Yavuz Ekinci’ye ‘Rüyası Bölünenler’ romanı nedeniyle bir dava daha
Yazar Yavuz Ekinci 'Rüyası Bölünenler' romanıyla ilgili yargılandığı davanın duruşmasını bir söyleşi gibi duyurdu. Biz de duruşmayı söyleşi gibi takip ettik. Moderatör konumunda hakim vardı, sordu sorularını Ekinci de "Edebiyat yargılanamaz" dedi.
Yazar Yavuz Ekinci birkaç gün önce Türkçe, İngilizce, Almanca, Kürtçe, Arapça gibi farklı dillerde bir söyleşi duyurusu paylaştı. Söyleşi ‘Bu romanı neden yazdın?’ başlığını taşıyordu. İlginç bir yer seçilmiş söyleşi için: Çağlayan Adliyesi. Söyleşi için de çok erken bir saat tercih edilmiş: 09.30.
Aslında Yavuz Ekinci 2014’te yayımlanan ve geçen yıl toplatılma kararı verilen ‘Rüyası Bölünenler’ romanı nedeniyle hakkında açılan davanın duyurusunu bir söyleşi gibi sunuyordu. Biz de bir söyleşiyi takip eder gibi davayı takip etmeye karar verdik.
Çağlayan Adliyesi malum büyük bir yer. Danışmadan söyleşinin 23. Ağır Ceza Mahkemesi salonunda olduğunu öğrenip salona gittik: Birçok yazar, yayıncı, okur salonun önünde! Şöyle bakındık kim var kim yok diye, Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk, yazarlardan Yiğit Bener, Murat Gülsoy, Deniz Yüce Başarır, Başar Başarır, Irmak Zileli, Mine Söğüt, Sine Ergün, Burcu Aktaş, Aslı Tohumcu, Mehmet Said Aydın, şair Haydar Ergülen, yapımcı Sevil Demirci’yi gördük.
Salonun kapısı kapalı. Bekliyoruz ama bir anı fotoğrafı çektirelim bu günü unutmayalım denildi. Hemen Yavuz Ekinci’nin çevresini sardık. Söyleşinin adliyede olması nedeniyle olsa gerek alışılageldik bir söyleşi düzeni yok! Mübaşir kapının önünde belirdi “Yavuz Ekinci burada mı?” diye bağırdı. Ekinci de “Buradayım” dedi. Söyleşiyi verecek yazarın mahkeme salonuna geldiği anlaşılınca 23. Ağır Ceza Mahkemesi salonuna davet edildik. Biraz şaşırdık salonu görünce. Kimi koltukların üzerine çuvallar konulmuş. Ne işi var bu çuvalların mahkeme salonunda anlamadık tabii… Bir sıra koltuk önündekine bitiştirilmiş. Ara boşluk olmadığı için ayaklarınızı koyacağınız yer yok. Bağdaş kurarak oturabileceğimiz söylendi. Mahkemede bağdaş kurmak mı!
Bizi salona alan mübaşir görüntü ve ses kaydı almamamızı rica etti. Ama nihayetinde bir haber yazacağız görsele ihtiyacımız var. Kırmızı Kedi Yayınları Yayın Koordinatörü Çağlayan Çevik’ten bizim için çizim yapmasını rica ettik. Sağolsun kabul etti.
Söyleşinin moderatörü konumunda hakime hanım var. Çünkü soruları o soracak. Söyleşi konuğu konumundaki Ekinci de cevap verecek. İlk önce Yavuz Ekinci’ye adı soyadı, mesleği, aylık kaç para kazandığı, çocuğu olup olmadığı falan soruldu. Hakime hanımın üslubu şaşırttı, azarlar gibi soru soruyordu. Ekinci de cevapladı soruları.
10 yıllık bir roman niye dava konusu oluyor, niye yazarı yargılanıyor? 6 Şubat depremleri olduğunda bir vatandaşımız Ekinci’nin ‘Rüyası Bölünenler’ romanını okuyormuş. 7 Şubat’ta bitirmiş romanı. Çok etkilenmiş. Türkiye’deki herkesin depremle yatıp kalktığı o günlerde anlaşılan bu vatandaşımızın gündeminde deprem yokmuş. Çünkü 7 Şubat’ta CİMER’e girip romandan nasıl etkilendiğini yazmış! Ama depremden etkilenmeyen bünye nasılsa bu romanda terör propagandası yapıldığına ikna olmuş. “Bu nasıl olabilir?” diye şikayet etmiş yazarı!
İşte her şey bu şikayetle başlıyor. Bu şikayet sonrası kitapla ilgili dava açılıyor. Ne yazar Ekinci’nin ne de yayınevinin haberi oluyor bu davadan. Mahkeme kitabın toplatılmasına karar veriyor. Karar tebliğ edilince herkesin haberi oluyor. Lakin iş bununla da kalmıyor. Sonra Ekinci terör propagandası yapmakla suçlanıp hakkında dava açılıyor. İşte bu dava için mahkemedeyiz.
Ekinci romanın bir hayal ürünü ve kurmaca bir tür olduğunu anlatarak başladı konuşmasına. “Eyvah” dedim içimden “Roman sanatı 101’den girdi konuya Ekinci, bu söyleşinin sonu gelmez!” Ama yanılmışım çünkü Ekinci’ye gelen sorulardan mahkeme heyetenin roman sanatı ve edebiyatla ilgili bu bilgilendirmeye ihtiyacı olduğunu anladım. Yine sorulardan ve iddianameden ne hakimin ne de savcının kitabı okumadığına kanaat getirdim. Ki belki de okumuşlardır.
Ekinci de kitabının okumadığına kanaat getirdiği gibi mahkemenin kendisini de tanımadığını anlamış olmalı ki kendi hikayesini anlatmaya başladı: “Ben bir yazarım. Çeyrek asırdır kitap yazıyorum.” Sonra niye yazarlık yaptığı anlattı: “İlkokul 3. sınıftaydık. Öğretmen evimizi çizmemizi istedi. Çatılı bir ev, yanından gürül gürül akan bir dere çizdim. Evin yanına bir ağaç kondurdum. Arka tarafta sıra sıra dağlar. Dağların üzerin bulutlar ve ortasında kocaman bir güneş. Son olarak evin çatısına tüten bir baca çizerek resmi tamamladım. Aradan yıllar geçti öğretmen oldum ve Batman’da bir köyde göreve başladım. ‘Öğrencilerime evinizi çizin’ dedim. Onlar da benim çizdiğim resmin hemen hemen aynısını çizdiler. Oysa ne benim ne de onların gerçeği bu resimdeki evle örtüşüyordu. Mesela evlerimiz çatılı değildi. Peki neden çatılı ev çiziyorduk. Çünkü ben de öğrencilerim de evlerimizin bir ev olduğunu düşünmüyorduk. Kendi hikayelerimizin anlatılır olduğunu da düşünmüyorduk. Sonra Yaşar Kemal ile tanıştım. Kendi hikayelerimizin de anlatılabilir olduğunu ondan öğrendim. ‘Rüyası Bölünenler’ de bu ülkenin hikayesidir. Çocuklarını, oğullarını, babalarını evin penceresinin önünde bekleyenlerin hikayesidir. Yargılandığım romanım modern bir Yusuf ve kardeşlerinin hikayesidir. Babasının sevgisine aç olan bir çocuğun hikayesidir. Hayali bir karakterin kardeşini arama hikayesidir. İddianamede geçen bölümler bu hayali kahramanın gözünden anlatımdır” dedi.
Ekinci sonra yine roman sanatı konusuna döndü “Kurgu, gerçek değildir. Bir roman kahramanının ağzından çıkanı gerçek gibi düşünüp yargılamak sanata hakarettir. O zaman Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’sında kurgusal karakter Raskolnikov’un işlediği cinayet yüzünden Dostoyevski’nin katil olarak yargılanması gerekir” dedi. Lakin mahkemede olan da buydu işte. Kurgu bir metinde roman kahramanın söylediklerinden dolayı yazarı yargılanıyordu.
Ekinci’yi nihayetinde bir edebiyatçı. Ki edebiyatçılar da insanı anlamak ister. Bu dava sürecinde anlamak istediği neydi diye tabii moderatörden bir soru gelmedi ama Ekinci konuşmasında bu sorulmamış soruya cevap verdi: “Bu davada beni en çok üzen ve ilk duyduğumdan beri anlamaya çalıştığım, büyük şubat depreminin ikinci gününün gecesinde ‘Rüyası Bölünenler’ romanımı CİMER’ e şikâyet eden insanın ruh dünyasıdır. Yani ben o günlerde evde oturmaktan, yemek yemekten, konuşmaktan bile utanırken, vatansever olduğunu düşünen biri romanımı ve beni CİMER’e şikâyet edebiliyordu.Davanın sonucunu değil benim romanımı ülkenin bulunduğu o atmosferde ihbar edebilen o vatansever insanın ruh halini merak ediyorum.”
Çünkü bu ruh halinde olan birisi ancak çıkıp ‘Rüyası Bölünenler’i okuduktan sonra kurguyla gerçeği ayırt edemeyip CİMER’e şikayet eder herhalde. Hadi o ayırt edemiyor peki savcılık nasıl ayırt edemiyor da iddianame düzenliyor. Ekinci’nin avukatı da iddianamenin delillere bakılarak değil kanaatle yazıldığını söyleyip suçlamanın düşmesini talep ediyor.
Sonra mahkeme ara karar için hepimizi dışarı çıkarıyor. Böylesi bir dava düşer diye bekleniyor. Yok düşmüyor, sonraki duruşma 9 Aralık’ta. Meşhur davaların sonunda adliyenin bahçesinde basın açıklamasının yapıldığı bir bölüm var ya, hep TV’den falan gördüğümüz. Oraya gidiyoruz. Fakat polis bizi başka bir yere yönlendiriyor. Ekinci de “Bu dava yazarlara verilen bir gözdağı. Edebiyat davalarla anılmamalı” diyor. Ama anılıyor işte! Yazarını yargılayan ülke olmaktan Türkiye yine kurtulamıyor.