Bunlar olayı biraz aydınlatabilir. Olayın aydınlatılmasını şart görüyorum. Halikarnas Balıkçısı’nın ne kişiliği ne de yazarlığı bu olayın açığa çıkarılmadan yapılması mümkün değildir. O bakımdan, aileye, soya, soyluluğa ait her türlü düşünceden arınmış aydınlık, kamuya sunulmalıdır. Ailenin artık bu kadar büyük bir adam karşısında tümü ile çekilmesin uygun görürüm. Nitekim, bugüne kadar hiçbir şey yapmadılar.
– Özel mektuplarımı Suha Umur alsın okusun; tozlanmasın, ortada kalmasın.
Cuma, 28 Mayıs 1982 günü, bu dileklerimi kardeşim dostum Suha Umur’a yazdırdım. Sakın bu yazılar noter moter gibilerine tasdik ettirilmesin, gülerler. Ancak ben yalnız gülmeyi hedefliyorum, çünkü benim kadar mutlu bir ömür yaşamış bir insanın ve de kadının ölümünden sonra yalnız mutluluk olacağını düşünerek sevine sevine öbür dünyayı boylayabilirim.
Benden sonra çevremde epey mutluluk olacağına inanıyorum. Cenazem herkesin bir çiçekle gelmesini rica ederim. Geri kalan paralarsa, dostlar Mavi Yolculuk Vakfı’na bağışlasınlar.
Evim boşaltılmadan önce, şöyle bir kırkıncı günü, bir bayram günü yaparsınız. Yiyecek içecek bol olsun, helvası da bulunsun. Kapılar açılsın, eş-dost, konu-komşu, sokaktan geçen kim varsa içeri dalsın, dilediğini alsın gitsin (Kitapların dağıtımı Mehmet Cemal Arel’in yönetimi altındadır, verir veya vermez). Herkes gönlünce ne isterse alsın (akraba dahil).
Bu törenin düzenlenmesi ve yönetimi 1) Semra Arel, 2) Tülin Sarter, 3) Leylâ Özbay, 4) Magdi Rufer’e aittir. (Magdi burada yoksa, bu törenin daha âlâsını bulunduğu yerde yapar.) Elbette ki bütün eş-dost, adlarını burada saymaya olanak bulunmayan kadın canlarımın hepsi bu töreni güzel bir şekilde yöneteceklerdir.
Geri kalan ağır eşya vb. ne varsa ve bunlar satılırsa parası, geliri, Mavi Yolculuk Vakfı’na verilir (Ne yapılırsa yapılır, bana ne, Semra, Mehmet bilir).
İğnem, Tevfik Erhat’a; pırlanta yüzüğüm, Cem Erhat’a; saatim, Leylâ Özbay’a; Balıkçı’dan kalma yüzüğüm, Semra’ya verilecektir. Sözüm ona kocam Sabo’dan bana kalan ufacık 3 taşlı yüzük ile alyansım, kızım Ayça Abakan’a verilecektir.
Bir inci kolyem vardır, Özden’e verilecektir.
Ufak Mevlânâ altınım, Türkân’a verilecektir.
Semra, benim çok kullandığım ve en çok sevdiğim eşyalardan Mai Çanakkale ibriğini Güzin Dino’ya, Güzin’in bana verdiği uzun ibriği gene Güzin Dino’ya; büfenin üzerindeki annemin mineli saatini Yvettes Erhat’a verecektir.
Gümüş edevatı da Semra, akrabalar arasında dağıtsın (bildiği gibi).
Kavukluk Cem Ertekin’e.
Nenemin sedef çekmesi arkadaşım Evelyn Tagnon’a verilecektir.
Semra’nın münasip göreceği gümüşlerden bir parça yengem Magda’ya verilsin.
Bakır, sandık şeklindeki sigara kutum, Magdi’ye.
Mevlânâ altını yanında bulunan bir Vietnam pandantifi gelinim Figen’e bırakıyorum.
Televizyon altındaki masa, Ali Uğur’a aittir.
Evdeki çanak tabaka ait ne varsa kızım Yeter Uğur’a verilmesini istiyorum. Daha istediği şeyleri seçebilir. Perde, yorgan, yatak gibi eşyalar sabık ev işçim Halime Hanım’a verilecektir. Kalanı Semra dağıtsın.
Mavi Yolculuk Vakfı’nın kurulmasını diliyorum.
Bunun ne olacağı ve nasıl çalışacağı sanıyorum buraya kadar yazdıklarımdan (söylediklerimden) anlaşılabilir.
Bu işin planlaması için düşündüğüm kişiler şunlardır: 1) Mehmet Cemal, 2) Cengiz Bektaş, 3) Osman Nuri Karaca, 4) Özden Murtazaoğlu, 5) Yelda Uras, 6) Ali Fuat Eroğlu ve tüm Mavi Yolcular, kadın-erkek, vakfın kurucuları olsun.
Yolculuklar yapılsın istiyorum. Elbette ki Mavi Yolculuklara her defasında bir yeni gencin alınmasını dilerim.
“Azra Erhat Ödülü” adı altında bir şey istemem. Ödül olacaksa Mavi Yolculuk ödülü olsun. Hep üç isim beraber gitsin, sakın beni Balıkçı’dan ve Sabahattin’den ayırmayın.
Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyüboğlu ve Azra Erhat tüm eserlerinden eksiksiz bir kitaplık, Marmaris’te demirli Hürriyet motörüne bağışlanacaktır. Bir damga yapılacaktır: “Mavi Yolcuların şükranı ile.” Bundan sonra da oraya verilecek her kitaba basılacaktır.
Anıtların yapılmasına devam edilecektir. Üçlü anıtlar yapılacaktır. Sabahattin’e ayrı, Balıkçı’ya ayrı anıt yapmayın.
Bol bol gezin ve için.
Mavi Yolculuğun şerefini korumak gerekir.
Halikarnas Balıkçısı ve Sabahattin Eyüboğlu’nun kurduğu, benim de sürdürdüğüm Mavi Yolculuk, Türkiye’deki kültür etkenliğinin başında gelir. Bunun yayınla tanıtılması gerekir.
30 Mayıs 1982
Ben Azra Erhat, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, 6 Eylül 1982 günü mutluluk içinde bu güzel dünyadan ayrılıyorum.
Annem ve babamdan çok iyi şey aldım fakat mayam Atatürk’tür. Toprağa verileceğim gün, Anıtkabir’e çok ufak bir pembe gül çelenginin, oradaki bir asker tarafından konmasını rica ederim; denizci olmasını tercih ederim.
Hepsini canımdan çok sevdiğim Türk gençleri arasında üçünü kendime evlat olarak seçtim: Cengiz Bektaş, Şadan Gökovalı, Ayça Abakan. Çocuklarıma hiçbir şey bırakmıyorum. Sevgiyi, çalışmayı, korumayı sürdürmelerini istiyorum.
Kan bağı çocuklarım Semra ve Mehmet Cemal ile Gülleylâ ve Sevgi Arel, bana bir ömür boyu mutluluk verdiler. Karşılığını görmelerini isterim. Onlar benim her işte temsilcilerimdir.
İkinci anam ve babam Mukbile ve Feyzi Atabek’e, çocukları Tülin Sarter, Ata ve Fazıl’a, anam ve kendi adıma minnettarım.
Yeğenlerim Tevfik ile Cem Erhat ve ailelerinin, adımızı onlarla içeride ve dışarıda sürdüreceklerine inanıyorum.
Geçmiş ve gelecek Mavi Yolcuların hepsi benim meleklerimdir. Asistanım Bülent Erdemoğlu’nun aralarına katılmasını diliyorum.