Kerem Işık’ın 'Sınır’ında Ergöne’yi görür görmez, bir ‘kasaba’da yaşama, öykülerdeki çocuğun yerine geçme hayallerim depreşti. Öykücülüğümüzün de ulaşmış olduğu yüksekliği, derinliği temsil eden yılın en iyi kitaplarından.

Başlık çok sevdiğim ‘Marienbad’da Bir Yaz’ filmini çağrıştırıyorsa sevinirim. Bazı şeyler bazı şeyleri, bazı yazlar bazı yazları, bazı günler bazı günleri anımsatsın, çağrıştırsın, hatta çağırsın isterim.
Ergöne neresidir, bize neyi hatırlatır ve orada bazı günler nasıldır? Hemen şuracıkta, dilimin ucunda, gözüm kapalı bulurum dediğimiz ve bu minvalde yakın mesafe duygusuyla gittiğimiz, gittikçe uzağına düştüğümüz bir yer Ergöne. Bir yer de değil aslında bir hat, bir daire, bir alan ve orada olma bilgisinin adeta bazı ‘seçilmiş’lere nasip olduğu bir açık sır kasabası.
Kerem Işık’ın ‘Sınır’ında (YKY, Şubat 2024) Ergöne’yi görür görmez, nedense çocukluğumda çok istediğim bir ‘kasaba’da yaşama, nerdeyse öykülerdeki çocuğun yerine geçme, onun ben olduğunu düşleme hayallerim depreşti yeniden. Ergöne her ne kadar ‘hayali’ bir kasabaysa da, bir çocuğun ‘hayali’ onu gerçek kılmayı isteyecek kadar tutkulu olabilir, bazı günler ve bazı kasabalar gibi, bazı çocuklar için diyelim.
‘Sınır’ da tıpkı diğer yapıtları gibi Kerem Işık’ın öykü çatma ustalığından el almış, en az bu ustalık kadar çocukluk düşlerini de kurgulama hüneriyle o sonsuz kaynağa, çocukluğa dalmış, bilmem buna ustalık demek doğru mu, kunt bir yapıt. Kunta eklenecek sözcüklerden biri sarp olabilir ve bir üçüncüsü gerekirse, çarpıcı.
Çarpıcıdan muradım yapıtın kurgusu, dili, anlatımı, söyleyişi, özgünlüğü değil yalnızca, aynı zamanda fazlasıyla sert oluşu. Kunt, sarp ve sert demeliyim belki de. Merhameti, yumuşaklığı, sevgisiyle de çarpıcı, eleştirisi, yadırgatıcılığı ve ödünsüzlüğüyle de.
‘Sınır’, gündelikmiş gibi öylesine söylenen ama hem bu kitabın hem tüm kitapların ve hayatların derdi olan “Dünya iyi kurulmamış, derdi babam” cümlesiyle başlıyor, ‘Ergöne’nin Kuruluşu’ndan dünya da nasibini alıyor, tersi daha çok geçerli elbette. Bilimsel, aydınlanmacı bir baba, Voltaire okur, eleştireldir ve zamanla dini lider haline gelen bir dede arasındaki çocukluğun kuruluşudur bu. Öykü kişileri kadar, bir memleket kasabası olarak, hayalisiyle hakikisi farketmeyen Ergöne’nin kuruluşu da müthiş benzetmeler, gözlemler ve saptamalarla başlıyor ve sürüyor.
“Fantastiğin büyüleyici evreni” desem fiyakalı bir söz etmiş olurum herhalde, evet, ama büyüleyici sıfatının eksik kalacağı bir saptama olur bu, belki de asıl fantastik olanı uzaklarda aramamamız gerektiği, tam da içinde olduğumuz hayatın, yaşadığımız dünyanın, biraz geriye çekilip baktığımızda fantastiğin evreni olduğunu, çoğu kez acıyla, kederle gösteren öyküler ‘Sınır’da.
Rahatlıkla yeni, 21. yüzyıl çocuklarına masallar sayılabilecek öyküler de var, ‘Kızıl Bulut’ bunlardan biri. Yalnızca çocuklara değil, çocukluğunu unutmayan yetişkinlere de seslenen bir masal, bir ağıt da sayılır.
‘Balina’ beni en çok etkileyen öykülerin başında geliyor. Belki Gülten Akın’ın müthiş şiirlerinden olan ‘Balina’yı da anımsadığımdan, karaya vuran balinaların kederinden, ama öykünün akla gelmiş olmasından başlayarak ürpertici dilinden, görselliğinden, insanların insanlardan önce doğaya, hayvanlara yaptıkları, yaptığımız kötülüklerin akla hayale sığmaz oluşundan ve bütün bunları derinden hissettirdiğinden, ayrıca yepyeni söyleyişler, anlatım ve buluşlarla klasik bir öykü nasıl yazılırın seçkin bir örneği olduğundan ötürü de, ‘Balina’yı birkaç kez okuma gereksinimi duydum.
Kerem Işık’ın önceki öyküleri ve anlatılarında da gözlediğim şeylerin başında, onun modalara yüz vermeden, edebiyatın ya da anlatmanın kadim ögelerini boşlamadan, işin kolayına kaçmadan yani, o klasik tavrı sürdürmesi, Gogol’ün ya da hangi ustanınsa palto, ona saygısını, zor olanı seçerek, klasik anlatımı fantastikle, masalla, yer yer gotik olanla buluşturarak, edebiyat derslerinde örnek olacak başlangıçlar, girişler, betimlemeler, saptamalar, bitişlerle dopdolu ve hiç kuşkusuz merak, gerilim ve sürükleyicilik ögelerini de, polisiye ya da gerilim romanlarından nasıl bir beceriyse özenle ayırarak, yani ‘Sınır’da durarak, duygularını akılcı bir akıcılık içinde ve nerdeyse her öyküye özgü bir anlatım tutturarak göstermesi.
Çocukluğa, ustalara saygı duruşunu başka yapıtlar karşısında da yineliyor ve ‘Sınır’ adlı bir kitaptan beklenebileceği gibi, ‘Tatar Çölü’nü de yazarı Dino Buzzati’yi öykünün ve kitabın adıyla selamlıyor.
‘Sınır’, Kerem Işık kadar öykücülüğümüzün de ulaşmış olduğu yüksekliği, derinliği temsil eden yılın en iyi kitaplarından.