Mephisto: Alçaklığın evrensel portresi
Çağdaş Japon edebiyatının parlayan yıldızlarından Mieko Kawakami 'Cennet' romanında düştükleri düşmanca bir dünyada hayatı anlamlandırmaya çalışan iki çocuğun dramını anlatırken insanlığın yakıcı sorunlarını tartışıyor.
‘Cennet’ romanı 1991 yılının nisan ayında, ismini roman sonuna kadar öğrenemeyeceğimiz 14 yaşında bir ortaokul öğrencisi kimliği meçhul birinden aldığı bir notla başlıyor. Notta “Biz arkadaşız” yazılı ama ergenlik çağındaki bu oğlanın sınıfta hiç arkadaşı yok, bunun yerine bol miktarda nedeni belirsiz düşmanı var. Her gün aynı çileyi çekeceğini bilerek gittiği okulunda sınıf arkadaşlarının acımasız zorbalığına maruz kalıyor, gördüğü bedensel ve dilsel şiddete rağmen isyan etmiyor, sesini çıkarmıyor. Tek hayali bir gün usanıp onu rahat bırakmaları…
Okul dışında da mutlu değil kahramanımız. Kendisine bakan ve anne dediği kadın altı yaşında girmiş hayatına. Babası ise eve neredeyse hiç uğramayan, oğluyla ilgilenmeyen bir adam. Çocuğun mutsuzluğunu katmerlendiren bir diğer sorun küçük yaşlarında ortaya çıkan göz tembelliğinden muzdarip olması. Okulda uğradığı zorbalığın nedeninin şaşılığı ve fiziksel yetersizliği olduğunu düşünüyor ve başta gözleri olmak üzere bütün bedeninden nefret ediyor:
“Aynanın önünde durdum ve kendi yüzümü inceledim. Sağ gözüm kayarak kendi sekmez istikametini seyrediyordu. İğrenç bir şeydi. Aynadaki yansımama doğru eğildim. Ne kadar yaklaşırsam yaklaşayım gözlerimi aynı noktada buluşturmayı beceremiyordum. Hasta olan gözüm gizli bir dünyadan gelen sümüksü bir derin deniz canlısı gibiydi, her zamanki gibi tembel tembel orada duruyordu. (…) Kendime böyle bakarken ne kadar küçük olduğumu gördüm. El bileklerim, ayak bileklerim ve boynum gülünç derecede inceydi, en ufak bir güç belirtisi yoktu. Blazer ceketim omuzlarıma tam oturmuyordu ve göğsü kıpkırmızı olan gömleğimin düğmeleri çözülmüştü. Pantolonum en az bir beden büyüktü. Vücudum dengesiz bir açıyla havaya tutturulmuş gibi görünüyordu.”
Çocuk yaşta intiharı bile düşünecek hale gelen anlatıcı art arda aldığı notları gönderenin kendi sınıfında bir kız olan ve kendisi gibi -ama kız öğrenciler tarafından- zorbalığa uğrayan Kojima olduğunu öğrendiğinde şaşırır. Yoksulluğu ve pis görünümü nedeniyle alay konusudur Kojima ve o da eziyetler karşısında sessizdir. Sınıfın bu iki ‘öteki’si mektuplarla ve arada bir gizlice görüşerek sürdürdükleri arkadaşlık sayesinde teselli bulurlar. Ne var ki zorbalığı yorumlamaları çok farklıdır. Anlatıcı saldırılara karşı durmanın işleri kötüleştireceğini düşünürken Kojima çektikleri acıda anlamlı bir şeyler arar. Anlatıcının utandığı gözleri Kojima için neredeyse kutsal bir armağandır. Ama hayat onların ergen hayallerinden çok farklı işleyecektir…
Mieko Kawakami daha ilk romanlarından başlayarak ağır bir erkek egemen kültürün hüküm sürdürdüğü Japon toplumunu ve Japon edebiyatını sarsmış, yakıcı meseleleri akıcı ve sade bir üslupla anlatması gelenekçiler tarafından küçümsenmişti. Lakin Kawakami’ye destek çıkan önemli isimler de vardı. Mesela Tokyo Üniversitesi Edebiyat Bölümü profesörü Motoyuki Shibata dilinin hızı nedeniyle üslubunun ona rock veya rap’i hatırlattığını, ancak konularının klasik olduğunu söyleyecekti: “En göze çarpan özelliklerinden biri benliği neyin oluşturduğu, benliğin dünyayla ne tür bir ilişkisi olduğu gibi büyük sorularla başa çıkma isteğidir…”
Nobel ödüllü ünlü Japon yazar Haruki Murakami ise Kawakami’nin en sevdiği genç romancı olduğunu söylerken edebi tarzını “Bir ağacın uzaması, gökyüzüne uzanması, bir nehrin denize akması gibi Mieko Kawakami her zaman durmadan büyüyor ve büyüyor” cümlesiyle selamlamıştı.
‘Cennet’ yazarlık kariyerinin ilk basamaklarında yazılmasına ve Kawakami henüz Murakami’nin sözünü ettiği büyümenin ilk evresinde olmasına rağmen gerek ele aldığı önemli, yakıcı ve evrensel meseleler, gerekse de anlatım tekniği ile çok başarılı bir roman. Değindiği meseleleri uzun uzadıya ele almak bu yazının sınırlarını aşar. Ancak çocuklar dünyasından yola çıkarak beden, kültürel güzellik normları, efendi-köle diyalektiği, kadınlık durumu, aile kurumu gibi baş etmekte zorlandığımız alanlara el atmasının gerçekten önemli olduğunu söyleyebilirim.
Hikayede öne çıkan tema çocukluk çağı sancıları. Ve eklemek gerekir ki ‘Cennet’ insanın insana yaptığı zulmu -bilhassa çocuklar üzerinden- göstermesi açısından hazmedilmesi güç bir roman. Bir ekleme daha yapalım; Kawakami’nin edebiyatında iki kaygı belirleyicidir; biri kadınların hayatı, diğeri çocukların mutsuzluğu ve çaresizliği. Kadınların, çocukların, mağdurların hayatını anlatmayı seçmesinin geleneksel bakış açılarına radikal bir itirazı dillendirmek isteğinden kaynaklandığını, insanların etraflarında olup bitenlerin derinliklerine inmemesinden duyduğu kaygıyı dile getirmiş bir söyleşisinde: “Bunu sarsmak için buradayım” diyor. “Romanımı başkalarına hiç düşünmedikleri şeyleri düşünme fırsatı vermek için bir araç olarak kullanıyorum.”
Çocukluğu bir ‘cehennem’ olarak tanımlayan Kawamaki’nin romanlarında çocuklar -yalnız, mutsuz, yetersiz- ebeveynlerin ve toplumsal duyarsızlığın kurbanlarıdır. İşte böyle bir dünyayı çocukların bakış açısından yansıtıyor ‘Cennet’te. Ancak kişi ve karakterleri ergenlerden oluşsa bile anlatı yetişkinleri de hedeflemiş. Çoğunlukta olanların kendilerinden farklı -özellikle de maddi ve manevi anlamda güçsüz- olanları ötekileştirmesini, dışlamasını, dahası hayatlarını cehennem çevirmesini yürek burkan durumlar eşliğinde sergilerken kişi ve karakterler arasındaki diyaloglarla felsefi tartışmaların da önünü açıyor. Özellikle romanın ikinci yarısında Nietzsche’ye özgü temalar yoğun bir biçimde öne çıkmış. ‘Cennet’in belki de en eleştirilecek tarafı tam da burası; on dört yaşındaki çocuklardan beklenmeyen bir olgunlukla dile getirilen düşünceler. Ama fazla abartıya da kaçmıyor.
Romanın psikolojik gerilimi farklı dünya görüşlerinin çatışmasında yatmakla birlikte, Kawamaki roman sonuna kadar kendi düşüncesini empoze etmiyor, ortaya attığı sorular için kolay/hazır cevaplar vermiyor. Yapmak istediği okuyucuyu düşünmeye ve tartışmaya davet etmek.
‘Cennet’in sade, duygusallıktan uzak bir üslubu var. Söz konusu sadelik, neredeyse röportajı andıran dil sayesinde zorbalık daha gerçekçi, daha çıplak bir görünüme bürünüyor. Acımasızlık rahatsız edici ama asıl rahatsız edici olan tasvirleri yapan kurbanın bunları normalleştiren ifadeleri. Mağdurların biraz olsun nefes aldığı, bir anlığına da olsa mutluluğu yakaladıkları sahnelerde dil yumuşuyor, anlatı şiirsel ifadelerle zenginleşiyor. Ve doğa karakterlerin ruh hallerinde ve Kawakami’nin üslubunda her zaman önemli bir rol oynuyor – tıpkı son sahnedeki gibi:
“Ağaçlarla çevrili caddenin ortasında duruyordum. Her iki gözümü birden sımsıkı kapatıp sağ gözümdeki bandajı çıkardım, gözlüğümü taktım ve yavaşça gözlerimi açtım. Hayalini bile kuramadığım bir manzarayla karşılaşmıştım. Aralık soğuğunda binlerce yaprak ıslanmış gibi altın rengine bürünmüş, parlıyordu. Yaprakların her biri ışıldayıp birleşerek içime doluyor gibiydi. Nefes alıp kendimi akıntıya bıraktım (…) Gözlerimden yaşlar döküldü ve önümdeki dünya, gözyaşlarımın bulanıklığı içinden sürekli olarak parçalara ayrılıp yeniden birleşti. Gözlerimden yaşlar süzülmeye devam ederken gözyaşlarımın arasından dünyanın odaklandığını gördüm. Dünyanın artık bir derinliği vardı. Başka bir yüzü vardı. Gözlerimi açabildiğim kadar açıp her şeyi görmek için çabaladım. Görebildiğim her şey çok güzeldi. Ağlayarak bütün o güzelliğin ortasında dikiliyordum, hiçbir yerde dikilmiyordum. Kendi gözyaşlarımın sesini duyabiliyordum. Her şey çok güzel görünüyordu. Kimseyle paylaşamayacağım, kimseye anlatamayacağım türden saf bir güzellik.”
Mieko Kawakami 1976 yılında Osaka’da -yoksul bir ailenin kızı olarak- dünyaya geldi. Henüz 14 yaşındayken bir fabrikada çalışmaya başladı. Daha sonra bir kitapçıda iş buldu, bir süre de hosteslik yaptı. Bir yandan müzikle ilgileniyordu ama asıl isteği yazmaktı. Bunu önce kendi blog’unu hazırlayarak gerçekleştirdi. Çıkardığı üç albüme rağmen 2006’da müzik kariyerini tamamen bırakarak edebiyata yöneldi. İşte peri masalı o zaman başladı; ilk romanı ‘My Ego, My Teeth, and the World’ün ardından yazdığı ‘Memeler ve Yumurtalar’ (2008) ile Akutagawa Ödülü’nü kazandı.
Bu roman 2020 yılında İngilizceye çevrildiğinde TIME’ın 2020’nin en iyi 10, New York Times’ın ise en iyi 100 kitabından biri seçilecek ve uluslararası bestseller olacaktı. 2009 yılında yayımlanan ‘Cennet’ 2010’da Murasaki Shikibu Edebiyat Ödülü’nü kazandı. İngilizceye çevrildiği 2022 yılında Uluslararası Booker Ödülü kısa listesine seçildi. ‘Dreams of Love, etc’ adlı öykü kitabıyla 2013 Tanizaki Ödülü’nü kazandı. ‘Marie’s Proof of Love’ adlı kısa öyküsüyle 2016’da Granta Ödülleri’nde En İyi Genç Japon Romancı oldu. Kısacası 15 yıllık kariyerinde hemen her romanıyla saygın bir ödüle değer görülen Mieko Kawakami 21.yüzyıl Japon edebiyatına daha şimdiden damgasını vurmuştu.