Mahir Ünsal Eriş’ten bir umutsuz aşk mektubu: ‘Acaip’

Yazar ve çevirmen Mahir Ünsal Eriş, geçen yıl yayınlanan 'Gaip' romanının devamı niteliğinde bir romanla okurların karşısında. Eriş, ilk romanında araladığı sır perdesinin ardından 'Acaip' adlı yeni romanında sonsuz aşkları ve karanlık işleri buluştu.10Haber kitaptan 'tadımlık' bir bölüm paylaşıyor.

Kültür Sanat 4 Ekim 2023
Bu haber 8 ay önce yayınlandı

Yazar ve çevirmen Mahir Ünsal Eriş, geçen yıl yayınlanan ‘Gaip’ romanının devamı niteliğinde bir romanla okurların karşısında. Eriş, ilk romanında araladığı sır perdesinin ardından ‘Acaip’ adlı yeni romanında sonsuz aşkları ve karanlık işleri buluşturuyor.

Roman, hayatının hikayesi hiç tanımadığı iki adam tarafından yazılan bir kahramanın umutsuz aşkına dair bir anlatı olarak tanımlandı. Eriş, ‘Acaip’ ile Samim’in kaybettiği aşkı Güzin’e yazılmış upuzun bir mektubu okura sunuyor. Yazar ayrıca merak uyandıran bir girişle okuru karşılıyor: “Hikâyede geçen kişi, kurum ve kuruluşların gerçek hayattakilerle benzerliği yalnızca kurgusaldır. Biri hariç.”

‘Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde…’, ‘Olduğu Kadar Güzeldik’, ‘Dünya Bu Kadar’,  ‘Benim Adım Feridun’, ‘Öbürküler’ ‘Kara Yarısı’, ‘Sarıyaz’ ve ‘Diğerleri’ kitaplarının yazarı Eriş, ‘Olduğu Kadar Güzeldik’ adlı kitabıyla 60. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanmıştı.

Daha önce sesli kitap türünde yayınlanan ‘Acaip’ ilk kez Can Yayınları tarafından kitaplaştırılıyor. Romandan tadımlık bir bölüm paylaşıyoruz.

bir

Bunları sonra oku olur mu Güzin? Al bunları, sakla. Bir gün öldüğümü duyarsan, olur da duyarsan, işte o zaman çıkar, baştan sona oku. Çünkü bizim hikâyemiz burada saklıdır. Ama şimdi okuma. Bunları yazmaya başlarken, bir gün nasıl olup da eline geçeceğini hiç düşünmeden kalkışıyorum bu işe. Şimdilik sağım. Hayattayım, elimde kalana hayat denirse. Ama bir gün, belki de çok uzakta olmayan bir gün, ölüp gideceğim. Suyun dibine inen bir taşın yüzeyde bıraktığı dalgalar gibi yavaş yavaş silinip gidecek izlerim bu dünyadan. Geriye hiçbir şey bırakmadan, ne olup bittiğini dahi anlamadan çekip gi- deceğim. Hiç yaşamamışım gibi, hiç var olmamış, bu ko- caman göğün altında bir nefes dahi almamışım gibi, kay- bolacak varlığım. İşte sen o gün, yani öldüğümü duydu- ğun gün işte, beni hatırla. Ve bütün bir hikâyenin belki hiç de senin bildiğin, sandığın, anladığın gibi olmadığı ihtimaline bir şans ver ve oku bunları. Olur mu Güzin?

Gözümde canlandırıyorum bunu bazen. Her sefe- rinde başka senaryo yazıyorum. Mesela birinde gazetede görüyorsun öldüğümü. Öyle alelade bir üçüncü sayfa haberi olarak. Köşesine küçük bir vesikalık fotoğrafımı koydukları habere bakıyorsun, görür görmez tanıyorsun beni. Adım soyadım sadece baş harfleriyle yazılmış, o günkü yaşım parantez içine konmuş. Şöyle ölmüş, böyle ölmüş diye anlatıyor haber üstünkörü. Kalkıyorsun yerinden, gazeteyi bir kenara fırlatıp. Çocuğun var. Bir oğlun. Koltuğa kapaklanan gazetenin gürültülü hışırtısından sıçrıyor çocuk, boş bulunup. Kumral, güzel bir oğlan çocuğu. Etli yanakları, küçücük bir ağzı var. Senin gibi. Dert etmiyor bu ani sıçrayışı. Oyununa dönüyor. Sen içeri gidiyorsun. Bunları yazdığım şu defteri sakladığın yere. Bir kutuya koymuşsun. Şöyle Suriye işi, eski bir mücevher kutusu. Ruj ve parfüm kokuyor kutu. Açıyorsun. Bir sürü fotoğraf var içinde, belki lazım olur diye saklanmış ama hiç lazım olmadığı için nereye saklandığı bile unutulmuş birkaç da ıvır zıvır evrak. En alttan bu ajandayı alıyorsun. Zar zor bulup edindiğim, belki bir başlık atarım diye ilk birkaç sayfasını boş bırakarak yazmaya başladığım ajandamı. Ve okumaya koyuluyorsun. Bunları, diyorum sana, sonra oku, olur mu Güzin? Evet, diye geçiriyorsun içinden. İşte, sonra oldu. Zamanı geldi. Gel bakalım Samim Efendi. Neymiş bunca yılın arkasına sakladığın derdin. Neymiş muhteşem bir hikâyeye ge- beyken her şeyiyle kepazeliğe, unutulmaya mahkûm bir rezilliğe dönen şu saçmalık.

Bazen yazlık bir yerde düşünüyorum seni. Güneşin altında başını şemsiyenin korumasına saklamış, güneşle- niyorsun sere serpe. Gözünde kara gözlüklerin var. Göz- lüklerin üstünden merak ve kibirle bakarak okuyorsun yazdıklarımı. Sıkılıyorsun sonra, bir kenara atıyorsun defteri, belki kumun üstüne bırakıyorsun. Denize koşu- yorsun, bir dalıp çıkmaya. Hepten aklından çıkıyor ondan sonra defter.

Her seferinde başka hikâyeler, başka sahneler kuruyorum zihnimde bunları okuyuşuna dair. Ama hepsinde neye dikkat ediyorum biliyor musun? Her durumda merhamet ediyorsun bana. Anlatacaklarıma kulak kabartıyorsun, merak ediyorsun bir şekilde. Acıyorsun. İnsan sevdiklerinden acıma beklerse bu kötü mü? Fena mı? Ben bekliyorum Güzin. Senin hikâyenin aslını astarını güzelce okuyup bilmeni, hatta belki bana hak vermeni istiyorum. Anlamanı, kim olsa böyle davranırdı demeni, onun da yaraları, çaresizlikleri, dinmek bilmeyen korkuları vardı, ondan böyle yaptı belki diye düşünmeni. Bana acımana ihtiyaç duyacak kadar acınası durumdayım. Beni anlamana muhtaç olacak kadar çaresizim. Anlıyor musun? Bunu bari anlıyor musun?

Raf Gezgini: Anlatmak her zaman kolay değilRaf Gezgini: Anlatmak her zaman kolay değil

 

 

 

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.

İlgili Haberler