Doğa Defteri: Gündönümlerinden fırtınalara zamanı doğanın diliyle hatırlamak

25 Kasım 2024

Deniz Gezgin’in 'Doğa Defteri' kitabı, yalnızca bir doğa gözlemi değil mitoloji, edebiyat ve bilimin kesişiminde okuru kendi zaman algısından uzaklaştırıp tabiatın döngüsüne, rüzgârın, yıldızların ve mevsimlerin ritmine kulak vermeye davet ediyor.

Deniz Gezgin

Zaman, insana hep ikiyüzlü bir bilmece sunar: bir yandan sonsuzmuş gibi hissettiren, diğer yandan avuçlarımızdan kayan o akış. Takvim yapraklarıyla, yelkovan ve akrebin hareketiyle sınırladığımız zamanı ölçmeye çalışsak da doğa bambaşka bir ritimde, kendi saatini işletmeye devam ediyor. Kırlangıçların göç yolları, ağaçların yaprak dökümü, yıldızların bir görünüp bir kayboluşu… Doğa, kendi dilinde zamanı anlatıyor; ne sayılara, ne de takvim yapraklarına sıkıştırılabilir bir dille.

Tuncer Erdem’in çizimleri eşliğinde

Deniz Gezgin’in yakın zamanda çıkan ‘Doğa Defteri: Gündönümleri, Fırtınalar, Uçanlar, Çiçek Açanlar’ adlı yeni kitabı, işte bu anlatıyı yeniden duymaya çağırıyor bizi. Yalnızca bir doğa gözlemi değil, mitolojinin, edebiyatın ve bilimin kesişiminde, bizi tabiatın döngüsüne bir adım daha yaklaştıran bir metin. Tuncer Erdem’in çizimleriyle zenginleşen eser, okuru kendi zaman algısından da uzaklaştırıp rüzgârların, yıldızların ve mevsimlerin ritmine kulak vermeye davet ediyor. Bunu yaparken de doğaya dair insanın kendisini içine kattığı ama insanın dışında bir doğanın da olduğu bütünlüklü bir bakışa çağırıyor.

Yazarın daha önceki ‘Doğa Defteri’ ajandasından farklı olarak, bu kez dört mevsimin ayrı başlıklarla ele alındığı denemeler eşlik ediyor. Bir kelebek kanadının titreyişi ya da turnaların göç rotası, yalnızca birer an değil, birer hikâye. Gezgin, bu hikâyelerle zamanı yeniden anlamlandırıyor; doğanın döngüsünü, insanın çizdiği sınırlardan özgürleştiriyor.

Doğanın döngüsünü anlamlandırmak

Brecht’in “Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?” demesi gibi Deniz Gezgin de “Ağır tohumları taşıyan kim, ökse otlarını ağzında yaşatan?” diye sorarak başlıyor kitabına. Kitabın tamamında eşlik edecek fırtına vakitlerinden, çeşitli kuşlara, ağaçlara başkaca canlılara doğanın döngüsüne şahit oluyoruz. Bu anlatı sadece bu döngülere ya da olaylara dair de değil nasıl anlaşıldığı da önemli. Bilimsel olanın ne olduğunun önemi kadar, bilimsel kavramlarla ya da metotlarla kavranmadan nasıl anlamlandırıldığı da önemli insanlık tarihinde. Gezgin de sıklıkla satır aralarında bu anlamlandırmaları da hatırlatıyor.
Mart ayında sıklıkla rastladığımız sis ve dolu Çingeneler açısından başka bir şekilde anlam kazanıyor.

“Çingenelere göre dağ ve orman perileri uzun saçlarını yaşadıkları yüksek dağlardan aşağıya sarkıtıp dalgalandırarak sis meydana getirirmiş. Bu perilerin saçları bitlendiğinde dolu yağarmış.”

Sadece ne olduğuna dair merak ya da onu anlamanın getireceği huzur da değil, çeşitli istekler, dilekler hayaller de eşlik ediyor insanın tarihine. Kırlangıçların kendi yuvalarına taşıdıkları küçük taşlar bile bu beklentilerin konusu olabilir.

“Halk arasında bu taşların iyileştirici gücüne inanılır. Dünyanın hemen her yerinde kırlangıç yuvası uğurludur, bozulmaz.”

Ya da şehirde dahi sıklıkla rast geldiğimiz, belki her gün yürüdüğümüz bir yolun kenarında olan ama pek de bakmadığımız çınarı da hatırlatıyor, kimileri açısından hangi anlamlarla yaklaşıldığını;

“Bazı şamanik halklar çınara bizzat doğa anlamını yükler, çınar dallarını mevsimlik arınma ve kötülük kovma ritüellerinde kullanırlar. Eskiler çınar ağacının sağaltıcı gücüne inanırmış.”

Mitlerin genelinde gördüğümüz gibi inanışların çoğu insanın kendi tarihinde karşılaştığı zorluklara dair ya da medet umduğu bazı işlevlere dair geliyor. Ya bir bitkiden medet umulmuş şifası için ya da bereket gelsin diye tarlalarına bir ritüel gibi çeşitli davranışlara bazı otlar canlılar eşlik eder olmuş. Kış biterken kışın getirdiği zorluklar unutulsun diye huş ağacı da araçlardan biri haline gelebilir.

“İlkbaharda taze huş dallarıyla birbirini dövmenin de koruyuculuğuna inanılır, bu ritüel yazın bit pire gibi haşaratı kişiden uzaklaştırmak içindir, huş dalıyla dövülenlerin eklem ağrısı çekmeyeceği de söylenir.”

Yaşadığımız coğrafyanın zenginliğini hatırlamak

Gezgin belirli tarihleri ve olayları anlatırken çeşitli bitkilere ya da zamanlara dair de özel parantezler de açıyor. Yaz gecelerinde üç parlak yıldızın oluşturduğu ‘Yaz Üçgeni’ gibi, ‘nevruz’, ‘defne’, ‘zeytin’ de bu başlıklarda özel olarak ele alınıyor. Zeytin tabii yaşadığımız coğrafya açısından birçok öyküye, hikâyeye, mite sahip. Toplandığındaki çokluğundan, çokça tüketilmesinden belki bereket ile anılıyor sıklıkla.

“Ölmez ağaç zeytin, yaprağından çekirdeğine başlı başına bir bereket tılsımıdır” diyor Gezgin. Öyle ki zeytin toplandığında çift çekirdekli zeytine denk gelmek başlı başına bir şansmış. Ya da birlikte yere düşen zeytinler ‘hisli oldukları’ düşünüldüğünden ayrı çuvallara dahi konmazmış.

Bazı değerleri de hatırlatıyor Gezgin zeytini anlatırken, bugün de belki de unutulan ama özellikle de unutturulan. “Zeytinin meyvesinde herkesin hakkı vardır” denirmiş, domuzların kuşların payı dahi saklanırmış.

“Zeytin hasadında bazı ağaçlar ya hiç toplanmaz ya da her ağaçta biraz meyve bırakılır. Bahçe sahibinin hasadından sonra bu kez ihtiyaç sahipleri kendi payına düşeni toplamaya çıkar, buna başağa çıkmak denir.”

Zeytin bir de barış simgesidir tabii. “Nuh’un gemiden uçurduğu güvercin ağzında bir zeytin dalıyla dönerek tufanın son bulduğunu müjdelemiştir. Zeytin insanla tanrı arasındaki barışın sembolüdür.”

Defne hem güzellikleriyle ya da inanıldığı şifasıyla da hatırlanabildiği gibi bazen belli inanışlardan ötürü yasak da görmüştür. Antikçağ tıbbında ritüellerde kullanıldığı gibi etkileyici kokusundan ötürü zihni açtığı da düşünülürmüş. Tütsü olarak kullanılması da yine bu etkileyici kokusundan ötürü.

“Defne, kokusuyla karıncalar ve bazı böcekleri onlara zarar vermeden uzaklaştırır, kuru gıda ve bakliyatları saklarken böceklenmeyi önlemek amacıyla içlerine defne yaprağı konur.”

Öyle ki Mithra inancında yılan zehrini etkisizleştirdiği dahi düşünülürmüş. Tabii bu olumlu özelliği de göreceli kalıyor. Kralların tacı olduğu gibi, “Bazı manastırlarda afrodizyak etkisinden ötürü yasaklanan bitkilerin başında gelir defne” diye de hatırlatmayı es geçmiyor Gezgin.

Doğanın sesini duymaya davet

Bitirirken bu çağrının sebebini de açıklıyor Gezgin. “İlk zamanlar yağmurla yağmur, güneşle güneş olanlar bir mevsimin gelişini kılık değiştirme ritüelleriyle karşılarken, rüzgârın yolundan çevrildiği, suların önünün kesildiği, dağların oyulduğu çağlara hızla koşuldu. Yerden mülklerle yükselenlerin zamanında mevsimlerin yapısı ölçülü ve sabit. Alıkonulanlar türlü, çeşitli. Mevsimlere de diğer her şey gibi birer sahip bahşedilmiş. Tepesi atan kış, zalim bahar, dertli yaz…”

Deniz Gezgin’in ‘Doğa Defteri’ kitabı, doğanın sonsuz çeşitliliğini ve insanın kurduğu karmaşık ilişkiyi zarif bir dille anlatıyor. Mitolojiden bilime, halk inanışlarından edebiyata uzanan bu yolculukta, okur kendini hem evrensel bir doğa anlatısının içinde hem de yaşadığı coğrafyanın izlerini takip ederken buluyor.

Doğa Defteri –
Gündönümleri, Fırtınalar, Uçanlar, Çiçek Açanlar
Deniz Gezgin
Resimleyen: Tuncer Erdem
Yapı Kredi Yayınları, 2024
96 sayfa.

 

 

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.