‘Burası Size Göre Değil’in Avrupa yolculuğu başlıyor
Bir zamanlar oynuyordu; şimdi yazıyor, yönetiyor. Ceyda Aşar’ın hayatının merkezinde yazmak var. Biz de KargaYayınları etiketiyle yayınlanan ilk romanı ‘Fena Şeyler, Mutlu Sonlar’ vesilesiyle buluştuk.
Senarist ve yazar Aşar'la farklı türlerde yazmayı, romanının merkezindeki hafızayı ve “sahi yönetmek zorunda mıyız?” diye sorduğumuz zaman kavramını konuştuk.
Ceyda Aşar, ‘Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’, ‘Kıyıdakiler’, ‘Burası Size Göre Değil’ filmlerinin senaristi olarak girdi birçoğumuzun hayatına.
Bir zamanlar oynuyordu; şimdi yazıyor, yönetiyor. Ceyda Aşar’ın hayatının merkezinde yazmak var. Biz de KargaYayınları etiketiyle yayınlanan ilk romanı ‘Fena Şeyler, Mutlu Sonlar’ vesilesiyle buluştuk. Farklı türlerde yazmayı, romanın merkezindeki hafızayı ve “sahi yönetmek zorunda mıyız?” diye sorduğumuz zaman kavramını konuştuk.
“Çok huzur veren bir anım var. İlkokuldan eve gelip kırmızı elmamı yerken kitap okuyorum. Tabii bir de babamın o koca koca kitapları gösterip ‘Sen de bunların hepsini sırasıyla okuyacaksın’ dediği an.”
Yazmaya nasıl başladığını anlatmadan önce nasıl bir okur olduğunu, okumakla ilişkisini anlatarak başlıyoruz Aşar’la sohbete. Her ne kadar sokakta özgürce oynayan şanslı neslin bir üyesi olsa da kitap okumayı hep çok sevdiğini söylüyor Aşar. Onun için okumak da yazmak da bir oyunun parçası olmuş hep:
“Yazarın kafasına girip dünyaya onun baktığı gibi bakmaya çalışıyordum. Şimdi geriye dönüp bakınca yazmaya dair ana meselenin zaman ve oyun çevresinde döndüğünü görüyorum. Hayat bize çocukken yetmiyor. Bu kabına sığmama halini bir oyunla ya da başka dünyalara girdiğinde aşıyorsun. Kitap okumak da bir tür oyundu. Başkalarının zihnine giriyordum. Bu nedenle çocukluğun en duru zamanımız olduğunu düşünüyorum. Şimdiki en büyük kaygım da bu, zamanla kurduğumuz ilişki.”
Ceyda Aşar, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden ve Bahçeşehir Üniversitesi Sinema Televizyon Yüksek Lisans Bölümü’nden mezun oldu. Çeşitli dergilerde kültür-sanat editörü, film eleştirmeni olarak yazılar kaleme aldı, sinema dergisi Empire’ın genel yayın yönetmenliği görevini yürüttü. Şahika Tekand Studio Oyuncuları’nda eğitim alarak, oyunculuk mesleğini profesyonel olarak 10 yıl sürdürerek Studio Oyuncuları, Bizim Tiyatro, Galataperform gibi tiyatrolarda, çeşitli dizi ve reklam filmlerinde rol aldı. 2009 yılından itibaren ise sadece senaristlik ve yazarlığa odaklandı.
Sohbette konu Şahika Tekand’a gelince ayrı bir paragraf açmak şart oluyor. Aşar yazmayı, “Bence Türkiye’nin en büyük aydınlarından biri” olarak tanımladığı Tekand’dan aldığı eğitimlerden öğrendiğini söylüyor:
“Yazarlığı, hiç tahmin etmediğim şekilde oyunculuk eğitimi alırken ve yaparken öğrendim. Nadir bulunan aydınlardan biri Şahika. Kavramsal düşünmeyi, tasarlamayı, derinleşmeyi, performatif ve samimi olmayı, zamanı kullanmayı ondan öğrendim. Hem senaryo hem de roman yazarken bunları uyguluyorum.”
Farklı türlerde yazan ve hayatını yazarak kazanarak Aşar’a önce yazmakla kurduğu ilişkiyi soruyorum. Daha önceki röportajlarında ilham bekleyecek kadar lüksü olmadığını söylemişti, bunu hatırlatıyorum. Değişen bir şey olmamış, “Abartılacak bir şey değil. Her sabah masa başına oturuyoruz biz de memur gibiyiz” diyor.
O da Türkiye’deki birçok sanatçı ve yazarla benzer yollardan geçmiş. Hayatını yazmak üzerine kurma kararı ve sonrasının sancılı olduğunu anlatıyor. Ailesinin uluslararası ilişkiler okumuş kızları için bankacı olması gibi hayalleri olmasına rağmen o yazmakta ısrarcı olmuş: “Ben isyankardım, onlar medeniydi. Biraz da sabırlı davrandım. Sonuçta bu yola girdim.”
Peki roman ve senaryo yazma arasında nasıl farklar vardı, neler bildiğin yolda yürümekti neler sürprizli oldu sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:
“Senaryo yazarken artık otomatiğe bağladığımı hissediyorum. Haftalık bir işte, iki saatlik bir metin yazarken ilham gelmesini bekleme lüksünüz olmuyor. Roman daha geniş kapsamlı, ayrıntılara yer veren bir dünya kuruyorsun. Uzun metraj senaryosu veya bu romanı yazarken durmaya, düşünmeye ve doğada olmaya ihtiyaç duyuyorum. Kalpten yazmayı sağlıyor bunlar.”
Araya girip kalpten yazmak nasıl oluyor diye soruyorum. Tüm yazılanlar kalpten çıkmaz mı, okur kalpten yazılanın farkını anlayabilir mi? Bir sürü soru doluyor aklımıza. Biraz düşüneyim diyor Aşar da. Tanımlayamadığını ama kalpten yazılmış bir cümleyi ötekinden ayırabileceğini söylüyor. Bu konuya takılmayıp sohbete devam ediyoruz ama belli ki düşünmeye devam etmiş. Zira birkaç cümle sonra bir “evraka!” Anı geliyor. “Kalpten yazmak demek gerçek olanı, duyulara dayalı olanı yazmak” diyor. ‘Fena Şeyler, Mutlu Sonlar’ı kalpten yazdığını söylüyor Aşar ve ekliyor: “Otobiyografik tonlara hep çok uzağım. Senarist ve oyunculuk kimliklerinin etkisiyle her zaman kendimden uzak ve hayal ürünü karakterlere yöneliyorum. O karakteri inandırıcı kılmaya ayırıyorum çoğu vaktimi.”
‘Fena Şeyler, Mutlu Sonlar’ı hafızaya, geçmişle hesaplaşmaya dair bir roman. İki kız kardeşin geçmişleriyle yüzleşme deneyimleri, bireysel ile toplumsal tarihin iç içe geçtiği bir sorgulamaya dönüşüyor.
Hafızanın peşine düşmeyi Türkiye’nin balık hafızalılığının bir sonucu olarak ele almış yazar. “Bireysel olarak da toplumsal olarak da unutuyoruz” diyor: “Bir sabah kalkayım ve bir şey yapmayayım. Bu birçoğumuz için büyük bir lüks. Ben de zaman üzerine düşünüyorum. Tabii toplumsal yönü de var. biraz Çok fazla olay yaşanıyor, biz de unutkan bir toplumuz. Hafıza üzerine çok okudum. zaman nasıl geçiyor; zamanı yönetmeli miyiz, niye durmuyoruz, neden hatırlamıyoruz vs vs.”
Senaryoda da romanda da belli kavramlara tutunduğunu söylüyor Aşar. Son zamanlarda isyan ve özgürlük olmuş bu kavramlar. Toplumsal olanı, bize ait olanı evrensel bir anlatıya dönüştürmenin peşinde hep:
“Toplumsal acıları evrensel hale getirmeye çalışıyorum. Oryantalist bir bakışla yapmaktan da kaçınıyorum. Tutunduğum birkaç kavram var. Bu aralar isyan ve özgürlük üzerine düşünüyorum. Genelde de kadınlar üzerinden. Hem dünyaya kadın olarak bakıp yaşadığım hem de isyan gücününün kadınlarda daha güçlü olduğunu düşündüğüm için. Şu an yazdığım roman da öyle.Otoriter bir sistemi anlatan bir kadının hikayesi. Evrensel bir şey bu da…
Yeni roman ne zaman bitecek diye sorunca(Bir yazara sorulmaması gereken(!) sorulardan belki de ilki ama gazetecilik refleksi!) gülerek “Bu soru kalbimi sıkıştırıyor” diyor.
Şu sıralar bir televizyon dizisinin senaryo ekibinde Aşar. Romana da yaz aylarında daha çok odaklanacağını söylüyor. Bu sohbetin temasını oluşturan zaman kavramına inat bir şekilde süre ve teslim konularından uzaklaşıyoruz biz de.
-Kimin ‘Fena Şeyler, Mutlu Sonlar’ okumuş olmasını istersiniz?
-Hangi yönetmen filme çekecekse o…
-Film olmasını istiyorsunuz yani?
-Evet, her fırsatta dile getiriyorum.
-Hangi yönetmene emanet ederdiniz ilk romanınızı?
-Yaşasaydı Bergman…
-Peki kim okusun, fikirlerini söylesin eleştirisini yazsın?
Nuri Bilge Ceylan. Çünkü son filmi ‘Kuru Otlar Üstüne’yle benzer bir tema var romanda. Aynı kavramları işleyen, çağdaş yazar ve yönetmeniz. O taşradaki erkekleri anlattığı için. Bu romanda ise benzer bir mesele için taşraya giden iki kadın olduğu için. Bir de diğer pencereden bakmak için…
-Romanı elinize ilk aldığınızda ne hissettiniz?
-Artık bittiğini çok geç fark ettim. Bir süre inanamadım. Yayıncılıktan geldiğim için ilk önce “Acaba ismi başka bir şey mi olsaydı; kapak rengi güzel olmuş” gibi şeyler geldi aklıma…
-Kitabı okuduk, kapağı kapattık. Okura hangi his ya da fikir kalsın?
-“Detayların değerini fark etmek, o ayrıntılara dönebilmek önemlidir.”
-Herkesin ayıla bayıla okuduğu ama sizin bitiremediğiniz bir kitap var mı?
-Günlerce çantamda taşıdığım ama bir türlü bitmeyen yarım bıraktığım klasikler var.
-Tanışmak istediğiniz bir yazar var mı?
-Tanışsam da bi şey konuşmam ki. Hem çekinirim hem de eseri ve kişiyi ayırmak lazım sanırım. Çoğu kez hayal kırıklığı olabiliyor. Hiç tanışmak istemem.
-Sonsuza kadar bir türde yazacaksınız diyelim. Roman mı senaryo mu?
-Film senaryosu.
-İlk Kitap serisi haftaya başka bir yazarı konuk alacak. Siz de bir sonraki yazara yazmaya ilişkin bir soru bırakır mısınız? Sizdeki cevabıyla birlikte…
-Soru şu olsun: Yazmak ve sektörde var olmak için sadece yetenek yeterli mi yoksa asıl başarı ilişkileri yönetmek mi?
Benim cevabımsa şöyle: Her alanda olduğu gibi burada da kimi tanıdığına göre kapılar açılabiliyor. En azından tanıdığın varsa alıp okuyor, şans veriyor. İstanbul’da yaşamayan, hiç bilmediğimiz çok da iyi yazarlar var eminim. Tabii kimseyi de suçlayamayız, yetişmek mümkün değil. Bu her dönemde, her alanda geçerli bir durum.
📚Fena Şeyler Mutlu Sonlar/Ceyda Aşar
Yayınevi:Karakarga
Sayfa Sayısı: 288
İlk Baskı Yılı: 2022
Baskı Sayısı: 1. Basım
Dil: Türkçe