Ahmet Mekin: Yeşilçam’ın insanımıza milli eğitimden daha fazla faydası oldu
Adı 'Bay Sinema'ya çıkan, "Yeşilçam'ın son yapımcısıyım. Ben gidince Yeşilçam biter" diyen Türker İnanoğlu 88 yaşında yaşamını yitirdi. Geriye yüzlerce film ve dizi, koskoca bir sinema arşivi ve bir müze kaldı.
Türker İnanoğlu Yeşilçam’a adımını attığında yıl 1956’ydı ve yaşı da 20’ydi. Yeşilçam yeni yeni palazlanıyordu. 1956’dan 2024’e kadar 68 yıl aralıksız çalıştı. Yeşilçam’ın ara vermeden çalışan son yapımcısıydı. Bunun için “Ben de gidince Yeşilçam biter” demişti. Türker İnanoğlu dün 88 yaşında yaşamını yitirdi. Dediği gibi oldu, dün Yeşilçam da bitti.
Oysa Yeşilçam’da ve dolayısıyla Türk sinemasında ilklerin sinemacısı olarak biliniyor Türker İnanoğlu. İlk renkli filmi çeken, ilk videoyu getiren, ilk uydu antenini kurarak yurtdışındaki yayınların Türkiye’de izlenmesini sağlayan ve özel kanallarda ilk TV dizilerini çeken oydu. Biraz da bunun için ‘Bay Sinema’ya çıktı adı Türker İnanoğlu’nun.
Bir başka özelliğiyse yıldız parlatan olmasıydı. Düşünün, Türkan Şoray’dan Erol Taş’a kadar pek çok oyuncuyu onun keşfiydi aslında. Keşfedemediklerininse yıldızını parlattı. Mesela Cüneyt Arkın onun sayesinde Cüneyt Arkın’dır biraz da. Öyle ya da böyle Yeşilçam’a yolu düşen birçok oyuncu onunla çalıştı.
Alameti farikası ise seyircinin eğilimini öngörmesiydi. Hangi proje tutar bilir, ona göre hareket ederdi. Neydi işin sırrı. Sormuştum yaptığım birkaç söyleşiden birinde, “İşin sırrı kadınları takip etmektir” demişti: “Eğer bir filmi kadın severse o film iş yapar. Çünkü kadınlar belirleyicidir. Eskiden mütevazı ve muhafazakar bir kadınımız vardı. Gerçi bugün de aile filmleri, dizileri iş yapıyor. Ama artık bugün kadınların eğitim seviyesi epey yükseldi. Beğenileri değişti. İyi takip etmek gerekiyor.”
Sinemadan kazandığını sinemaya aktaran yapımcılar kuşağındandı. Lakin bunu yaparken bir başka özelliği daha ortaya çıkıyordu. Teknolojik gelişmeleri de yakından takip ediyor ve sinemayla ilgili olanı hemen toplumsal hayatımıza sokmak için çabalıyordu. Mesela Türkiye’de bir video dönemi varsa onun sayesindedir.
“Ben video makinesini ilk Amerika’da gördüm. ‘Bu ne dedim kendi kendime’, şaşırmıştım. Bir broşür aldım. Türkiye’ye gelince İTÜ’ye gittim, böyle bir makinenin varlığından haberleri var, ama çok da bilmiyorlar, ‘Anadolu Üniversitesi’nde Emre Dağdeviren adlı bir öğretim görevlisi var, o biliyor” dediler. Atladım Eskişehir’e gittim, Yılmaz Büyükerşen’den Emre’yi istedim. Onu Japonya’ya gönderdim. Emre telefon etti, ‘Dünyada yakında video patlayacak’ dedi. Ben de filmlerin video haklarını satın almaya başladım. Sonra bu makineleri, video kasetleri ülkeye nasıl sokacağız? Ben para vereceğim, ama parayı devlet transfer edecek. ‘Bu işi Özal’ın başında olduğu Devlet Planlama Teşkilatı halleder’ dediler. Ben de randevu alıp gittim. Beş saat bekledim. Sonra oturdum anlatıyorum videoyu. Kalktı dolaptan bir dosya çıkardı. Bir baktım Emre’nin Japonya’dan getirdiği broşürler onun önünde. Yani biz uyanana kadar o, videoyu keşfetmiş. Dedi ki ‘Bu işi yaparız ama bir şartım var. Almanya’daki Türkler’in çocukları Türk değerlerini unutuyor. Önce Almanya’da çıkaracaksın filmleri’. ‘Tamam’ dedim. Öyle de yaptım. Böylece de video dönemi başladı.”
1936’de Karabük’te dünyaya gelen Türker Bey, tesadüfen sinemaya girenlerden. 1950’lerde Tatbiki Güzel Sanatlar’da öğrencilik yaptığı dönemde Kanlıca’daki komşusu Kadri Ceylani bilmeyerek vesile oluyor onun sinemaya adım atmasına.
Osmanlı sadrazamı Saffet Paşa’nın torunu olan Kadri Bey’in saray gibi evi var. Ara sıra evini filmcilere kiralıyor. Yapımcı Necil Ozon’a randevu veriyor yine evinin kullanılması için. Fakat acil bir işi çıkıyor. Türker Bey’e “Sen ilgilenir misin” diyor. O da ilgileniyor: “Filmciler gelince, bizim bahçeye aldım, muhabbet ettik. İşte o buluşma benim filmciliğimin başlangıcı oldu. Biraz uyanık, meraklı, sosyal bir adam gördüler karşılarında. Meğer yönetmen asistanı kaçmış, ‘Sen asistan olsana’ dediler. Filmde (Yosmanın Kızı) asistanlık yaptım. Yeşilçam’a giriş o giriş işte.”
Asistanı olduğu yönetmeni Nişan Hançer’dir. Birkaç filmde daha asistanlık yaptıktan sonra Lütfi Akad’ın asistanı olur. ‘Yalnızlar Rıhtımı’ ve ‘Yangın Var’ filmlerinde çalışır.
Asistanlıktan yönetmenliğe oradan yapımcılığa uzanıyor iş. 1960’te Erler Film’i kuruyor. İlk filmleri çok iş yapmasa da sonra bir açılıyor pir açılıyor. Yeşilçam’ı inşa eden isimlerden biri oluyor. İnşa ettiği dünyayı geliştiriyor her zaman. Yeşilçam 1980’lerin sonunda havlu atsa da o atmıyor. Teknik yeniliklere olan merakı sayesinde her zaman işini yapıyor. Video dönemini başlatıyor. Sonra özel TV’ler dönemi başlıyor. ATV’nin kurucuları arasında yer alıyor.
Türker Bey’in belki de en önemli özelliği çalıştığı isimlerin iyi günlerinde olduğu gibi kötü günlerinde de yanında olması. Epeydir sinemacılar için bir baba figürüydü. Yeşilçam’dan yolu geçen herkese yardım eli uzatmasını bilirdi.
Sormuştum bir seferinde “Sizin Yeşilçam’da herkese yardım eli uzattığınız söylenir. Cenazelerde de sizi hep görürüz. Bu bir vefa mı yoksa babalık mı?” diye Türker Bey de “Aslında ikisi de. Bu insanlar benim hammaddemdir. Ben o insanlarla çalıştım. Dolayısıyla üzerimde emeği olan insanlar. İkincisi, Yeşilçam’da para yoktu, bilhassa kamera arkasındaki arkadaşlar garibandı. Ben bu insanlarla iş yaptım, aynı sofrada peynir ekmek yedim. Bunun için benim böyle bir duygum var, desteğe ihtiyacı olana elimden geleni yaparım. Bir şey söyleyeyim ben çok hastalık geçirdim. Üç kere kanser oldum. Akciğerimin yarısını aldılar. Suratımda melanom denen bir cilt kanseri çıktı. Kalp rahatsızlığı geçirdim. TİM’i yaparken düştüm, 11 yerim kırıldı. Bütün bunlardan da sıyrıldım. Bunu o destek olduğum insanların dualarına yoruyorum işte” demişti.
Dedim ya Yeşilçam’ı inşa edenlerden diye. Devlet de her zaman sinema söz konusu olunca onu muhattap alıyordu. Özal’dan Demirel’e, Mesut Yılmaz’dan Recep Tayyip Erdoğan’a övgüler alan bir sinemacıydı. Devlet için bir nevi sinemanın akil insanıydı. Ama bunun da bir sebebi vardı tabii ki. 17 yıl FİYAP’ın, Türk Filmciler Derneği’nin ve SESAM’ın başındaydı Türker Bey. “Sağcısı, solcusu, Kürdü, Türkü herkes saygı duyardı. Mesela ben kardeşime beş yıl film desteği verdirmedim, aman laf olur diye. Sonra isyan etti ‘Benim suçum senin kardeşin olmak mı?’ diye. Ama öyledir, güven böyle sağlanıyor.”
Lakin devlet sinemacı ilişkisinde her daim sinemacıların haklarını kollayan biri oldu Türker Bey. Siyasilere ve devletin yetkililerine sinemanın sorunlarını o anlatır ve çözüm önerileri sunardı. “En büyük mutluluğum Türkiye’de telif eserleri kanunu, sinema kanunlarını çıkarttırmış olmamdır” demesi de bu yüzdendi.
Hayatını sinemaya adayan, çok çalışan Türker Bey yıllarca film izlemekten, senaryo okumaktan gözünün birinin görme yetisini ciddi oranda kaybettmişti. “Gözlerim feda edilmiş, yapacak bir şey yok, olan olmuş. Allah büyüktür!” demekle yetinmişti.
‘Yumurcak’, ‘Kara Murat’, ‘Gırgıriye’ serisi ‘Bitirim Kardeşler’, ‘Mağlup Edilemeyenler’, ‘Zübük’, ‘Alev Alev’, ‘Beyaz Ölüm’, ‘Leyla ile Mecnun’, ‘Tele Kızlar’, ‘Zengin Mutfağı’, ‘Arabesk’, ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’, ‘Gölge Oyunu’, ‘Karılar Koğuşu’, ‘Varyemez’, ‘Madde 438’ yapımcı olduğu filmlerden bazıları.
Kavacıkta bulunan Erler Filmi’n merkezi bir anlamda sinemamızın arşivi niteliğindedir. Filmler, kitaplar, yayınlar ne ararsanız vardır orada. Yolu düşenlere gezdirmeyi de pek severdi. Buradaki malzemeyi insanlara sunmak için Beyoğlu’ndaki Türker İnanoğlu Vakfı (TÜRVAK) Sinema Tiyatro Müzesi’ni açmıştı. Böylece inşa ettiği sineman müzesini de kurmuştu.
Sinema tarihimizin en çok ödül alan sinemacılarından biri oldu Türker Bey. Festivallerden, Kültür Bakanlığı’ndan, cumhurbaşkanlığından, vakıf ve derneklerden sinemaya katkılarından dolayı hep onore edildi. 300’den fazla ödül aldığını söylemişti.
“Meslek hayatım boyunca yaptığım en önemli hata TİM Show Center’ı açmaktı” demişti bir seferinde: “16-17 milyon dolarım gitti. Daha bir bardak su içmedim. Çok büyük bir yatırımdı. Şimdi, birçok benzer yer var, hepsinin arkasında ya belediye, ya finans kuruluşları var. Biz sinemadan gelen parayla çevirmeye çalışıyoruz. Zor oluyor.”
Lakin son yolculuğuna en büyük hatam dediği yerden uğurlanacak. Türker Bey yarın (4 Nisan) saat 10.00’da TİM Show Center’da düzenlenecek tören sonrası Levent Barbaros Hayrettin Paşa Camisi’nde kılınacak cenaze namazı sonrası Kanlıca’da aile mezarlığına defnedilecek.