Genç kamikazelerin son mektupları: Onlara bir de bu gözle bakın
Çağın en büyük orkestra şeflerinden Seiji Ozawa 88 yaşında hayata veda etti. Bir süredir Alzheimer tedavisi gören Japon şefin geçmişte Haruki Murakami ile müzik üzerine yaptığı kapsamlı söyleşinin kitabı da büyük ilgi görmüştü.
Yaşayan en önemli yazarlardan Haruki Murakami, hayranı olduğu bir isimle sadece müzik konuşmak için bir araya gelmişti. Çağın en büyük orkestra şeflerinden biri olarak kabul edilen Seiji Ozawa, sonrasında kitaplaşacak bu söyleşide hem yazarı hem de okurları müziğin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarmıştı. Boston Senfoni, Berlin Filarmoni ve Viyana Filarmoni gibi büyük orkestraları yıllarca yöneten Japon orkestra şefinin müziğe bakışı bu kitapla Türkçe dahil dünyadaki pek çok dile çevrilmişti. Ajanslara son dakika gelişmesi olarak düşen haberle bu büyük şefin hayata veda ettiğini dünya öğrendi. Japon kamu yayın kuruluşu NHK’nın dünyaya duyurduğu habere göre orkestra şefi, 6 Şubat’ta, 88 yaşında kalp yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti.
İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımını gören atom bombasının acısını yaşayan Seiji Ozawa ömrüne sayısız başarı sığdırdı.. Yıllardır Alzheimer tedavisi gören maestro, en son geçen yıl Saito Kinen Orkestrası’nı yönetmişti. Beethoven’in ‘Egomont Uvertürü’nün seslendirildiği konserde son kez seyirci karşısına çıkan şef: Bu projenin zor zamanlarda yaşayan bizlere cesaret ve umut vereceğine inanıyorum. Müzik, dilleri, sınırları, ırkları ve atmosferi aşarak insanların kalplerini birbirine bağlama gücüne sahip” demişti.
Seiji Ozawa, son derece muhafazakar bir yapıya sahip klasik müzik dünyasında batılı olmayan birkaç büyük şeften biri olarak 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren varoluş mücadelesi verdi. Tıpkı Hint şef Zubin Mehta gibi. Yeni bestecilere yer açma konusunda bir hayli isteksiz davranan Avrupalı orkestraları yönettiği dönemde yeni bestecilerin eserlerini de konser repertuvarlarına ekleyen maesto bu süreçte yer yer katlanması zor eleştirilere de muhatap olmuştu. Ancak o, çok daha büyük engelleri alt etmiş biriydi. Japon yönetiminin sona erdiği 1944 yılında ailesiyle birlikte Japonya’ya dönenen genç Seiji, savaş sonrası harabeye dönen ülkesinde hayata müziğin gücüyle tutunmayı başarmıştı. En büyük tutkusu da büyük bir piyanist olmaktı. Gidişat da bunu gösteriyordu. Ta ki 1950’de yaşadığı kazaya kadar…
Müzik gibi tutkuyla bağlı olduğu rugby oynarken iki parmağını onarılmaz hasar bırakacak şekilde kıran Seiji Ozawa için bu hadise piyanoyla vedalaşması anlamına geliyordu. Zira bu kırıklar esneklik ve çabukluğunu hayatı boyunca etkileyecek ciddiyetteydi. Ancak savaşın yıkımını görmüş biri için böylesi bir kader, boyun eğilecek bir sonuç değildi. Azmini gören öğretmeni pes etmeye hiç niyeti olmayan bu genç öğrencisin bir öneride bulunup orkestra şefliğini denemesini söyler. Hiç de kötü olmayan bu öğüde sımsıkı sarılan Seiji Ozawa, hayatının kararını vermiş ve yeni yolunu seçti. Beethoven’in ‘5 nolu Piyano Konçertosu’nun icra edildiği bir konseri yöneten genç müzisyen, sahneye olan hakimiyetiyle öğretmenlerinin dikkatini çekti. Rugby kazası ve Beethoven performansıyla hayatı değişen genç müzisyen 1957 yılında orkestra şefi unvanıyla okulundan mezun oldu. Ülkesi Japonya ekonomik bir mucize yaratırken o da yeni dünyada kendi mucizesini gerçekleştirmek üzereydi.
Japonya’daki okulundan mezun olan Seiji Ozawa, ilk olarak Fransa’nın yolunu tuttu. Besançon kentinde genç orkestra şeflerinin katıldığı yarışmada birincilik elde edince, bu yarışmayı takip eden Boston Senfoni Orkestrası yöneticisi Charles Munch’ü dikkatini çeker. Yeni dünyaya adım atmak için gerekli teklifi yarışmadan hemen sonra alan genç şefin Boston macerası da böylece başladı. Boston’da kendisini geliştirmeye devam eden genç şef, 1960 yılında hayatını tamamen değiştirecek daveti alır. Ancak bunun için o zamanlar ikiye ayrılmış Berlin’e gitmesi gerekecektir. 20. yüzyılın tartışmasız en büyük şeflerinden Herbert von Karajan ile çalışma fırsatını yakalayan genç müzisyen elde ettiği burs sonrası Batı Berlin’e taşınır. Eğitiminin bir bölümünü ABD’de almış bir Japon olarak yaşlı kıtada aşması gereken daha nice zorluk onu bekliyordu. Fakat bu zorluklar beraberinde de yeni kapılar açacaktı ona. Nitekim de öyle oldu.
Herbert von Karajan’ın yanında tabiri caizse pişen bu genç Japon, okyanusun öbür yakasındaki bir diğer efsanenin dikkatini çeker. O isim şu sıralar ‘Maestro’ filmiyle gündemde olan Leonard Bernstein’dan başkası değildir. 1961’de henüz 26 yaşındayken Leonard Bernstein’ın teklifi üzerine yeniden Yeni Dünya’nın yolunu tutan Seiji Ozawa, bu genç yaşında New York Filarmoni Orkestrası’nın yardımcı şefi olur.
Yurtdışında başarıdan başarıya koşan Seiji Ozawa, ülkesinde ise müzikal bir tartışmanın kurbanı olur. Normalde konser vermesi gereken NHK Senfoni Orkestrası’ndaki müzisyenlerle tartışan genç şef, misilleme olarak Japonya Senfoni Filarmoni Orkestrası’nı yönetir. Ancak bu süreçte yıpranan genç lef, soluğu yeniden ABD’de alır. Genç şef, 1965’ten 1969’a kadar Toronto Senfoni Orkestrası’nın ve 1970’ten 1977’ye kadar da San Francisco Senfoni’nin müzik direktörlüğünü yaptı. 1973 yılında ise bir göreve daha atandı. Gençlik yıllarında ilk yurtdışı eğitimini aldığı Boston Senfoni Orkestrası’nın da artık müzik direktörüydü. Yani aynı anda ABD’nin hem en batısı hem de en doğusundaki iki prestijli orkestra ondan sorulacaktı.
Bu esnada ilk Emmy Ödülü’nü 1976 yılında Boston Senfoni Orkestrası’nın PBS televizyon serisi ‘Evening at Symphony’ ile kazandı. Takvimler 1979 yılını gösterdiğinde Seiji Ozawa tarihi bir olayın baş aktörü oldu. Çin ve Japonya arasında yüzyıllara uzanan husumetin gölgesinde Seiji Ozawa, Pekin Senfoni Orkestrası’nı yönetti. Üstelik konserde de oldukça anlamlı bir eser seslendirildi. Orkestra şefliğinde eserini yönettiği ilk besteci olan Beethoven’ın bu kez de ‘9. Senfonisi’ni binlerce kişi karşısında seslendirmişti. Bu dömde Japon şef artık hem ülkesinde hem de uluslararası camiada bir süperstardı.
Klasik müzik dünyasın en tanınmış isimlerinden biri olarak bu camiada da ağırlık kazanan Seiji Ozawa, 1980’lerden itibaren Berlin Filarmoni ve Viyana Filarmoni gibi muhafazakar orkestralarda 20. yüzyılın bestecilerinin eserlerine de yer açmaya başladı. Sahip olduğu şöhret ona kararları alma esnekliği sağlıyordu. Ancak sahip olduğu esneklik bununla sınırlı kalmadı. Klasik müzik dünyasının olmazsa olmazlarından kravat ya da papyonla arası pek iyi olmayan şef, bu tutucu camiaya bir yenilik daha kazandırdı. Japon maestoryu insanlar artık balıkçı yaka kazakla sahnede görüyordu. 2002 yılında maestro, Viyana Devlet Operası’nın baş şefi olmak için y1973’ten bu yana sürdürdüğü Boston Senfoni Orkestrası müzik direktörlüğünden istifa etti. Ancak orkestranın genç profesyoneller ve lise öğrencileri için gerçekleştirdiği programlarının yöneticiliğini ise devam ettirdi.
Ülkesi Japonya’nın yanı sıra ABD ve Fransa başta olmak üzere pek çok ülkeden sayısız ödül kazanan Seiji Ozawa, 2010’da yakalandığı kanser nedeniyle uzun bir tedavi sürecine başladı. Bu esnada aktif orkestra şefliğine ara veren meastro, yazar Haruki Murakami ile birlikte ‘Sadece Müzik’ adıyla kitaplaştırılan seriye başlamıştı. 6 Şubat’ta hayatını kaybettiği açıklanan maestro, müziğin felsefi boyutuyla da uzun yıllar boyunca ilgilendi. Çağın önemli entelektüellerinden biri olarak da kabul edilen Japon maestro, geride yüzlerce albüm ve konser kaydı da bıraktı.