‘Edebiyatın dahi münzevisi’: Robert Musil’den üç kadının öyküsü
İngiliz edebiyatına damgasını vuran Brontë kardeşlerin belki de en gölgede kalanı Anne Brontë. Yazarın Acton Bell imzasıyla yayımlanan ilk romanı 'Agnes Grey' Can Yayınları tarafından yayınlandı. Pınar Kür'ün çevirdiği romandan tadımlık...
Bir evden kaç yetenek çıkabilir? Kardeşlerin hepsi edebiyat tarihine iz bırakabilir mi mesela? Ya da içlerinden biri yeteneğine rağmen gölgede kalmış olabilir mi? 1800’lerin İngiltere’sindeki bir kasabada büyüyen Charlotte, Emily ve Anne Brontë adlı üç kız kardeş bu soruya evet yanıtı veriyor.
Altı çocuklu yoksul bir ailede büyüyen bu üç kız kardeşi hayata tutan yegâne şey okumak ve yazmak olur. Ancak dönemin şartları malum kadınların edebiyatta yeri yoktur. Fakat üç kardeş de edebiyat tarihine iz bırakan klasikler armağan eder. Charlotte’nin ‘Jane Eyre’i; Emily’nin ‘Uğultulu Tepeleri’ vardır. Her ne kadar kardeşlerine göre gölgede kalmış olsa da Anne’nin ilk romanı ‘Agnes Grey’ de bir başka klasiktir. Hatta İrlandalı yazar George Moore onu “İngiliz dilinde yazılmış en mükemmel düzyazı anlatımı” olarak tanımlar.
Anne kız kardeşleri Charlotte ve Emily’yle birlikte ‘Poems by Currer, Ellisand Acton Bell”’ başlığında toplayıp romanlarında da yer yer kullandıkları takma isimleriyle imzaladıkları 21 şiir yazdı. İlk romanı Agnes Grey, Emily Brontë’nin ‘Uğultulu Tepeler’iyle birlikte yayımlandı. Ancak Anne Brontë’nin yaşam öyküsü ve romanlarının hak ettiği ilgiyi görmesi 20.yüzyılı bulmuştu.
Yazıldığı yıllarda Acton Bell imzasıyla yayımlanan roman şimdi Can Yayınları etiketiyle raflarda. Brontë bu ilk romanını 1840 ile 1845 yılları arasında Robinson ailesi için York yakınlarındaki bir kasabada mürebbiye olarak çalışırken yazmaya başlamış. Dönemin yaygın şekilde tercih edilen eğitim yöntemi mürebbiyeliği ve zorluklarını anlatan romanda yazarın hayatından izler görmek mümkün.
10Haber Pınar Kür çevirisiyle yayınlanan romandan tadımlık bir parça sunuyor. Ayrıca hatırlatalım, İngiliz edebiyatının klasiklerine imza atan Bronte kardeşlerin ilham verici hikâyesi beyaz perdeye de uyarlandı. Kardeşlerin hayatlarını öğrenmek isteyenler Sally Wainwright imzalı 2016 yapımı ‘Görünmeden Yürümek: Bronte Kardeşler’ filmini izleyebilir.
Bütün gerçek öyküler bir ders içerir; gerçi bazılarında cevheri bulmak zor olabilir ve bulunsa bile çekirdek o kadar kurumuş ve eciş bücüş olmuştur ki kabuğu kırmak için gösterilen çabaya değmez. Benim hikâyemin de böyle olup olmadığını bilemiyorum çünkü bunu anlayacak kabiliyetim olmayabilir; kimi kez birilerine yararlı olacağını ve bazen de insanları eğlendireceğini düşünüyorum; neyse, okur kendi kararını verecektir. Beni kim- senin tanımadığına güvenerek, aradan geçen yıllara ve bazı takma isimlere sığınarak, en yakın dostuma bile açıklayamayacağım bazı şeyleri korkmadan okurlarıma anlatmaya karar verdim.
Babam İngiltere’nin kuzeyinde görevli bir din adamıymış; kendisini tanıyan herkes tarafından haklı bir saygı görürmüş; gençliğinde az biraz maaşının yanında babadan kalma küçük bir mülkün sahibi olduğundan oldukça rahat geçinebiliyormuş. Çevresinin itirazlarına rağmen onunla evlenmeye karar veren annem ise büyük bir toprak sahibinin dik başlı kızıymış.
Yoksul bir papazla evlendiği takdirde özel arabasından, özel hizmetçisinden, günlük yaşamın olmazsa olmazı saydığı pek çok lüksten vazgeçmesi gerekeceğini boş yere söylemiş herkes. Özel bir araba, özel bir hizmetçi hayatı çok kolaylaştıran şeylermiş; ancak Tanrı’ya şükür eli ayağı tutuyormuş, istediği yere yürüyerek gidebilir, kendi işini kendi görebilirmiş. Şık ve rahat bir ev, süslü geniş bahçelere kimse itiraz etmezmiş ama kendisi Richard Grey’le bir kulübede yaşamayı başka herhangi bir erkekle saraylarda oturmaya yeğlermiş.