İlk Kitap- Mıhemed Şarman: ‘Hatırlamak istediğim babamı yazdım’
Türk edebiyatının usta kalemi Selim İleri'den müjde. Yazarın yeni romanı 'Yalnız Evler Soğuk Olur' raflardaki yerini almaya gün sayıyor. Everest Yayınları'nın yayımladığı romanın anlatıcısı Selim İleri’ye çok benziyor. 10Haber'den tadımlık da var...
Türk edebiyatının yaşayan en önemli yazarlarından Selim İleri’den müjde. Öyküleri, romanları, senaryoları, eleştirileriyle farklı türde eserler sunan İleri’nin ‘Yalnız Evler Soğuk Olur’ adlı romanı raflarda yerini almaya gün sayıyor.
Everest Yayınları etiketiyle yayımlanacak romanın anlatıcısı tanıdık bir sima. Anlatıcı bir yazar. Tıpkı Selim ileri gibi… Benzerlikler bununla da sınırlı değil, fazlası var. Adeta onun anılarına sahipmişçesine aynı yollardan geçiyor, yaşadığı yerlerden, onunkine benzer bir çocukluktan sahneler hatırlıyor. Hatta vaktiyle yaratmış olduğu kahramanlar, özellikle aşk romanları yazarı Süha Rikkat karşısına çıkıp ondan hesap sorduğunda anlatıcı tıpkı Selim İleri’nin de yapacağı gibi 50 yılı aşan bir yazı deneyimiyle onunla yüzleşiyor.
Selim İleri’nin yazın hayatında Nahid Sırrı Örik’in yeri büyük. Öyle ki yazar, ‘Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver’ romanındaki erkek karakteri Örik’ten esinlenerek yazmıştı. Bu romanın anlatıcısıyla Selim İleri arasındaki ilişki de Nahid Sırrı Örik’in ‘Bir Küçük Çocuk’ öyküsüne düştüğü notu hatırlatıyor:
“Bu yazının anlattığı çocuk ben değilim ve çocukluk hatıraları benim kendi çocukluğumun hatıraları değildir. Fakat kendi çocukluğumun hatıralarıyla bu hatıralar arasında bazı kısımlar birbirinin aynı gibidir.”
İleri’nin okuru Virginia Woolf ve Oktay Rıfat’tan alıntılarla karşıladığı romanın editörlüğünü Saadet Özen üstlendi, kapak tasarımı Hamdi Akçay imzası taşıyor. Kitap nisan ayında raflarda yerini alacak.
10Haber İleri’nin yeni romanından bir tadımlık sunuyor:
Perde ağır ağır açılıyor. Bahçedeyim. Monet’nin resimleri gibi ‘ışıklı’ olsun istiyorum.
Hangi bahçedeydi? Çocukluğumun Cihangir Parkı olamaz. Daha eskilerde? Babamın götürdüğü Kısıklı Bahçesi? Yaşlı meşeler, yaşlı çınarlar hatırladığım, sonbaharda meşe palamutları topladığım. Daha yenilerde? Daha yenilerde bahçeler hızla azalıyor.
Bütün mevsimleri orada, akasya ağacının altında, bir kanepede oturarak sanki hülyalarla yaşamıştım.
Hülyalar mı, hulyalar mı? Sözlük ‘hulya’yı ‘hülya’ya gönderiyor.
‘Sanki’ dememin sebebi, anılara git git güvensizliğimden. Anı diye çoğunu şimdilerde kendim uyduruyorum. Mutlu anılara ihtiyacım var. Mutlu anılar uyduruyorum.
Birçok baharda, yazlarda dört bir yanı yeşil gölgelerle sarıp sarmalayan öyle bir akasya olmalı. İnce yapraklarının arasından süzülen yeşile çalar ışıklar, sonbahara kadar. Taa sonbaharlara kadar yeşil gölgelerle. Gündoğusu estikçe, yeşile çalan o ışıklar incecik kıvılcımlanıyor.
Işıklar, gölgeler, yeşil kıvılcımlar ne kadar sıradan, beylik olsa da bir şeyler dile getiriyor. Çağrışımları yazık ki sona ermiş. Orada kanepeye oturarak mutlaka hayaller kurmuş olmalıyım.
Anılardan çıkagelmiş gibi bu hayalleri de uydurabilirim.
İlkyaz boyunca, yaz boyunca, akasyanın bembeyaz çiçeklerine doluşan bir dolu arı. Arı vızıltılarını yine işitir gibiyim.
Zar kanatlarıyla arıları yol kenarlarındaki ballıbabalardan da hatırlıyorum: Küçük çocuk arılardan korka korka, ballıbabaların nektarını emmeye çalışıyor… Küçük çocuğu, ballıbabaları durduruyorum.
Sararmaya koyulan yapraklarla birlikte sonbaharın ilk rüzgârları başlayınca arı vızıltıları diner, bir gün de akasyada tek bir arı kalmazdı.
Günler kısalınca eve daha erken dönülürdü. Hemen sandık odasına girer, sandık odamızın tek sandığı üstüne oturur, yine hülyalara dalardım. Kimsesiz. Kimseyle paylaşmadığım. Renkler, ışıklar, hatta sesler ortasında, düşsel sesler.