Raf Gezgini: Tutkunun peşinde koşanlar, tutkusuz bir evrende sıkışanlar
Edebiyat tarihine iz bırakan bir yazarın karşınızda olduğunu hayal edin. Aklınıza bazı sorular gelir: Neden yazıyorsunuz? Sahi bir yazar neden yazar? George Orwell, Murakami, Hemingway, J.M. Coetzee, Umberto Eco ve Ursula K. Le Guin anlatıyor...
Yazmak bir yetenek mi yoksa kendini ifade etmek için açılan bir pencere mi? Bugün yazdıklarını altını çizerek okuduğumuz, başucumuzudan ayıramadığımız bir yazarı düşünürken akla şu soru düşüyor: Nasıl yazmış bunu?
Kıyısı köşesi yazmaya çıkanlar ise daha fazlasını merak ediyor: Nasıl başladınız, çalışma sıklığınız ne, ne kadar okuyorsunuz… Sorular kadar cevaplar da muhtelif.
İsrail’in en üretken kalemlerinden Etgar Keret ‘Domuzu Kırmak’ öyküsünde yazmayı “Genç yaşta, birikip çoğalan hayal kırıklıklarını ve korkuları içimdeki kumbarayı parçalamak zorunda kalmadan çıkarmanın bir yolunu keşfettim: Buna, yazmak deniyor” diyerek anlatıyor. Dünyanın yaşayan en önemli kalemlerinden Haruki Murakami ise işi akışına bırakıp normalleştirenlerden. Hatta kendisinin macerası da öyle başlıyor. Kendi deyişiyle “Olması gerektiği için, başka şeylerle uğraşırken kendiliğinden.”
Nobel ödüllü Fransız yazar Annie Earnaux ise geçen bahar geldiği İstanbul’da Nobel ödülünü kazandıktan sonra artan yoğunluğundan dert yanıyor, “Yaşamak için sadece yazmak istiyorum” diyordu. Onun için yazmak bir hafıza yolculuğu aracıyla yaşadıklarına ortak aramaktı zaten. Bu nedenle ‘Yalın Tutku’da “sonrasını düşünmeden” yazdığını söylüyordu: (…) O zamana kadar bir kaza geçirebilir, ölebilirim, bir savaş çıkabilir ya da bir devrim olabilir. İşte bu gecikmeyi hesaba katarak şimdi yazabiliyorum, aşağı yukarı on altı yaşımda bütün bir gün boyunca yakıcı güneşe maruz kaldığım, yirmi yaşımda doğum kontrol hapı kullanmadan seviştiğim gibi: Sonrasını düşünmeden.”
Margaret Atwood, yazmanın tamamen kişinin kendisi için gerçekleşen bir eylem olduğuna inananlardan: “Gerçeği yazabilmenin tek yolu, yazdıklarınızın asla okunmayacağını varsaymaktır. Başka biri tarafından değil, daha sonra kendinizin bile okumayacağını varsaymak.” Atwood yalnız değil, Ursula K. Le Guin de yazma eyleminde kendini öne koyanlardan: “Kendin için yaz. Yazarken o an gözünün önüne, daha sonra o yazıyı okuyacak bir okur ya da bir yakının geliyorsa, dur ve yazmayı bırak. Sadece yazmayı düşündüğün an, o yazıyı bırak.”
Buraya sığmayacak kadar çok yazar, unuttuğumuzda her biri eksik kalacak birçok söz var elbet. Lakin Sevim Burak, son noktayı koymaya belki de en yakın olanlardan: “Yazmak büyücülük gibi bir şey. Büyü tutmadı mı hepsi boşuna…”
Edebiyat tarihine iz bırakan, eserleriyle tüm dünyada okunan bir yazar olduğunuzu hayal edin. Sizi yazmak için harekete geçiren ne olurdu? Bir yazar, neden yazar? Yazmanın çikolatalı kek gibi ölçüsü, bilinen bir tarifi yok elbette. Ama belki yol gösterir diye o büyünün peşinden giden kitaplara baktık bu hafta.
Bugün yaşayan en önemli yazarlardan biri Haruki Murakami. Kitapları 50’den fazla dile çevrildi, birçok yazara, filme ve öyküye ilham verdi. Yazmaya başlaması ise sanıldığı kadar büyülü bir an olmamış. Bir bar işletmecisiydi Murakami. O dönem gittiği bir beyzbol maçında bir aydınlanma yaşıyor ve “Ben bir roman yazabilirim” diyor. Yazıyor da… İlk romanı ‘Rüzgarın Şarkısını Dinle’ bu özel anın meyvesi. Bu aydınlanma anını “O zamanki hissimi şimdi bile net bir şekilde hatırlıyorum. Gökyüzünden bir şey pırıl pırıl parlayarak düşmüş, ben de onu iki elimle güzelce tutmuşum gibi bir histi. O şey nasıl olmuştu da tam benim avucumun içine düşmüştü, nedenini bilmiyordum.” diyerek anlatıyor.
Tüm bunları Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan ‘Mesleğim Yazarlık’tan öğreniyoruz. Yazarlığın ilginç yönlerine de değinen Murakami, kendi serüvenini tüm açık sözlüğüyle aktarıyor, nasıl “yazdığını” anlatarak kendini okurlara teslim ediyor. Kitabın sonunda hem bu kadar büyük bir yazarın arka bahçesine sızmış olmanın neşesi hem de “neden bu kadar sevildiğini sanırım şimdi anladım” aydınlanması kalıyor. Zira Murakami, yazarlığı küçümsemiyor, hakkını veriyor ancak kutsal bir eyleme de dönüştürmüyor. Olduğu gibi, o güneşli günde iki eliyle tuttuğu şeyi hiç bırakmadan yazmaya devam ediyor…
Bir not daha. Murakami’nin yazma macerasını anlattığı tek kitabı bu değil. Üstelik bu kez çok sevdiği iki şeyi koşmak ile yazmayı birleştiriyor: ‘Koşmasaydım Yazamazdım’
Stephen King ve George R.R. Martin. Bir sohbette Martin gülerek soruyor meslektaşına: Nasıl bu kadar hızlı yazabiliyorsun? Salondan kahkahalar yükseliyor. King ortalama altı sayfa yazmadan o günü bitirmezmiş. Martin biraz şaşırıyor, o da kendini açıklamaya devam ediyor: “Bu hayatın normali, posta ofisine gitmek, doktora gitmek ya da günlük diğer işler gibi. Günde altı sayfa yazarım.”
Korku edebiyatının usta yazarlarından Stephen King, yazmaya dair konuşmayı da yazmayı sevenlerden. ‘Yazma Sanatı’ bir yazar olarak kendini açtığı en önemli yapıtlarından biri. Gökçe Yavaş’ın Türkçeleştirdiği 256 sayfalık bu kılavuz, yazarın çalışma ve üretme sürecine ışık tutarken bir yandan da yazmak isteyenlere yol gösteriyor.
“Yazmanın amacı para kazanmak, ünlü olmak, sevgili bulmak, sevişmek ya da arkadaş edinmek değildir. Sonuçta amaç, eserinizi okuyacak insanların hayatlarını ve kendi hayatınızı zenginleştirmektir. Amaç; uyanmak, iyileşmek ve başa çıkmaktır. Mutlu olmaktır, tamam mı? Mutlu olmak. Bu kitabın bir kısmı, belki büyük bir kısmı, benim yazmayı nasıl öğrendiğimle ilgili. Çoğu, sizin nasıl daha iyi yazabileceğinizle ilgili. Geri kalanı ve belki en iyi kısmı da bir izin kâğıdı gibi: Yapabilirsiniz, yapmalısınız ve başlayacak kadar cesursanız yapacaksınız. Yazmak bir sihir, her yaratıcı sanat dalı kadar ab-ı hayat. Su bedava. İçsenize.”
Yazmakla ilişkimiz her zaman edebiyattan ve yazma hevesimizden dolayı kurulmuyor. Halihazırda tez yazmakla uğraşan birileri varsa buna katılacaktır: Bir süre hayatta en son duymak istediğimiz şey “Tez nasıl gidiyor?” sorusuna maruz kalmaktır. Süreç sancılı, eninde sonunda bitiyor ancak bu süreçte hem biraz biraz nefeslenmek hem de hâlâ tezle ilgileniyormuş hissinden kopmamak için Umberto Eco’nun ‘Tez Nasıl Yazılır?’ kitabı ele alınabilir. Eco kitap boyunca teknik konuların yanı sıra “Kimin için yazıyoruz?” sorusuna da yanıt vermeye çalışıyor.
Hayallerinden yola çıkarak hayaller kurduran, fantastik ve bilimkurgu camiasının en önemli isimlerinden biri Ursula K. Le Guin. ‘Dümeni Yaratıcılığa Kırmak’ da böylesine önemli bir yazarın atölyesi. Le Guin de böyle tanımlıyor, halihazırda hikaye anlatıcıları için bir el kitabı diyor. Buna uygun şekilde alıştırmalara da yer vermiş. Üşenmeyenlerdenseniz ve yazmanın peşine düşmeye hevesliyseniz hodri meydan.
Le Guin’in bir de ‘Yazmak Üzerine Sohbetleri’ni bırakalım buraya. Bu kitapta da kurmaca, şiir ve kurmacadışına odaklanan üç ayrı söyleşiden oluşan bu sohbetlerde, yazmanın zorluk ve ödüllerini, inceliklerini ve püf noktalarını tartışıyor Ursula K. Le Guin.
Otuz yıldan uzun süredir yaratıcı yazarlık dersleri veren Natalie Goldberg deneyimlerini aktarıyor bu kitapta. Kimi zaman yazmanın yüzde doksanının dinlemek olduğundan, kimi zaman fiil kullanımından, kimi zaman şüphelerin üstesinden gelmekten, kimi zaman köklerimizi kazıyıp çıkarmaktan, kimi zaman da yazacak bir restoran bulmanın inceliklerinden ve hiçbir şey yapmadan bir yürüyüşe çıkmanın öneminden bahsediyor.
Can Yayınları’ı etiketiyle raflardaki yerini alan ‘İyi Hikâye Hakikat, Kurmaca ve Psikoterapi Üzerine Yazışmalar’ vesile oldu bu haftanın temasına. Yazmak, yazmak üzerine yazmak ve bir anlamda kendini açıklamak… Bu kitap, Nobel Ödüllü yazar J.M. Coetzee ile klinik psikolog Arabella Kurtz arasında geçen, psikoterapi ve hikâye anlatma sanatı üzerine konuşmalarını içeriyor. Elif Ersavacı’nın Türkçeleştirdiği ‘İyi Hikaye’ psikoterapinin her geçen gün daha çok ön plana çıktığı çağımızda terapiye ilgi duyan edebiyatsevenlerin ilgisini çekecektir.
Klasikler denilince akla gelen Nobel ve Pulitzer ödüllü bir yazar Ernest Hemingway. Onu tanımak, yaşadığı döneme tanıklık etmek için eserlerini okumak yeterli ancak Hemingway’in nasıl yazdığını, yazarken nasıl düşündüğünü öğrenmek isteyenlere daha kestirme bir yol sunuyor ‘Yazmak Üzerine.’ Hem Hemingway’i daha iyi tanıyor hem de yazmak için kendinize bir yol haritası çizebilirsiniz.
Larry W. Phillips bu kitabı oluştururken, Hemingway’in bütün eserlerini, söyleşilerini, editörlere, sanatçı dostlarına, arkadaşlarına yazdığı mektuplarını titizlikle tarayıp, onun yazarlık ve yazma sanatıyla ilgili görüşlerini bir araya getirmiş.
George Orwell, totaliterlik karşıtı, sözünü sakınmayan toplumsal eleştirileriyle edebiyat sahnesine adım attığı günden beri adından daima söz edilen, gözlemleri hiçbir dönemde güncelliğini yitirmemiş cesur bir kalem. Ve neden yazmak istediğini anlamaya çalışan, yazmakla ilişkisini okurla paylaşmaktan çekinmiyor ‘Neden Yazıyorum’da: “Çok erken yaşlardan itibaren, belki beş ya da altı yaşımdan beri, büyüdüğümde yazar olmam gerektiğini biliyordum. On yedi ile yirmi dört yaşları arasında bu fikirden vazgeçmeye çalıştım, ama bunu gerçek doğama aykırı davrandığımın ve er ya da geç sakinleşip kitap yazmam gerektiğinin bilinciyle yaptım.”
Orwell, kitapta kendi yazarlık macerasının dolambaçlı yolları kadar, 1936-1947 yılları arasında farklı mecralar için kaleme aldığı yazılarda, kitapçılık yılları anılarından radyoda edebiyat programı yaptığı günlere, dünya edebiyatının önde gelen isimlerine dair incelemelerinden sansürle gölgelenmiş roman ve şiir türleri üzerine gözlemlerine kadar okura dönemin politik atmosferiyle bütünleşen bir kesit sunuyor.
Yazar kendi sesini nasıl bulur?
Modern edebiyatın en tartışmalı isimlerinden Henry Miller, eserlerinden bölümler, notlarından derlemeler ve mektuplarından kesitlerle oluşan Yazmak Üzerine’de bu defa kendi yazı macerasıyla karşımızda.
Hep 9 Yaşında – Bir Melek Masalı / Çocuğunu Yitirmiş Bir Annenin Yaşam ve Hukuk Mücadelesi
“Gözümü açıyorum. Odamdayım. Etrafıma bakıyorum. Yanımda olup beni bekleyen insanları görünce zihnim yerine geliyor. Sanki içimde depremler oluyor. Volkanlar patlıyor içimde. Her patlamada bir uzvumu kaybediyorum. Oğlumun bir daha yanımda olamayacağı düşüncesi içimi paramparça ediyor. Bu gerçeğin altında kalırken çığlıklarla canımı teslim ediyorum. Ciğerlerim yanıyor sanki.
Avaz avaz nefesim beni yakıp soluksuz bırakıyor.
Soluksuz kalınca sızıyorum.
Uyanıyorum. Soruyorum.
‘Oğlum nerde?’”
Mısra Öz, 2018 yılında Çorlu’da yaşanan tren kazasında, henüz 9 yaşında kendisinden koparılan oğlu Oğuz Arda Sel’i anlatıyor. ‘Hep 9 Yaşında – Bir Melek Masalı’ adlı kitabında, daha yasını bile tutamadan giriştiği ve beş yıldır sürdürdüğü hukuk ve yaşam mücadelesini yazıya döküyor. Bu topraklarda liyakatsizliğin, adaletsizliğin karşısında nasıl durulması gerektiğini ve bu yolda neler yaşadığını anlatıyor.
Komiser Haritos’a tatilde bile rahat yok. Ama bundan çok da şikayetçi değil gibi. Yüzlerce turistin arasına karışan Haritos, kiliseleri, camileri ve sarayları gezerken bir yandan da yöresel yemekleri tadar ve sadece karısıyla değil, seyahat ettiği grubun üyeleriyle de tartışır, tatiller ona hiçbir zaman keyif vermemiştir. Tatilde de cinayetler yakasını bırakmaz fakat bu konuda bir şikâyeti yoktur; bu görev onu Ayasofya’da rehberli turlardan ve benzer faaliyetlerden kurtarır. Haritos, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Cinayet Şubesinde irtibat görevlisi olarak, kardeşini öldüren ve hayatının çoğunu geçirdiği İstanbul’a kaçan 90’lı yaşlardaki Yunan bir kadının davasında görevlendirilir.
Bu arada kitabın detaylı eleştirisini okumak isteyenlere iyi haber. Türkiye’nin en önemli edebiyat eleştirmenlerinden A. Ömer Türkeş’in 10Haber için yazdığı ilk yazı Petros Markaris’in Alfa Yayınları’ndan çıkan, İstanbul’da geçen ‘Eskiden Çok Eskiden’i.
‘Tek Meyve Portakal Değildir’ kitabıyla Raf Gezgini’nin kalbinin orta yerinde hakimiyet kuran İngiliz edebiyatının en güçlü kalemlerinden olan Jeanette Winterson bu kez çok da alışık olmadığımız bir maceraya davet ediyor okuru. Kafka Yayınları imzalı ‘Sanat ve Yalanlar’ ,üç anlatıcısı Handel, Sappho ve Picasso’yu büyük oranda tanınmaz hâle getirerek her birine adeta bambaşka bir varlık kazanıyor. Winterson’a göre bu kitap sanat hakkında bir kitap. Sanat hakkında iddialı ve vaaz verir gibi görünmeden kitap yazmak güç, ama o, üslubu ve sıra dışı buluşlarıyla bunu başarıyor. “Otobiyografi diye bir şey yoktur; sadece sanat ve yalanlar vardır” diyor Winterson. Evet, onun anlattığı üç hayat da kesinlikle sanat ve yalanlardan oluşuyor: Baştan sona iyi sanat ve dürüst yalanlar.
Geri sayımı başlatabiliriz. Paulo Coelho ‘Mektub’u ile 5 Eylül’de raflarda olacak. Coelho’nun ifadesiyle, “Mektub bir tavsiye kitabı olmaktan ziyade tecrübeleri aktarmayı amaçlıyor.” Sözlü anlatının her türlü kaynağından köken ayırt etmeden beslenen bu duru metinler okura hem dünyevi karmaşanın ortasında soluklanma hem de kendini daha yakından tanıma fırsatı veriyor.
Jerry Toner, ‘Homeros’un Türkleri’nde İngilizlerin ve Batılıların tarih boyunca hem uykularını kaçırıp hem de rüyalarını süslemiş diyarlara dair inşa edilmiş imgelere odaklanıyor. İngiliz seyahatname yazarları ve tarihçilerin kendi uzak âlemlerini, Şarklarını oluştururken kadim zamanları ve klasikleri nasıl kullandığını da ortaya koyuyor.