Star Wars evreni genişliyor, Hz. Meryem’in mücadelesi başlıyor!

Hafta sonunda ‘Skeleton Crew’ bizi genişleyen ‘Star Wars’ evrenine bu kez çocuk gözünden çağırıyor. Anthony Hopkins ‘Kutsal Meryem’ için yeniden tahta oturuyor. Komedi sevenleri ‘The Sticky’, distopya tutkunlarını ‘Yarın ve Ben’ karşılıyor.

Dizi 6 Aralık 2024
Bu haber 2 hafta önce yayınlandı

STAR WARS EVRENİNE BİR DE ÇOCUK GÖZÜNDEN BAKIN!

Star Wars: Skeleton Crew

Ucu bucağı belirsiz ‘Star Wars’ evrenine Lucasfilm tarafından yeni bir yapım daha eklendi, beraberinde Jude Law’u da getirdi! Bu evreni genişletmeye ant içmiş Disney+’ta yayınlanan yeni dizi ‘Star Wars: Skeleton Crew’ ilk iki bölümüyle bizlerle. Dizi ‘Return of the Jedi’ sonrasında ve ‘The Mandalorian’ın zaman diliminde geçiyor. Bu da henüz ilerleyen bölümlerde hikâyenin ‘The Mandalorian’la kesişip kesişmeyeceğini akıllara getiriyor. Hemen ekleyelim: ‘Star Wars’ evrenine uzak olanlar da dizinin tadını çıkarabilir.

Gelelim hikâyeye… İmparatorluk düşmüştür, düzen Yeni Cumhuriyet tarafından korunmaktadır. Galaksinin öte tarafındaysa korsanlar uzay gemilerine saldırmaktadır. Yeni düzene tabi At Attin gezegenindeki banliyölerde hayat huzur içinde devam etmektedir ancak hayal dünyasında yaşayan küçük Wim (Ravi Cabot-Conyers) gündelik hayatından hayli sıkılmıştır. Çareyi arkadaşı Neel ile (Robert Timothy Smith) Jedi’cılık oynamakta bulan Wim, bir gün gerçek bir Jedi olmak ister. Hayalperest Wim’in aksine Neel ise güvenli sularda yüzmeyi tercih eden, saf bir çocuktur. İkilimizin yolu, asi ve lider ruhlu Fern ile (Ryan Kiera Armstrong) soğukkanlı ve teknik bilgisi yüksek KB (Kyriana Kratter) isimli iki kızla kesişince ekibimiz tamamlanır.

Çocukların bir uzay gemisi keşfetmesiyle başlayan olaylar zinciri onları evlerinden koparır ve galaksinin bilinmezliğine doğru sürükler. Yani Wim’in bir gün gerçek bir macera yaşama isteği kabul olmuştur. İlk bölümde karakterlerimizin yanlışlıkla çıktığı hiperuzay yolculuğu bizleri ikinci bölümde galaksinin öteki tarafına, tehlikeli korsanların arasına taşıyor. Son sahnede de nihayet Jude Law’un (ters köşe gelmezse) bir Jedi olduğu düşünülen karakteriyle tanışıyoruz. Yani ilk iki bölümde evreni ve karakterleri tanıyoruz.

Hem galaksiler arası hem nesiller arası

Çocukların perspektifinden izlediğimiz galaksiler arası bir macerayı anlatan hikâyenin, 1980’lerin çocuk filmleri tadını vermesi bilinçli bir tercih (‘E.T.’ ve ‘The Goonies’ sıkça verilen örneklerden). Bu anlamda ‘Skeleton Crew’ yalnızca günümüz çocuklarının değil, nostalji yaşamak isteyen yetişkinlerin de keyifle izleyebileceği bir dizi. Bize kalırsa dizi 1990 ve 2000’li yılların macera filmlerinin de atmosferini taşıyor. Dizide ‘Evde Tek Başına’daki Kevin’ın türlü sistemler icat ettiği yaratıcı ruh da var, yasak ormanda araç sürerek başlarını belaya sokmak gibi ‘Harry Potter’ı akla getiren sahneler de. Dizi ayrıca 1980’lerde geçmesi, ekibin dört kişiden oluşması, bunların çocuk olması, bisiklet sürmeleri gibi unsurlardan ötürü ‘Stranger Things’e de benzetilmişti. Nihayetinde macera ve bilimkurgu/fantastik türünde, çocuk perspektifinden anlatılan hikâyeler. Ancak iki dizinin evrenleri de konusu da epey farklı, ton olarak ise ‘Stranger Things’in aksine ‘Skeleton Crew’ daha neşeli ve hafif.

‘Star Wars’ evreninde geçmesinden ötürü hikâyemizde farklı türler birlikte yaşıyor. Ama tür farklılıklarına ve başka gezegende yaşamalarına rağmen hepsi dünyamızdaki herhangi bir çocuk gibi okula gidiyor, oynuyor, mısır gevreği yiyor, ebeveyninden uyarı alıyor, kızlarla oğlanlar çekişiyor. (Ne demiş ünlü düşünür Arif Işık, “Uzaylı da olsa insan insandır.”) Bu anlamda gerçek hayatımızdaki kodlar devam ediyor. Jon Watts ve Christopher Ford’un yarattığı ve evden ayrılış, evi arayış, eve dönüş temalarını işleyen ‘Star Wars: Skeleton Crew’ dizisinin ilk iki bölümü, hafta sonu ailecek ekran önü etkinliği yapmak isteyenlere birebir.


HOPKINS, HZ. MERYEM İÇİN GELİYOR

Kutsal Meryem / Mary

Hafta sonunu tarih ve politik dram gibi daha ağırbaşlı yapımlarla geçirmek isteyenlere Netflix ‘Kutsal Meryem’ ile geliyor. Adından da anlaşıldığı üzere film bize Hz. İsa’nın doğumuna giden süreci Hz. Meryem’in perspektifinden anlatıyor. İşin tarihî kısmı açık, politik kısmıysa iktidarını korumak için Hz. Meryem’le bebeğinin peşine düşen Kral Hirodes’le işleniyor. Kralı oynayan isimse Anthony Hopkins’ten başkası değil! Usta oyuncu “Sektörde taht benim” dercesine bir önceki projesi ‘Those About to Die’ dizisinde de imparatoru oynamıştı. (Prime’dan izleyebilirsiniz.) Hz. Meryem rolü Noa Cohen’e, Yusuf Neccâr (Aziz Joseph) rolüyse Ido Tako’ya emanet.

Hikâye Hz. Meryem’in genç kızlığından ve tanımadığı Yusuf’la nişanlanmasından başlayıp mucizevi bir şekilde hamile kalmasıyla devam ediyor. Bu hamileliğin öğrenilmesinin ardından iftiralara uğrayan Hz. Meryem hem toplumsal baskıdan hem hayati tehlikeden ötürü saklanmak zorunda kalıyor. Tek neden hamileliğinin sorgulanması değil. Kral Hirodes, Mesih’in geleceği haberlerinden kaygılandığı için onun iktidarını sarsacağını düşündüğü bu bebeği ortadan kaldırmak istiyor. Hz. Meryem ve Yusuf kendilerini bir kaçışın içinde buluyor ve bebek İsa’yı korumak için ellerinden geleni yapıyor.

Her yönüyle Meryem Ana

Hz. Meryem’in mucizevi hamileliğini aktarırken işin maneviyatından eksiltmeyen yapım yine de söz konusu figürleri çok da erişelemez bir yere koymak istememiş. Hz. Meryem’in insanî yönleri, karşılaştığı zorluklar, toplum baskısı, dışlanmalar hep onun hayatından ilham almayı mümkün kılacak şekilde aktarılmaya çalışılmış. Bu elbette kutsal isimlerin nasıl yansıtılması gerektiğiyle ilgili tartışmaları gündeme getirecektir, ancak filmin senaristi Timothy Michael Hayes ‘Kutsal Meryem’i kaleme alırken farklı dinlerden danışmanlarla çalışmış.

Bu danışmanlıklara rağmen (Hz. Meryem’in Yusuf Neccar’la ilişkilendirilmesi gibi konularda) görüş ayrılıkları ve bilgi farklılıkları baki. Yapımda Hz. Meryem’in mücadelesine odaklanmak istemelerinin bir nedeni de izleyicinin bu nüanslardan ötürü ana mesajı kaçırmalarını mümkün mertebe azaltmak olabilir.

Hıristiyan dünyasının Noel’i yaklaşırken yayınlanan film, merkeze zorlukların üstesinden gelen güçlü bir kadın figür olarak Hz. Meryem’i almasıyla, filmde Anthony Hopkins’in oynamasıyla ve inanç, cesaret, aile bağları, güç ve iktidar hırsı gibi temaları işlemesiyle daha geniş çapta ilgi çekecektir. Yönetmenliğini D.J. Caruso’nun üstlendiği ve çekimleri Fas’ta tamamlanan ‘Kutsal Meryem’ Netflix’te.


ŞURUP HIRSIZLARI

The Sticky / Yapış Yapış

Bu kış aylarında isteyeceğiniz son şey Kanada’da karlar içinde bir kasaba dizisi olabilir, ama bu dizi keyif dozuyla sizleri ısıtmaya geliyor. Prime’ın yeni dizisi ‘The Sticky’ gerçek suçtan uyarlama bir kara komedi dizisi. Hikâyemize konu olan olaysa 2011-2012 yıllarında Quebec’te gerçekleşen, 18 milyon Kanada doları değerinde akçaağaç şurubunun çalındığı Büyük Kanada Akçaağaç Şurubu Soygunu. Bu şurup Kanada’nın sıvı altını sayıldığından başka türlü bir suç beklememiz hata olurdu elbette!

Sert mizacıyla sempatikliği birbiriyle yarışan Ruth (Margo Martindale) akçaağaç şurubu çiftçisi bir kadındır. Kendi halinde tarımını yaparken akçaağaç şurubu üretimini tekelinde bulunduran yetkililerinin çıkardığı zorluklarla karşılaşır. Buradan da bize, sıradan bir insanın nasıl suça bulaştığına dair altı bölümlük eğlenceli bir dizi çıkar. Ruth’un aklında ilk başta böyle bir fikir yoktur, ancak yolu Bostonlu mafya üyesi Mike ile (Chris Diamantopoulos) kesiştiğinde bu fikir ona cazip gelmeye başlar. Mike onu, karşılarına çıkabilecek pürüzler konusunda rahatlatır ve bir de soygunu gerçekleştirecekleri yerin güvenlik görevlisi Remy’yi (Guillaume Cyr) ayarlar. E Ruth’a da Quebec’in akçaağaç şurubu stoklarına yönelik milyon dolarlık bir soyguna ikna olmak düşer.

Ekibimizin bu soygunu başaracağına olan inancının en önemli ayağıysa, yetkililerin gözünde herhangi birileri olmalarıdır. Her gün ayak işlerine bakan kişiler görünmezdir; bu bir eleştiri nedeniyken dizi bunu alıp ‘hiç kimselerin’ lehine kullanıyor. Tıpkı yerli Netflix dizisi ‘Fatma’da Fatma’nın sıradan bir gündelikçi olmasına güvenerek işlediği suçlar gibi. Hiç kimseyseniz aslında yırttınız!

Gerçeğimsi suç!

Çiftçiler, mafyalar, kanun adamları derken dizi çığrından çıkan bu gerçek suç hikâyesinin pek de gerçek olmadığı uyarısını geçmeyi ihmal etmez. Dizi bir belgesel olmadığı için elbette hikâye kurgusal karakterlerle ve başka olaylarla destekleniyor. Olayı daha gerçekçi bir şekilde öğrenmek isteyip de araştırmaya üşenenler Netflix belgeseli ‘Dirty Money’nin ilk sezonundaki beşinci bölümüne bakabilir.

‘The Sticky’nin, yabancı eleştirmenlerin yazdığı gibi ‘Kanadalı ‘Fargo’ dizisi’ olup olmadığına izleyiciler karar verecek. Ancak Margo Martindale’in Ruth performansı bizim aklımıza ‘Ölüm Kitabı’ (Misery) filmindeki Kathy Bates’in Annie Wilkes yorumunu getirdi. (‘Ölüm Kitabı’nı komedi filmi, Annie karakterini de psikopatiden arınmış, sempatik yönleri de olan sert biri şeklinde hayal edebilirsiniz.) Margo Martindale’i elbette bilen bilir, ancak yeni nesile bir yerden tanıdık geldiyse ‘BoJack Horseman’da kendisinin (aynı adlı) çizgi karakterini seslendirdiği tam sekiz bölüm vardı.

Özetle dizi eğlenceli sahneleri garantilediği kadar iddialı oyunculuklarıyla da öne çıkıyor. Bunu demişken, ünlü oyuncu Jamie Lee Curtis’i (iki bölümcük de olsa) görme şerefine nail oluyoruz. Jamie Lee Curtis aynı zamanda Jason Blum’la birlikte dizinin yapımcılarından. Hem gerçek suç hem kurgu komedi sevenleri tek adreste birleştirecek ‘The Sticky’ şimdi Prime’da.


FELAKET TELLALLIĞINA DEVAM

Yarın ve Ben / Tomorrow and I

‘Black Mirror’sızlık başına vuranlar burada mı? 2025’teki yeni sezona kadar sizi idare edecek Tayland usulü ‘Black Mirror’ karşınızda: Netflix’te yayınlanan ‘Yarın ve Ben’. Distopik hikâye tutkunlarını sevindiren dizi yalnızca dört bölümden oluşuyor, ancak birbirinden bağımsız bu bölümler neredeyse uzun metrajlı film süresinde. Konular ise orijinal olmasa da yedirildikleri kurgu bağlamında ilginç hale geliyorlar. Mesele bu türün tutkunlarını tatmin etmekse ‘Yarın ve Ben’ bunu başarıyor, bizi ayrıca içinden çıkamadığımız konuları düşünmeye itiyor. Siz yine de çıtanızı ‘Black Mirror’ seviyesinden açmayın.

1. Bölüm ‘Yüz Karası’: Merhum eşe yas tutmak

Astronot Dr. Noon (Waruntorn Paonil) uzaydan dönüşü sırasında hayatını kaybeder, ancak kocası Nont (Pakorn Chatborrirak) cesedi klonlayarak karısını geri getirme fikrine saplanır kalır. Ailesinin inançlarına ve yasaların engeline rağmen Nont, karısının beynine gizlice erişir ve klonlama süreci için onun anılarını yüklemeye başlar. Süreç ilerlerken karısının beyninde beliren beklenmedik bir anı ise hem Nont’u hem hikâyeyi sarsar.

2. Bölüm ‘Seks Robotu’: Tayland’ın çirkin yüzü

Jess (Violette Wautier) seks robotları üreten bir şirketin CEO’sudur ama işi, etik ve ahlak temelli engellere takılıp durur. Ancak Jess’in seks robotları üretmesinin nedeni de kendince etik ve ahlakidir: Amacı, kadınları ve çocukları mağdur eden sektöre robotik bir alternatif yaratmaktır. Faydalı bir iş yaptığını düşünen Jess bir noktada, bu robotların insanlardaki şiddet eğilimini artırıp artırmadığıyla kişisel olarak sınanır. Böylelikle seks işçiliği, cinsel şiddet ve toplumdaki damgalamalar gibi konular tartışmaya açılır.

3. Bölüm ‘Buda Verisi’: Pragmatizme kurban edilen din

Keşiş Anek (Ray MacDonald), bir sevap puanı uygulaması olan ULTRA’nın hem keşişlerin yaşam tarzını hem de insanların ahlaki değerlerini tehdit ettiğini fark ederek bu uygulamaya karşı çıkar. Haksız da sayılmaz, zira insanlar bir süre sonra yalnızca uygulamada puan kazanmak için iyi işler yapmaya başlar. Yani iyilik ve kavramının altı boşalır. Anek var gücüyle bu sistemle savaşsa da bir gün bu sevap puanlarına ihtiyaç duyar.

4. bBlüm ‘Ahtapot Kız’: İklim krizi ve tedaviye erişim

Son bölüm küresel ısınmanın sonucunda yağmurun kesintisiz olarak yağdığı bir dünyada geçiyor, ancak sorun bununla bitmiyor. Hikâye ilerledikçe su yoluyla yayılan bir salgın ortaya çıkıyor ve bir aşı geliştiriliyor. Tıpkı bitmeyen yağıştan yalnızca zenginlerin korunabilmesi gibi bu aşıya da zenginlerin ulaşabileceğini bilen yoksul mahalle sakini Pang ise (Chananticha Chaipa) bu adaletsizliğe karşı sesini duyuruyor.

Dizi ana çerçeve olarak teknolojinin doğurabileceği sonuçları ele alıyor, ancak her bölümde işlenen asıl tema toplumun can yakıcı bir başka sorunu. Bu toplumsal temaların içine karakterlerin kişisel dramlarının da ustaca yedirildiğini görüyoruz. Ek olarak evrensel meseleleri tartışırken Tayvan kültüründe dolanıyoruz; yani yerel ve evrensel temaları iç içe izliyoruz. Yönetmen koltuğunda Paween Purijitpanya’nın oturduğu ‘Yarın ve Ben’ distopya meraklılarını Netflix’te bekliyor.

İyiliğin, doğanın, adaletin ve tutkunun sınırlarıİyiliğin, doğanın, adaletin ve tutkunun sınırları

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.