Sekiz filmlik vizyonun öne çıkan iddialı filmi 'John Wick 4'. Hollywood'un 'Yıkılmayan Adam'ı, adeta "Ben John Wick, geliyorum" diyor ve yaşadığı ölüm kalım mücadelesinde aksiyon sinemasının yaldızını parlatıyor. Işın kılıcı vizyon raporunu yazıyor!
Keanu Reeves, sinema tarihine Matrix’in Neo’su olarak geçtikten sonra, iki eski dublör David Leitch ve Chad Stahelski’nin kendisine John Wick’i oynaması teklif edildiğinde, usta aktör Neo’nun yanına ilişecek bir sinema karakteri inşa edebileceğini düşünmüş müydü acaba? Ama öyle oldu, iyi niyetle başlayan macera büyüdü de büyüdü. Bugün John Wick ‘Zor Ölüm/Die Hard’da Bruce Willis’le özdeşleyen John McClane ya da Cüneyt Arkın’ın ‘Yıkılmayan Adam’ gibi bir sinema kişiliği haline geldi, kendi efsanesini yarattı…
Oysa her şey 2014’te tek film bir macera ile başlamıştı. Yaşamını yitiren karısından yadigar köpeğinin, bir mafya babasının şımarık oğlu tarafından öldürülmesiyle John Wick’in macerasına dahil olmuş, onun emekli ve efsanevi bir tetikçi olduğunu öğrenmiştik. Efektlere, hızlı kurguya teslim olmuş, seyirciyi yoran aksiyon sinemasını, iki dublör kökenli yönetmen fabrika ayarlarına döndürmeye çalışmışlardı. Koskoca mafyayı tek başına dize getiren John Wick, sade hikayesi üzerine kurulan eski usul, el emeği göz nuru ve stilize aksiyonuyla öne çıkmıştı. Yönetmenlerin bu hamlesi de takdir gördü.
Sonraki maceralarında John Wick’in hikayesi genişledi. Yönetmen olarak da karşımızda Chad Stahelski vardı artık. Köpeğinin intikamını alan adam, uluslararası suç şebekesinin tepe isimlerinin peşine düşen bir tetikçiydi. Lakin o bir yalnız kurt ve biraz da dikbaşlı. Kafasına koyduğunu yapıyor. Serinin devamında avken avcı olması da bu yüzden.
Son film ‘John Wick 4/John Wick: Chapter 4’ filmi kahramanımızın avlar için nasıl korkulu bir rüya olan avcı olduğunu anlatan bir sahneyle açılıyor. Bir kovboy gibi atının üzerinde çöllerde dört nala avlarını bir bir avlıyor. Ama filmde onun hala bir av olduğunu kısa zamanda anlıyoruz. Stahelski serinin üçüncü filmi gibi karmaşık bir hikaye üzerine kurmuyor filmi. Senaryo gayet yalın. Dikbaşlı ama bir kadar da hünerli olan John Wick için suç konseyi hükmü kesmiş, ölmesi gerekiyor. O da dostu Winston’ın (Ian McShane) verdiği akılla konseye birtakım eski kurallar hatırlatıp kendince bir çıkış yolu buluyor. Bu çıkış yolunda dostlarıyla ölümüne kavga etmek de var, onu aforoz eden ailesine tekrar sığınmak da. Sonrası mı New York, Osaka, Berlin ve Paris hattında muazzam bir aksiyon… Özellikle Berlin ve Paris’teki takip ve kavga sahneleri antolojilere girecek türden.
‘Seven bir koca’ olarak özgürce ölmek için, öldürüyor da öldürüyor Wick. Normalde bu kadar cinayete kızılır ama suç konseyinin görünür yüzü Marquis’in (Bill Skarsgård) kibrini, beyazlığını, küçümsemesini, insanları kullanmasını görünce Wick’e ‘yürü be dostum’ diyor insan. O da en iyi bildiği şeyi yapıp yoluna çıkan her şeyi bir Alman tankı gibi ezip geçiyor. Ama işte yoluna çıkanlar arasında dostları da var. İşte John Wick’in zekası da burada devreye giriyor.
Sinemada kişisel adalet arandığı ve bu arayış da takdir gördüğü zaman işkinlenmemek elde değil. Bu sistemin ciddi anlamda adalet sorunu yaşadığını gösterir. John Wick efsanesinin arkasında da bu arayış var. Sistem adaletsizleşince adaleti sağlamak tabii ki kahramanlara düşüyor. Hoş bizimkisi anti-kahraman. Sezgileri kuvvetli olsa da çok da zeki olduğu da söylenemez. Zeka kısmında asıl Winston devreye giriyor. Bowery King (Laurence Fishburne) ile Chron (Lance Reddick) da ona destek atıyor. Ki Chron demişken film vizyona girmeden vefat eden Lance Reddick sanki hissetmiş gibi filmde bize öyle bir veda ediyor ki, filmin en hüzünlü sahnesi olarak hafızalara kazınıyor doğrusu.
Keanu Reeves “Yeah” diye diye ve bol bol fiziksel performans sergileyerek görevini yerine getiriyor. Önceki filmlere göre performansı ne kötü ne iyi. Filmin yıldızları ise Ian McShane, Ian McShane, Donnie Yen ve tabii Lance Reddick. Bill Skarsgård ise iticilik performansında epey başarılı!
Naçizane John Wick’i Hollywood’un ‘Yıkılmayan Adam’ı olarak görüyorum. Bir yandan Cüneyt Arkın’ın o herkesi patakladığı ve izlemesi keyifli filmleri kadar basit bir hikayesi var. Ama diğer yandan da Hollywood’da yaratıcı aksiyon nasıl çekilir dersi verecek kadar da güçlü bir sinematografisi… Aksiyonu, macera, bilim kurgu ve fantastik türlerinin bir parçası haline getiren son dönemdeki eğilime inat, bir tür olarak yaldızını yeniden parlattığı için John Wick’e teşekkür eder, bu türün kıymetini bilenlere de iyi seyirler dilerim.
Altı filmlik vizyon haftasının iddialı filmi John Wick dışında sinemalarda neler var derseniz. Charlie Lightening’in yönettiği müzik belgeseli ‘Louis Tomlinson: All of Those Voices’ seçeneklerden biri. Belgesel, One Direction grubunun üyelerinden Louis Tomlinson’ın çıktığı kişisel müzikal yolculuğunu anlatıyor. Geçen yaz Türkiye konser vermeye de gelen Tomlinson, özellikle gençlerin ilgi gösterdiği bir müzisyen.
Haruo Sotozaki’nin yönettiği animasyon ‘Demon Slayer: Kimetsu No Yaiba – To the Swordsmith Village.’ Demon Slayer’ın yeni film uyarlaması olan film, iblis avcısı Tanjiro ve arkadaşlarının güçlü bir iblis Gyutaro ve ekibine karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Yani iyilerle kötülerin mücadelesi.
Atakan Şatıroğlu’nun yönettiği, Erman Erbek, Yağmur Sevgi Koysal, Ceyhun Tutal’ın rol aldığı ‘Kestik Babacığım’ haftanın üç yerli filminden biri. Sinemacı bir arkadaş grubunun yeni film çekme serüvenine odaklanan film bir aşk komedisi. Türk sineması film çekme serüvenine son dönemde nasıl bakıyor merak edenlere tavsiye edebiliriz.
İkinci yerli filmimiz ise Murat Kuşçu, Feyza Aydın Kılıç’ın yönettiği ‘Motelde Katliam’. Korku gerilim türündeki filmde yönetmenlerden Feyza Aydın Kılıç ile birlikte Aleyna Kılıç, Bülent Mert rol alıyor. Konusu oldukça cazibeli, ve merak ediyor insan! Kızlarını üniversiteye yerleştirmek için Çorum’a gelen bir ailenin, burada kaldıkları motelde başlarından geçenleri anlatıyor. Son yerli filmimiz Onur Aldoğan imzalı ‘Gerçek Cinler 2’. Yine yönetmeniz de filmde rol alıyor. Ona Gizem Noyan, Lara Fandaklı eşlik ediyor. Ççalışmak için geldikleri İstanbul’da cinlerle mücadele etmek zorunda kalan Özge ve Nisa’nın hikâyesi anlatıyor.
James Huth’un yönettiği ‘Özel Bir Hediye/The New Toy’ Fransız dolaylarından gelen bir komedi. Jamel Debbouze, Daniel Auteuil, Alice Belaïdi’nin rol aldığı filmde, komşuları, ailesi ve eşi Alice ile birlikte Paris’in toplu konutlarında yaşayan Sami’nin Fransa’nın en zengin adamı Philippe Etienne’nin oğlu tarafından oyuncak olarak seçilmesi sonrası yaşadıkları anlatılıyor. İnsandan oyuncak olur mu demeyin, zenginlik böyle bir şey galiba…
Felix van Groeningen, Charlotte Vandermeersch imzasını taşıyan ‘Sekiz Dağ/Eight Mountains’ filmi iki çocukluk arkadaşın hikayesini ele alıyor. Luca Marinelli, Alessandro Borghi, Lupo Barbiero’nun rol aldığı filmde Pietro şehirli, Bruno ise dağ köylüsüdür. Yıllar içinde her karşılaşmalarında aşkları, kayıpları, aileleri, yazgılarını birbirleriyle paylaşırlar; arkadaşlıkları her yıl perçinlenir, gerçek dostluğun özünü görürler.
12 Eylül’ün ‘kaybettiği’ ‘Kara Kafa’ filmi bulundu, ilk gösterimi İstanbul Film Festivali’nde
15 Kasım 2024 - Savulun Roma’nın kaderini değiştirecek adam arenaya çıkıyor
8 Kasım 2024 - Ara tatilin sürprizi: Robot da olsa insan insandır!
5 Kasım 2024 - Trump mı kazanacak yoksa Harris mi? Sinemacılar sonuçları açıklıyor!
4 Kasım 2024 - ‘Yandaki Oda’ Oscar’da karşınıza çıkarsa şaşırmayın!