Kurum’un ‘ancak köfteci olur’ sözleri, İmamoğlu çiftini güldürdü
Bugün oyunuzu kullandıktan sonra akşam sonuçların açıklanmasını beklerken ister roman ister şiir ister öykü olsun fark etmez. Rafları bırakmayın! Raf Gezgini bu hafta gündemine seçimi alıyor.
Türkiye sandık başında. Oy kullandıktan sonra yeterince uzun süredir gündemde olan seçimleri konuşmaya -umuyoruz ki- bir süre ara vereceğiz. Ama Türkiye’nin durumu malum… Önce bir süre sonuçları değerlendireceğiz, vaatler gerçekleşecek mi bekleyeceğiz. E tabii seçimlerin zamanlaması bakımından sürprizlerle dolu bir ülkeyiz. O nedenle bugün oyunuzu kullandıktan sonra geçmişteki seçimleri gözden geçirebilir, demokrasi kültürü ve bugün her sohbetin öznesi olan siyasi partiler hakkındaki araştırmaları inceleyebilirsiniz.
Ya da gelin biraz dürüst olalım. “Şu seçimler bitsin bir daha seçim, parti laflarını duymak istemiyorum” diyor da olabilirsiniz, haklısınız. Her ne olursa olsun, yarın oyunuzu kullandıktan sonra akşam sonuçların açıklanmasını beklerken ister roman ister şiir ister öykü olsun fark etmez, kitapları da rafları da bırakmayın!
Raf Gezgini bu hafta gündemine seçimi alıyor, Türkiye’nin siyasi manzarasını yansıtan seçim kitaplarını raftan indiriyor.
Arkadaş sohbetlerinden, komşu buluşmalarına, esnaf ziyaretlerinden, rakı sofralarına aklınıza gelen her yerde konu dönüp dolaşıyor bir şekilde seçimlere geliyor. Sohbetlerle memleketi ya da seçimleri kurtarmak mümkün değil ama size en azından oylarımızı koruyup kurtaranların anılarını öğrenebileceğiniz bir kitap önerelim. Gazeteci Seçil Türkkan, ‘Seçim Güvenliği için Sandıkları Korumak’ başlıklı kitabında, çok farklı siyasal ve sosyal kimliklerden insanların müşahit olarak yaşadıkları deneyimleri aktarıyor. Bu deneyimlerde sandık başında sigaraya başlayanları da görüyoruz, en yakın arkadaşını sandık başında bulanları da…Türkiye’de seçim halleri malum. Oy kullanmanın yeterli olmadığı, oylarımızın güvenliğinden de sorumlu olduğumuz bir atmosfer var. Türkkan da kitapta, bu bize has durumu “kendi demokrasini kendin yap” diyerek tanımlıyor.
Dumanı üzerinde tütüyor diyebileceğimiz bir kitap. “Cumhurbaşkanı Erdoğan, ideolojisi veya çıkarları nasıl tanımlanırsa tanımlansın, son kertede iktidara seçim yoluyla gelmiş ve iktidarda sandık yoluyla kalmıştır… Bu nedenle, meşruiyetini rejimin rekabetçi unsurlarından alır. Seçimle elde ettiği gücü ise devleti siyasallaştırmak, hesap verme alanını daraltmak ve oyun alanını kendi lehine eşitsiz hale getirmek için kullanır.”
Berk Esen, Şebnem Gümüşçü ve Hakan Yavuzyılmaz, bütün dünyadaki demokrasiden uzaklaşma eğiliminin bir parçası olan Türkiye’nin otoriterleşme deneyimini rekabetçi otoriterlik kavramıyla analiz ediyorlar. Yargının ve yasamanın yürütmenin yörüngesine girdiği, düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, muhalefetin baskı altına alındığı, medyanın muhalefetten olabildiğince “temizlenip” iktidar propagandasının bütün mecraları kapladığı bir ortamda, seçim, demokrasinin tek soluk borusu haline geliyor, bu rejimde. Ancak bütün siyasal oyun alanı gibi seçimlerin de “tek kale maça” göre düzenlenmiş gayri adil yapısı, bu imkânı da tıkıyor.
2023 seçimlerini, rekabetçi otoriterliğin sürdürülebilirliğinin sınanması bakımından kritik bir deneyim olarak alan yazarlar, bu rejimde muhalefetin konumunu ve perspektiflerini de tartışıyorlar. Türkiye’nin Yeni Rejimi: Rekabetçi Otoriterlik’in sorusu, şu: Rekabetçi otoriterlik, Türkiye için son durak mı?
Cumhuriyet tarihinin kritik dönemeçlerinden biri: 2. Dünya Savaşı sona ermiş; Türkiye, tam anlamıyla demokrasiye doğru değilse de çok partili hayata doğru zorunlu sayılabilecek bir dümen kırma sürecine girmiş, Demokrat Parti kurulmuş… Önce 1946 seçimleri yapılacak, ardından 1950 seçimleri gelecek ve bu ilginç, sancılı, renkli dönemde basın çok-işlevli bir rol üstlenecek. Hem -koşullar elverdiğince- yaşananları yansıtmaya çalışacak, hem de yaşanacakları yönlendirebilme, belirleyebilme mücadelesinde yer bulacak. Din’e bakarken, sol’a bakarken; CHP’ye, DP’ye, demokrasiye, düne ve geleceğe bakarken polemiklere dalınacak, kavgalar kopacak, uzlaşmalara varılacak; 1945-50 arası, basın tarihimizde, bugüne kadar uzanacak âdetlerin, geleneklerin, ilişki türlerinin filizlendiği bir dönem olacak.
Nilgün Gürkan’ın Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki doktora çalışması için hazırladığı tezin kitaplaştırılmış hali olan Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın, bu hareketli dönemi anlatıyor işte
Atatürk yakın arkadaşı Fethi Okyar’a Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdurur. Parti kurulduktan çok kısa bir süre sonra yerel seçimlere katılır. Atatürk Çankaya Köşkü’nde özel kalem müdürü Rıza Soyak’a seçim sonuçlarını sorar. Rıza Soyak, “Bizim parti kazanıyor” der. Atatürk Soyak’a şu cevabı verir: “Hayır efendim. Hiç de öyle değil. Hangi fırkanın kazandığını ben sana söyleyeyim: Kazanan idare fırkasıdır, çocuk! Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler. Bunu bilesin.”
İsmet Berkan, neden “halk fırkası”nın değil de hep “idare fırkası”nın kazandığını sorguluyor. Türkiye’de siyaset yapma biçimini, Türkiye’nin demokrasiyle imtihanını masaya yatırıyor. Türkiye’nin “Batılılaşma” çabalarına, “demokratikleşme” sorunlarına tarihsel bir bakış açısı sunan bu kitap, yarın daha demokratik, daha çoğulcu bir ülkede yaşamak isteyenler için düne ve bugüne bakıyor.
Türkiye’de tek-parti rejiminin sona ermesi, genellikle demokrasiye ya da çok-partili hayata geçiş dönemi olarak adlandırılır. Cemil Koçak, ‘Türkiye’de İki Partili Siyâsî Sistemin Kuruluş Yılları (1945-1950)’ adlı kitap dizisinde, yerleşik sayılan tarihsel kabulleri tartışmaya açıyor ve bu adlandırmayı sorguluyor. HP İktidarının Sonu, Demokrat Parti’nin siyâsî iktidara uzandığı 1950 seçimlerine yaklaşırken, Amerika ve Avrupa’yla ilişkilerle bu ilişkilerin etrafında konumlanan NATO, Marshall Yardımı ve Kıbrıs müzakerelerini; Meclis’teki tartışmaları, Türkiye’de sola yönelik baskıları ve iki partili sistemin kuruluşuna dair “mutabakat” alanlarını ele alıyor.
Genç Parti, Türkiye’nin yakın dönem siyasal hayatının en ilginç olaylarından biri. Parti, Uzan şirketler grubunun kuruluş yıldönümü kutlama konserlerinin devamında, “halka ilişkiler” organizasyonuna benzeyen bir süreçte ortaya çıktı. Dört ay sonra girdiği 2002 genel seçimlerinde ise seçim barajını zorlayacak noktaya ulaştı. 2007 genel seçimlerinde gerilese de düşündürücü işaretler bıraktı Genç Parti: Medya gücünün olağanüstü etkili kullanımıyla, Cem Uzan’ın sunduğu becerikli genç işadamı-lider portresiyle, “Açın Türkiye’nin önünü!” gibi durmaksızın yinelenen meydan okuyucu sloganlarla… H. Bahadır Türk, Genç Parti vakasıyla ilgili ayrıntılı incelemesinde, politikanın esasına dair bu krizi de sorguluyor.
12 Mart Muhtırası, Anayasa değişikliği, hürriyet gömleğinin daralması, radikalleşme, Ecevit, Kıbrıs Bunalımı, TÜSİAD, 24 Ocak kararlarına giden yol, Süleyman Demirel, Milliyetçi Cephe Hükümetleri, anti-komünist şahlanış, Aydınlar Ocağı, Alparslan Türkeş, Ülkücü Hareket, komünizme karşı paramiliter mücadele, Necmettin Erbakan, Millî Nizam, Millî Selamet, Akıncılar, mücahitler ve fazlası…
1960’ların sonrası, 12 Eylül’ün öncesi, kimilerine göre yitik ve karanlık bir “ara dönem”… Türkiye’nin 1970’li yıllarını merak edenler için detaylı ve aydınlatıcı bir başucu kitabı.