Feride Çiçekoğlu 30 yıllık aradan sonra yazdığı 'Milföy ve Arkadaşları' vesilesiyle geçmişle konuşuyor. Sinemaya da uyarlanan, yazdığı ilk roman 'Uçurtmayı Vurmasınlar'ın kahramanı Barış'ın ruh ikizi terk edilmiş bir köpekle tanıştırıyor okuru.
‘Uçurtmayı Vurmasınlar’, ‘Sizin Hiç Babanız Öldü mü?’, ‘Suyun Öte Yanı’ ve ‘100’lük Ülkeden Mektuplar’ kitaplarının yazarı Feride Çiçekoğlu’ndan otuz yıllık bir aradan sonra yeni roman. Üstelik geçmişle, Çiçekoğlu’nun 12 Eylül karanlığını hapishanedeki bir çocuğun gözünden anlattığı ve romanı 1986’da yayınlanan ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ ile konuşuyor ‘Milföy ve Arkadaşları.’
Beyazperdeye de uyarlanan ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ Çiçekoğlu’nun yazdığı ilk roman. Hayatının bir dönemini Ulucanlar Cezaevi’nde geçiren Çiçekoğlu o günlerde Barış isimli bir çocukla tanışır. Ve onun gözünden hapishaneyi anlatır. Barış ve bambaşka anlamlar yüklediği uçurtmasıyla…
Yıllar sonra Can Yayınları tarafından bir kere daha basılmıştı ‘Uçurtmayı Vurmasınlar.’ Çiçekoğlu verdiği bir röportajda yeniden baskıyı ve kitabı şu sözlerle anlatmıştı:
Kitapta adı geçen çocuk gerçekti ve ondan ayrıldığım için sahiden çok üzülmüştüm. Tarz tercihi samimi bir ihtiyaçtan, o çocukla ilişkimi zihnen sürdürme isteğinden kaynaklandı. Sanıyorum kitabın 30 yıl sonra yeni baskılar yapmasının nedeni de bu samimiyet. Liselerde ders kitabı olarak okutuluyor şimdi. Sık sık söyleşi daveti alıyorum. Hepsine değil ama yılda bir, iki tanesine katılıyorum. Öğrencilerin kitabı ne kadar sevdiklerini görmek mutlu ediyor.
Kitabın ilk baskısının da üstünden tam 38 yıl geçti. Çiçekoğlu ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ın Barış’ının ruh ikizi Milföy ile tanıştırıyor bu kez okuru. Milföy ile Barış dünyaya aynı pencereden bakan, ormana terk edilmiş bir köpek. İnsanın nasıl bir varlık olduğunu anlamıyor Milföy, doğaya, hayvanlara, şehirlere ve ona yaptıklarına anlam veremiyor. Yazar da Milföy’ün sesine kulak vermemizi istiyor. Milföy’ün yeni bir hayat kurmasını, tanıştığı yeni arkadaşlarını anlatıyor, geçmişe yolculuğa çıkarıyor okurunu. Hikayeye de Sena Urgan’ın çizimleri eşlik ediyor.
10 Haber ‘Milföy ve Arkadaşları’ndan tadımlık bir bölüm paylaşıyor:
Siz hiç, biri sizi sahiplensin diye beklediniz mi?
Bu çok fena bir şey.
Kendinizi beğendirmeye çalışmanız isteniyor. Sevimli görünmeniz, derin derin bakmanız, munis davranmanız. Oysa ben neysem oyum. Niye farklı görüneyim? Biri beni alıp götürsün, asıl huyumu sonra belli edeyim, bu mudur yani?
Buna sahtekârlık denir, ben yapmam öyle şey. Bunları söylemek istedim. Ama nasıl?
En iyisi hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi davranmak, küskün küskün, gelene gidene bakmadan öylece yatmak.
Burcu, Ayşegül’e aynen böyle söyledi:
“Küskün küskün yatıyor, gelene gidene bakmıyor.”
İyi bari, anlamış, ortalama insana göre duygusal zekâsı biraz daha iyi. İnsanların ille her şeyi söze dökmeleri gerekiyor. Sözle söylemeyince anlamıyorlar. Burcu farklı. Hayvanlarla haşır neşir olduğundan mı? Belki. Çünkü Burcu veteriner. Bütün gün kedilerle, köpeklerle, kuşlarla beraber. Bazen kaplumbağa geldiği bile oluyor. Burcu o yüzden söylenmeyen şeyleri de anlayabiliyor.
Burcu bunları söylerken ben kafamı kaldırıp Ayşegül’e baktım, uzun uzun, ıslak ıslak baktım. “Bana bakıyor ama,” dedi Ayşegül. Hele şükür, dedim içimden. Günlerdir, her gelişinde bakıyorum sana, yeni mi fark ettin?
“Çünkü onu sen sahiplen istiyor,” dedi Burcu.
Artık hayvan tercümanı gibi olmuş.
Ayşegül içini çekti, bana bakmak için her gelişinde söylediği cümleyi tekrarladı:
“Sen de biliyorsun, evde dokuz kedim var, dokuz kedi ve bir köpek, olacak şey mi?”
Offf… dedim içimden. Of! Niye böyle dediğimi de tam bilemedim. Burnuma bir koku geldi, adını koyamadım. İçimde kötü bir şeyler kıpırdandı, sanki bir şey hatırlıyorum. Ama tam… sahiden hatırlayacak gibiyken hooop… birden yok oluyor. Benim yine düşüncelere daldığımı hemen hisseden Burcu başımı okşadı, sonra Ayşegül’e dönüp, “Niye olmasın, denedin mi ki?” dedi, “iyileşti artık, eve götür, bir dene bakalım…”
Ayşegül cevap vermedi. Ben umutlandım. Gözlerimi onun gözlerine diktim. Gözümü bile kırpmadan uzun uzun baktım. Bu defa Ayşegül de usulca başımı okşadı:
“Ne kadar da güzel! Şu tüylere bak, katmer katmer, yumuşacık, milföy gibi… Nasıl oldu da kimse sahiplenmedi? Hayret!”