Raf Gezgini’nden direnenlere selam, Yılmaz Güney tartışmalarına reçete
Aile içi istismar tabu kabul edilip karanlıkta sessiz bırakılmak istenilen bir konu.Türkiye'nin en önemli yaralarından biri.Buna rağmen aile içi şiddet ve cinsel istismarı anlatılarıyla,sözü öznelere bırakan kitaplarla karışılaşmak çok da sık karşılaştığımız bir şey değil ancak yine de örnekleri var
Aile içi istismar tabu kabul edilip karanlıkta sessiz bırakılmak istenilen bir konu. Türkiye’nin en önemli yaralarından biri. Geçen hafta Türkiye’nin gündemine oturan Prof. Dr. Salih Zoroğlu’nun yer aldığı olaylar ve iddiaların merkezinde de aile içi çocuk istismarı vardı.
Tabu kabul ediliyor, karanlıkta sessiz bırakılmak isteniyor. Görünür değil zira, yaşananların duyurulmaması, ‘elalemin’ olup biteni bilmemesi isteniyor. Kimi zaman istismara maruz bırakılan çocuklara ‘Sen yanlış anlamışsındır’ denilip üstü kapatılıyor, kimi zaman konuştukları için onlar cezalandırılıyor.
İfşa sürecinden sonra yaşanan toplum baskısı, başına geleceklerin korkusu, utanma ve ayıplanmaktan çekinme ve yalnız kalacağını düşünme halleri ise aile içi cinsel istismar mağdurlarının sessiz kalma tercihlerinden başlıcaları. Ancak cinsel istismarın konuşulması, maruz kalanların iyileşmesi, görünür olmaları ve faillerin cezalarını çekmeleri için atılan ilk ve en önemli adımlardan biri. Haliyle bu konu ve insan hikayeleri hakkında yazılması, okunması, konuşulması da önemli hale geliyor. Buna rağmen aile içi şiddet ve cinsel istismarı anlatılarıyla, sözü öznelere bırakan kitaplarla karışılaşmak çok da sık karşılaştığımız bir şey değil ancak yine de örnekleri var.
Ayşe Özmen’in 2002 yılında yayımlanan ‘Sen Gülerken’ini yazarın ilk kitabıydı. Özmen, Hülya’nın öyküsünün peşinden, mutlu aile yuvalarının duvarları arkasına götürüyor okuru. Aile içi cinsel şiddetin nasıl gizlendiğini, sokakta değil evlerinde; yabancılar tarafından değil yakınları tarafından tacize uğrayan küçük çocukların nasıl olup da başlarına gelenleri anlatamadıklarını, duydukları utanç ve suçluluk duygusunun bu olayların açığa çıkmasını nasıl engellediğini, yaşadıkları şeyle yüzleşmenin zorluğunu gözler önüne seriyor.
Yakın dönemde yayınlanan ‘Uçurumun Kenarındaki Salıncaklar’ ise istismara uğramış kişilere doğrudan söz hakkı vermesiyle dikkat çekiyor. Kendisi de cinsel istismara maruz kalan gazeteci aktivist Meliha Yıldız, Destek Yayınları etiketiyle çıkan ‘Uçurumun Kenarındaki Salıncaklar’ başlıklı kitabında kimisi babası, kimi dayısı kimi annesi tarafından istismara uğrayan insanların tanıklıklarını doğrudan dinliyor. Yazara göre insanlar bu sorunla yüzleşmek istemiyor. Yıldız tam da bu nedenle istismara uğrayanların seslerinin duyulması, yalnız olmadıklarını bilmelerini sağlama amacıyla yazmış bu kitabı. Yıldız, “Bizim bu konuları çok konuşmamız lazım. Yoksa bu bakış açısıyla çocuğun cinsel istismarını engelleyemeyeceğiz” diyor.
Öte yandan Çağdaş Norveç edebiyatının en özgün ve önemli isimlerinden Vigdis Hjorth, ‘Miras’ romanını da son yılların en dikkat çeken ve tartışılan romanlarından biriydi. Hjorth, Miras’ta bir aile portresinin arka planını resmediyor ve gerçeklere dayalı bir travma hikâyesi anlatıyor. Yakınlığın ve yakınların açtığı yaraların, bağların ve bağları koparmanın hikâyesi bu, tiyatro eleştirmeni Bergljot’un ailesine rağmen sağ kalma, yaşamına sahip çıkma mücadelesinin hikâyesi. 2016’ta Norveç’te yayımlanmasının ardından edebiyatın dışındaki tartışmalara da neden oldu. Yazarın ablası anlattıklarının gerçeği yansıtmadığını, taciz iddasının Hjorth’un sahte bir anısının ürünü olduğunu ileri sürmüş. Öyle ki kız kardeşlerinin ikisi de kendi ‘karşı’ romanlarını yayımlamışlar.
Hafta başında 10Haber, Çağan Irmak’ın ilk öykü kitabını müjdelemişti. Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan altı öykülük ‘Gözümden Deliler Taştı’, Irmak’ın yıllardır beslendiği edebiyata bir gönül borcu olarak sunduğu ilk kitabı olarak tanımlanıyor. Kitap, Irmak’ın yıllardır beslendiği edebiyata bir gönül borcu olarak sunduğu ilk kitabı olarak tanımlanıyor. Irmak 70’li yıllara, Ege kasabalarına götürdüğü öyküleriyle filmlerinde olduğu gibi hikayelerinde de birbirinden ilginç simalarla tanıştırıyor okuru.
Yazar kendi sesini nasıl bulur?
Modern edebiyatın en tartışmalı isimlerinden Henry Miller, eserlerinden bölümler, notlarından derlemeler ve mektuplarından kesitlerle oluşan Yazmak Üzerine’de bu defa kendi yazı macerasıyla karşımızda.
Simone de Beauvoir’ın fazla kişisel bulduğu için yayımlamamayı tercih ettiği, manevi kızı Sylvie Le Bon de Beauvoir tarafından kısa bir süre önce gün yüzüne çıkarılan Ayrılmaz İkili, ikonik yazarın ergenlik döneminin, çocukluk arkadaşı Zaza Lacoin’le kurduğu dönüştürücü ve trajik dostluğun hayatını ve yazarlığını nasıl etkilediğini hissettiren otobiyografik bir roman. Bu ay raflarda yerini alanın kitabın önsözünde ise tanıdık bir sima var:Margaret Atwood!
Brigitte Giraud’nun Goncourt Ödüllü kitabı ‘Hızlı Yaşamak’ İletişim Yayınları tarafından edebiyatseverlerle buluşturuluyor. Eşini yıllar önce kaybeden kahramanının, sorgulama ve yas sürecini sarsıcı bir üslupla anlatan Giraud, hüzün, hafıza ve hatırlamak üzerine düşündürüyor.
Jerry Toner, ‘Homeros’un Türkleri’nde İngilizlerin ve Batılıların tarih boyunca hem uykularını kaçırıp hem de rüyalarını süslemiş diyarlara dair inşa edilmiş imgelere odaklanıyor. İngiliz seyahatname yazarları ve tarihçilerin kendi uzak âlemlerini, Şarklarını oluştururken kadim zamanları ve klasikleri nasıl kullandığını da ortaya koyuyor.