Cumartesi Anneleri – Galatasaray Meydanı’nda 1000 Hafta: Kayıp yakınları anlatıyor

24 Mayıs 2024
Bu haber 1 ay önce yayınlandı

Gazeteci Serdar Korucu, Doğan Kitap'tan çıkan 'Cumartesi Anneleri - Galatasaray Meydanı’nda 1000 Hafta' kitabında gözaltında kaybedilen 18 kişi için 22 kayıp yakınıyla konuştu. İşte o söyleşilerden kısa ve vurucu bölümler...

Cumartesi Anneleri, ilk eylemini 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü saat 12’de Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirmişti. Türkiye’nin en uzun soluklu direniş hareketi olan bu eylem, 25 Mayıs’ta 1000. haftaya ulaşıyor. Bu tarih dönümü öncesinde gazeteci Serdar Korucu’nun, gözaltında kaybedilen 18 kişi için 22 kayıp yakınıyla görüşerek kaleme aldığı ‘Cumartesi Anneleri – Galatasaray Meydanı’nda 1000 Hafta’ adlı kitabı Doğan Kitap etiketiyle okurla buluşuyor.

Cumartesi Anneleri’nin tarihi

Türkiye’de basının Arjantin’deki ‘Plaza de Mayo Anneleri’ne benzeterek ‘Cumartesi Anneleri’ ya da ‘Cumartesi Anaları’ adını verdiği eylem, gözaltında kaybedilenlerin yakınlarının adalet talebini gündeme getiriyor. Korucu, kayıpların son bulması, kaybedilenlerin akıbetinin açıklanması, kalıntılarının ailelerine teslim edilmesi, gözaltında kaybetme suçunun fail ve sorumlularının yargılanarak adaletin sağlanması talepleriyle bir araya gelen Cumartesi Anneleri’nin tarihini gazete ve televizyon arşivlerinden yararlanarak anlatırken kayıp yakınlarının içten ve dokunaklı hikâyelerine de yer veriyor.

Cumartesi Anneleri zaman zaman kesintiye uğramasına rağmen 29. yılını doldurmuş bir mücadele. Ve her ne kadar hareketin başından beri kaybedilenlerin eşleri, kardeşleri, çocukları, babaları, diğer akrabaları ve hak savunucuları katılmış olsa da annelerin özel bir yanı var. Kitaptaki anlatımlarda bu nedenle öncelik annelerin… Annelerin, eşlerin, kız kardeşlerin ve kız çocuklarının…

Bu kitap, kaybedilen sevdiklerinin akıbetini öğrenebilmek için kendini Galatasaray Meydanı’nda bulanların, bulmak zorunda kalanların ve elbette eylem yapmalarının nedeni olan kayıplarının öyküsünü anlatıyor… 1000 haftalık adalet arayışının, 1000 haftalık direnişin hikâyesini de hafızalara kazıyor.

Kitaptan kısa kısa…

Cemil Kırbayır’ın ağabeyi Mikail Kırbayır:

Meclis’te Mersin Milletvekili Prof. Dr. Zafer Üskül başkanlığında kurulan komisyon, yürüttüğü titiz çalışma sonucunda 350 sayfalık bir rapor hazırladı. Raporda Cemil Kırbayır’ın gözaltındayken işkenceyle hayatını kaybettiği ve bedeninin ölümüne sebebiyet veren kamu görevlilerince ortadan kaldırıldığı kayıt altına alındı. Böylece Cemil’in gözaltında kaybedildiği resmiyet kazandı. Komisyon ayrıca düzenlediği raporla birlikte Kars Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Raporda “Cemil Kırbayır, 8 Ekim 1980’de sorgulama esnasında ağır işkence sonucu öldürülmüştür. Cesedi de yine bu görevliler tarafından ortadan yok edildiği kanaatine varılmıştır” denildi. Bu meclisin genel kurulundan da geçmiştir. Bin yıllık devlet geleneği olan ülkede ilktir, devlet itiraf etmiştir.

Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren:

Annem çok güzel bir kadındı. Masmavi gözleri vardı. Ben gözlerine hiç bakamadım. Belki biraz kendimizi de sorumlu tuttuk onun bu yaşadıklarından. Annem Gayrettepe’ye girmek istemişti, onu durdurmuştuk. Belki annem biraz daha delice davransaydı, bunları yaşamazdık. Biz de bilmiyorduk. Evet, Arjantin’de bir şeyler oluyordu, başka ülkelerde oluyordu ama biz onları hep kitaptaki şeyler zannediyorduk. Asla aklımıza böyle bir şey gelmedi. Ağabeyimin kaybedebileceğini asla düşünmedim.

Kenan Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin:

Gözaltında kaybedenin ortaya çıkarılıp yargılanmasını istiyoruz. Bizim dosyalarımızın tamamı zamanaşımına uğradı. İnsanlık adına işlenen suçun zamanaşımı olmaz. Onlar kapatabilir, onlar zamanaşımına uğratabilir. Bizim için hâlâ dünkü gibi, o günkü gibi taze. Ömrümüz yettiği kadar bu mücadelenin peşini bırakmayacağız.

Ali Tekdağ’ın ablası İffet Mutaş:

Ali’nin mezarı yok. Bir tek ölmeden önce Ali’nin kemiklerini gömmek istiyorum. Onun bir mezarı olsun. Bir karanfil bırakayım. Bir dua edeyim, bir ağıt yakayım. Mezar taşına elimi sürsem sanki Ali’nin başını okşamış gibi olacağım. Artık hayattaki tek arzum bu kaldı. Oğlumu, kızımı, kardeşimi hepsini yitirdim. Bir tek umut bu. Beni hayata bağlayan bir başka umudum yok, beklentim yok. Sadece bu hasretle ölmek istemiyorum.

Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız:

Şimdi yaşasa 49 yaşında olacaktı. Bu senenin yedinci ayının 24’ünde 50 yaşına girecekti. Gözlerim hep sokaklarda. İnsanlar mağazalarda elbise bakar ya, ben insanlara bakarım. Gençlerin arasında benzeri var mı diye bakarım. İnsanlara soruyorum, “Kaç doğumlusun?” diye. O zaman saçları böyle olurdu. Sen 40 yaşındasın değil mi? Bak işte beyazlar çıkacaktı onun da saçında. Çoluk çocuğa karışacaktı belki…

Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak:

Oğlumu, öğretmenimi 58 gün aradım ben. Onu ormana atmışlar. Bir buçuk ay sonra toprağı kaldırıp bulduk. 58 gün aradık. O 58 günü hiç unutmadım. Biz Hasan’ı bulduk ama o acıyı bildiğimiz için evladının mezarını arayan ailelerin acısını çok iyi biliyoruz. Hasanımın cenazesini buldum, mezarına koydum. “Cenazelerini bulamadığımız kayıplarımızınki de bulunana kadar vazgeçmeyeceğiz” dedik. Hasan’a, oğluma, öğretmenime olanlar başkasına olmasın diye oturdum Galatasaray’da. Hasan’a duyduğum sevgi beni Taksim’e götürdü. Kayıp mücadelesine dönüştü. Her kaybedilen Hasan’dır benim için, her kaybın annesi de benim.

Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun:

İnsan ilk başta belki 40 gün ortaya çıkmasını bekliyor. Bende öyle oldu. “Belki bir yerde gizli tutuluyordur” dedim. “Devlet kendine göre ağır suçlu görerek böyle gizli bir yerde mi tutuyor?” diye düşünüyordum. O da en çok, en çok bir yıl sürüyor. Ondan sonra umudunu kesiyorsun. Ama şöyle hiçbir zaman tamamen umudunu kesemiyorsun. Bir yerde kayıplarla ilgili kazı çalışması olduğunda, vicdanı olan bir kişinin çıkıp “Ben şu insanı defnettim” demesini bekliyorsun. Ben o fotoğrafları kaldırdığım zaman, belki bir gün birinin çıkıp da “Bu resimdeki adamın olayına ben katıldım, şöyle yaptık ya da böyle yaptık” demesini bekliyorum.

Ahmet Kaya’nın kızı Emine Kaya:

Galatasaray’a neden mi koşuyoruz? Geri mi gelecekler? Yok. Gelmeyeceklerini biliyoruz. Başkalarınınki kaybolmasın diye çalışıyoruz. Başkaları da bu acıyı çekmesin. Biz çektik. Biz yetim kaldık, biz acıyı taşıdık. Galatasaray’a geliyordum belki bir şeyler ortaya çıkartırım. Hâlâ cenaze halini görmediğim için “Belki yaşıyordur, belki her şey yalandır” diyorum. İnsanın umudu tükenmiyor. Belki bugün belki yarın gelir diye bekliyorum.

Talat Türkoğlu’nun kardeşi Münibe Türkoğlu:

Bence herkes bir şekilde bu yaşananlara karşı bir ucundan tutmak zorunda, tutmalı. Kayıp yakını olup olmaması önemli değil, vicdanı olan herkesin sesimize ses katması gerekli Cumartesi Anneleri’nde. Biz yılda bir kez anma yapıyoruz sadece. Sağ bulamayacağımızı artık biliyoruz. Anma diyoruz artık, anma. Bir şey biliyorum ki, biz birbirimizle dayanışmazsak ruhlarımız da yok olacak.

Şirin Bayram’ın annesi Remziye Bayram:

Biz çok ev değiştirdik. Artık kapıyı çalar gelir diye düşünmüyorum. Ama inşallah bir gün cezaevlerinin kapıları açılır da Şirin bir yerden çıkar. Bu kadar zaman geçmiş, hâlâ gece yarısı kapı çalınsa “Acaba?” diyorum. “Acaba?” Böyle olmayacak olsa da böyle umut ediyorum. İnşallah böyle olur. İnşallah…

Ebubekir Deniz’in eşi Divan Deniz:

Konuşmak istemesem konuşmam. Sorsanız da konuşmam. Ama ben konuşmak istiyorum, anlatmak istiyorum. Bir şey olsun istiyoruz. Unutulmasın. Sürekli hatırlanmasın ki onu bulalım. Tek isteğim, sarılabileceğim, üzerine ağlayabileceğim bir taş, bir mezar. Bunu bana çok görenlerin yakasından hiçbir zaman düşmeyeceğim, sonuna kadar peşlerindeyim. Hiçbir kadın benim gibi acı çekmesin, anneler çocukları için ağlamasın.

Serdar Tanış’ın annesi Rabia Tanış:

Gözaltına alındıkları ilk gün ifade vermeye gittikleri için bırakılacaklarını düşündük. Gece 11’de de olsa bırakılacaklarını düşünüyorduk. 12 gibi karakola haber vermeye gittik. “Bu kişiler size geldi. Bir daha da haber alamadık” dedik. Onlar inkâr etti, “Bu kişiler bize gelmedi” dediler. Üç gün boyunca inkâr ettiler. Dilden dile söylentiler yayıldı. Bazısı, “Biz onu kapının önünde gördük” dedi. Bazısı, “Şurada, burada gördük” dedi. O anki heyecanla sevindik, “Kesin gelecek” dedik. Şu anda bile içimde bir umut var geleceğine dair. Çünkü bir mezarı yok. Bir kemiği yok. Bir ölüm haberi de gelmedi. O umut bitmedi.


Serdar Korucu hakkında…

1984 yılında İstanbul’da doğan Serdar Korucu, İstanbul Üniversitesi’nde felsefe öğrenimi gördü. Çeşitli televizyon kanallarının haber merkezi ve haber program bölümlerinde editör/ yapımcı/danışman olarak çalıştı. Ulusal/uluslararası medya mecralarında dezavantajlı gruplar ve nefret söylemi üzerine haber, röportaj ve özel dosyalar hazırladı. 2012’den beri CNN Türk-Kanal D’de editörlük yapıyor.

Yayımlanmış diğer çalışmaları: ‘Yabancı Gazetecilerin Gözüyle Kürt Sorunu’ (Güncel Yayıncılık, 2009); ‘Suriye Yerle Bir Olduktan Sonra’ (Hayata Destek Derneği, 2013); ‘2015’ten 50 Yıl Önce, 1915’ten 50 Yıl Sonra: 1965′ (Aris Nalcı ile birlikte, Ermeni Kültür Derneği, 2014); ‘Patriklik Fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un Objektifinden 6-7 Eylül 1955′ (İstos Yayın, 2015-2016, iki cilt); ‘Misafir’ (Can Yayınları, 2016); ‘Tutku, Değişim ve Zarafet-1950’li Yıllarda İstanbul’ (Güven Gürkan Öztan ile birlikte, Doğan Kitap, 2017); ‘Halepsizler’ (Aras Yayıncılık, 2018); ‘Sancak Düştü: İskenderun Sancağı’ndan Hatay’a “Ermeni Meselesi”’ (Aras Yayıncılık, 2021); ‘Ahalinin Gidişi: Musa Dağ 1939′ (Aras Yayıncılık, 2021); ‘Şimdi Kim Kaldı İmroz’da?’ (İstos Yayın, 2022) ve ‘Türk Basınında Yahudi Mülteciler: 1938-1945 “Başkaları Tarafından Arzu Edilmeyen İnsanlar”’ (Alfa Yayınları, 2023).

Cumartesi Anneleri –
Galatasaray Meydanı’nda 1000 Hafta
Serdar Korucu
Doğan  Kitap, 2024
352 sayfa.

Satın Al

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.