Raf Gezgini: Gizemli cinayetler, soluksuz gerilimler
Raf Gezgini 2024'ün ilk yazısında, yeni yıl kararlarına kitap okuma alışkanlığıyla ilgili madde ekleyenlere selam gönderiyor; yeni çıkanlara koşuyor, çiçeği burnunda yazarlarla tanışıyor, ufuk açan çocuk kitaplarından ilham almayı da ihmal etmiyor.
Yeni yıl, başlangıçlar ve hatta yeni bir sayfa açma ümidiyle alınan kararlar…
Kimi alışkanlıklarını bırakmak ister, kimisi daha disiplinli bir spor düzenine başlamak, kimisi kariyer basamaklarını hızlı çıkmayı hedefler, kimi daha çok seyahat etmeyi. Bu kararlar listesinde hemen hemen her yıl başı çeken bir diğer madde de daha düzenli ve disiplinli bir şekilde kitap okuma kararı da olur. Bazılarının okumak istediği kitap sayısı şimdiden bellidir. Bazılarımız ise ne zamandır ertelediği kitaplara yönelir
Raf Gezgini 2024’ün ilk yazısında, yeni yıl kararlarına kitap okuma alışkanlığıyla ilgili bir madde ekleyenlere selam gönderiyor; yeni çıkanlara koşuyor, çiçeği burnunda yazarlarla tanışıyor, ufuk açan çocuk kitaplarından ilham almayı da ihmal etmiyor.
1988 doğumlu Ahmet Erkam Saraç, ekonomi eğitimi almış, bir süre finans sektöründe çalışmış şimdi ise ekonomi alanında eğitimler vermeye devam ediyor. Bir yandan da yandan da ilk öykü kitabını yayınlamanın kalp çarpıntısı var şu sıralar üzerinde. ‘Battığımız Bataklar‘ yedi öyküden oluşan kısa soluklu bir macera. Fakat ele aldığı konular ve yalın anlatış biçimiyle o kadar da kısa bir etki bırakmıyor okur üstünde.
Erkam, kırgın ailelerin, acısı hâlâ idrak edilememiş kayıpların, toksik ilişkilerin, adaletsizliğin peşinden gidiyor öykülerinde. Bataklıkları gösteriyor, nasıl debelendiğimizi anlatıyor ve battığımız bataklarda hepimizin nasıl var olmaya çalıştığını hatırlatıyor. Yeni yılda, yeni bir yazarla tanışmak isteyenler için olabilecek en iyi başlangıçlardan biri ‘Battığımız Bataklar.’ Kim bilir belki 2024’te bataklıklardan kurtulmasak da en azından battığımız bataklıkların farkında oluruz.
Bir başka ilk kitap heyecanı daha. Öyküleri Notos, Sözcükler,Varlık,Kitaplık, Trendeki Yabancı dergilerinde yayınlanan Rıdvan Hatun‘un ilk öykü kitabı ‘Billur Örüntüler.’ 13 öyküden oluşan kitapla hayatta kalmaya çabalayanlar, başkalarının hayatta kalması için çabalayanlar, aile denen taşıması zor yükü sırtlananlarla tanışıyor okur. Hatun’un öyküleri okuru kasvetli bir ruh haline sürüklemekten çekinmiyor. Okurken içinizi hafakanlar basacağını da söylemek zorunda hissediyorum kendimi fakat Hatun’un öykülerinin alametifarikası da bu. Herkese tanıdık gelen o gözlemleri, hisleri, sıkışmışlıkları kısaca var olma hallerini olabilecek en çıplak şekilde aktarma gayreti…
Oyuncu Berkay Ateş aynı zamanda üretken bir yazar. Kurucuları arasında yer aldığı D22 Tiyatro yapımlarından ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ile 25. Cevdet Kudret Edebiyat Ödülleri’nde, Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde, Yeni Tiyatro Dergisi ve Ekin Yazın Dostları Ödülleri’nde en iyi yazar ödülleri almıştı. ‘Yirmi Beş’ adlı oyunla Savaş Dinçel Ödülleri’nde ise en iyi yazar ödülüne değer görülmüştü.
‘Sessizliği Vurun’ Ateş’in ilgiyle karşılanan beş oyununu ve bir öyküsünü bir araya getiriyor. Her yerden, herkesin hikâyeleri var bu metinlerde. Karanlık masallara hapsolmuş insanlar, hüznün hem düşmanı hem âşığı olanlar, kent sokaklarında, dağ başlarında ya da belki bir rüyada gerçeğin izini sürenler, dili dolaşanlar, derdini anlatsa da ciddiye alınmayanlar, sessizliğe ya da deliliğe mahkûm edilenler… Hepsinin ortak noktası ise yaşanmayan ihtimallerin ağırlığı altında ezilmek. Tam da bu yüzden şöyle diyor Ateş: “Her şeyi unuttuğumu biliyorum, ancak hatırladıklarım da az değil! Gerçeğimi verin bana. İşte, sesim çıkıyor. İhtimallerimi elimden almayın! Yaşamadığım ihtimallerim var, bana beni geri verin! Ölmekte olan bir sessizliğim var, bana sessizliğimi geri verin… Elim, kolum, dilim bal…”
Bu arada bir de not. Kitabı geçen hafta raflardaki yerini almışken Ateş’in bir başka heyecanı daha var. D22 Tiyatro’nun yeni yapımı, Berkay Ateş’in kaleme alıp rol üstlendiği ‘Uykusuz Bir Rüya, Salim.’ Prömiyerini 4 Ocak’ta gerçekleştiren oyun, sezon boyunca sahnelenecek. Ateş’i hem sahnede izleyip hem de okumak isteyenlere duyurulur.
“Kardeşler arasına para pul, mal mülk girmesin, büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü bilsin.”
‘Curcunabazlar’da, babaları İshak artık işgöremez duruma düşünce şirketin başına kimin geçeceği üzerine çetin bir mücadeleye girişen iki kardeşin, Mustafa ve Ömer’in hikâyesini anlatıyor Mehmet Anıl. Aslında ilk bakışta bir mücadeleye girişilmesine gerek yok gibidir, her şey nettir. Çünkü babaları, kendisinden sonra şirketin başına büyük oğlunun geçmesi isteğini zamanında yazılı hale getirtmiştir. Ancak bir sorun vardır, kardeşler ikizdir ve hangisinin büyük olduğuna dair hiçbir bilgi kesin değildir.
‘Pembe Otobüs’ kitabıyla 2008 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanan Anıl, Hazreti İbrahim’in torunları arasındaki kardeş çatışmasından ilhamla, eğlenceyi de ihmal etmeyen modern bir masala davet ediyor okurları.
Hepimizin çocukluğunda bir tane çok sevdiği oyuncak vardır. Bu bazen bir araba, bazen kutusundan çıkarılmamış bir oyuncak bebek bazen de kollarında güvende hissettiren bir peluş ayıdır. Çocuk ve çocukluk demek de aslında oyuncak demek değil midir zaten? Şimdilerde teknolojinin tüm imkanlarını kullanan, yetişkinlerin dahi iştahını kabartan cafcaflı oyuncaklar görüyoruz. Şimdinin çocukları şanslı diyebilir miyiz ya da böyle bir kıyaslamaya girmeli miyiz emin değilim. Yaşam şartları, dönemin koşulları gibi faktörler oyuncakları değiştirse de çocukların en iyi arkadaşı olma durumu hiç değişmiyor. Ve oyuncakların da geçmişe uzanan bir kültürü var. A. Ceren Göğüş ve Doğanay Çevik imzalı ‘Anadolu Oyuncak Kültürü‘, yirmi yıldan fazla bir süre çalışılarak toplanan obje, bilgi ve fotoğrafların disiplinler arası bir tasnif ve uzman değerlendirmeleriyle bu kültürün izini sürüyor.
Hayat biraz böyledir. Nasıl mıdır? Mesela çok yakın iki arkadaş birbirlerini çok sevmelerine rağmen küsebilir. Bu insanlar için de böyledir, koyunlar için de… Bakın mesela sıkı dost iki koyun olan Koko ile Yunyun. İki arkadaş birbirilerine küstüler ama çok sıkı dostlar ayrı düştüğü gibi barışmayı da bilir. Peki ama nasıl barışılır? Kırdığımız birinden nasıl özür dileriz, nasıl yaklaşırız? Barışmak zaman ister, adım atmaksa cesaret. Koko ve Yunyun nasıl bulacaklar barışmanın yolunu?
Hümeyra Koçer Köylü’nün kaleme aldığı ‘Arkadaşım! Bir bakar mısın?’ın çizimleri Nezahat Melis Eraydın imzalı. Her ne kadar 4-7 yaş arası okurlara uygun bir kitap olsa da söz konusu barışmak olduğunda zorlanan her yaştan okur ilham bulabilir bu kitaptan.
Çocuk edebiyatı denilince akla gelen ilk isimlerden biri Sevim Ak. İlk çocuk kitabı ‘Uçurtmam Bulut Şimdi’ yayımlandığı yıl, takvimler 1987’yi gösteriyordu. Aynı yıl, Akademi Kitabevi Çocuk Edebiyatı Öykü Ödülü’nü kazandı kitap. Ak, kariyerine birçok çocuğun hayatına okuma sevgisi katan kitaplarından biri de ‘Domates Saçlı Kız.’ 2023’ün sonunda 46. baskısını yapan kitap, Domates Saçlı Kız’ın öyküsünü iki karga üzerinden anlatıyor. Kasabalardan birinde iki karga yaşıyormuş.Günlerden bir gün kasabaya bir turist topluluğu gelmiş.Yaşlı bir turist bu kargaları izlemeye karar vermiş.Tiktak’ın peşine düşmüş. Tiktak, kimselere görünmeden,evlere, ofislere giriyor, oradan bir belge, bir mektup, bir günlük sayfası, bir reklam broşürü, bir magazin dergisi alıp kaçırıyormuş. Kaçırdıklarını sakız ağacının kovuğuna tıkıştırıyor, sonra iki karga buluşup bu yazılı belgeleri okuyup konuşuyorlarmış. Bu belgeler sayesinde de Domates Saçlı Kız ile tanışıyoruz.
2018 yılında Uluslararası MAN Booker Ödülü’ne aday gösterilen ve günümüz Alman edebiyatının en önemli isimlerinden biri Christoph Ransmayr. ‘Endişeli Bir Adamın Atlası’ ile 70 kısa öyküyle okurunu tam anlamıyla bir yolculuğa çıkarıyor. Asya, Avrupa ve Güney Amerika’ya yolculuğa çıkardığı öyküleri bir yönüyle seyahat bir yandan da insan hikâyeleri sunuyor.Güney Denizi’ndeki adalardan Cava’nın volkanlarına, Himalaya’nın en uzak vadilerinden Tuna Nehri ve Mekong’a uzanan bir yolculuğa çıkmak isteyenler, buyursunlar.
İçine doğduğumuz aile, yetiştirilme tarzımız, ebeveynlerimizle ilişkilerimiz hayatımızın her alanını etkiliyor. “Çocuklar farkında olmasalar da, anne babalarını hazır kabuller ve yargılarla değerlendirme eğilimindedir. Onları ebeveynlik rolleri çerçevesinde çocuk yetiştirme görevinin taşıyıcısı olarak görürler ve bu tutum, çoğu zaman büyüyüp yetişkin olduklarında da devam eder” diyor Psikolog René Diekstra.
Ve bazı sorular soruyor: “Anne babanızı ne kadar tanıyorsunuz? Onların çocuklukları, okul hayatları, gençlik hayalleri, idealleri, özlemleri hakkında ne biliyorsunuz? Sizin hayatınızla ortak yanları ya da farklılıkları neler? Bunları bilmek neden önemli? Anne babanızı gerçekten tanımak, kendinizi ya da onlarla ilişkinizi anlamanıza katkıda bulunabilir mi? Ebeveynlerinizin hayatınızda “yakın yabancılar” olarak yer almalarının bedeli nedir? Onları tanımak yönünde nasıl adım atabilirsiniz? Bu deneyim, sizin ve ebeveyninizin hayatında ne değiştirir ve hangi alanlarına etki eder?”
Diekstra’nın kaleme aldığı ‘Ebeveynle Söyleşi: Anne Babamızı Tanımak İçin Sohbet Kılavuzu’ tam da bu sorulara cevap bulmak isteyenlere göre.
Almanya’da Nazilerin 1933 yılında iktidara gelmesi, Irmgard Keun’un Weimar döneminde başlayan parlak edebi kariyerine gölge düşürmüş. Naziler, kitaplarında bağımsız kadın karakterleri anlatan yazarı kısa süre içinde ‘kara listeye’ almış, kitapları imha edilmiş. Keun Gestapo’ya dava açmaya bile çalışmış ama hiçbir şey planladığı gibi gitmeyince ülkeyi terk etmekten başka çaresi kalmamış. Yazar, 1938 tarihli ‘Yertsiz Yurtsuz Bir Çocuk’ romanında, kendisinin de sürgünde geçirdiği İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemi, on yaşındaki Kully’nin gözünden anlatıyor.