Haftanın kitabı – ‘Satılık Hayat’: Mishima’nın ‘Pulp Fiction’ı
İspanyol edebiyatının yaşayan en önemli yazarlarından Javier Cercas bu sefer bir polisiye ile okur karşısına çıkıyor. Everest Yayınları'ndan çıkan 'Terra Alta' okumayı bırakamayacağınız romanlardan.
Çağdaş İspanyol edebiyatının önde gelen yazarlarından Javier Cercas’ın -başyapıtı ‘Salamina Askerleri’ de olmak üzere- pek çok romanı Türkçeye çevrilmişti. Cercas’ı toplumsal meselelere, insana dair hakikatlere, tarihsel olaylara, geçmişin belleklerde çarpıtılmış imgesine odaklanan bir yazar olarak tanımıştık. Hem söyleyecek sözü, hem söylediklerini ifade edecek becerisi vardı. Yeni romanı ise tam bir sürpriz oldu; zira ‘Terra Alta’ ile tarzını değiştirmiş, bu kez polisiye türde bir romanla çıkmıştı karşımıza.
Javier Cercas (Mena), 1962 yılında İspanya’nın Ibahernando kasabasında doğdu. Ailesi o beş yaşındayken -ekonomik nedenlerle- Katalunya bölgesindeki Girona’ya göç etti. Barselona Autònoma Üniversitesi’nde edebiyat lisansı ve doktorasını tamamladıktan sonra bir süre Illinois Üniversitesi’nde çalıştı. 1989’dan bu yana Girona Üniversitesi’nde İspanyol edebiyatı profesörü olarak görev yapıyor.
Edebiyat dünyasına Jorge Luis Borges’in eserlerini okuyarak adım atan Cercas’ın hikâyelerini topladığı ilk kitabı ‘El móvil’ 1987 yılında yayımlanmıştı. İlk romanı ‘El inquilino /Kiracı’ 1989’da, ikinci romanı ‘El vientre de la ballena / Balinanın Karnı’ 1998’de okurlarıyla buluştu. 2001 yılında basılan, kısa sürede 14 dile çevrilen ve birçok ödül kazanan üçüncü romanı ‘Salamina Askerleri’ ona uluslararası bir saygınlık kazandırdı.
Romanları, deneme, makale ve anlatı kitaplarıyla çağdaş İspanyol edebiyatının en önemli temsilcilerinden sayılan Cercas, 2010’da ‘Bir Anın Anatomisi’ ile İspanyol Kültür Bakanlığı Edebiyat Ödülü’nü kazandı. 2011’de eserlerinin tümü için Torino Uluslararası Kitap Fuarı Ödülü’ne layık görüldü. Avrupa Kitap Ödülü (‘Sahtekâr’, 2016) André Malraux Ödülü (‘Karanlıkların Hükümdarı’, 2018) ve Gezegen Ödülü (‘Terra Alta’, 2019) gibi sayısız ulusal ve uluslararası ödül aldı.
Roman kahramanı Melchor Marín, Katalonya’nın -üzüm hasadının dışında- ‘hiçbir şeyin olmadığı’ Terra Alta kasabasındaki karakolda görevli bir polis memuru. Karısı ve küçük kızlarıyla bu sakin kasabada sakin bir hayat sürdürüyor. Ta ki tam nöbetini tamamlayacağı sırada aldığı bir cinayet haberine kadar…
Melchor, olay yerine intikal ettiğinde -diğer meslektaşları gibi- dehşete kapılacaktır. Her yanı kana bulanmış evin giriş katında buldukları yaşlı çift vahşice, belli ki uzun süre acı çektirilerek öldürülmüştür. Romen uyruklu hizmetçi kadında ise tek bir kurşun izi vardır.
Kaçan suçluların profesyonel oldukları düşünülse de fazlasıyla kişiselleşmiş cinayet şekli kafa karıştırıcıdır ama bölge karakoluna zaten iş düşmeyecektir. Zira öldürülen Adell’lerin bölgenin en zengin ve güçlü insanları olması soruşturmanın merkezden gelen üst düzey bir görevliye teslim edilmesini gerektirmiştir.
Karakoldan sadece Melchor’un dahil edildiği bir ekip soruşturmayı titizlikle yürütmeye başlar; öncelikle cinayetlerden maddi çıkar sağlayacak kişiler -aile bireyleri, iş ortakları, Adell’lerin mensubu oldukları tarikat- sorgulanır. Ardından patrona garezi olabilecek çalışanlar, kasabalılar gözden geçirilir. Herkesin ağız birliği etmişçesine -sağladıkları iş imkanı nedeniyle- Adell’lerin sevildiğini söylemesine karşılık patron Adell’in, işçilerine mümkün olduğunca az para ödeyen bir despot olduğunu iddia eden aykırı sesler de vardır.
Hikayenin bir yanı bu seyri izlerken diğer yanda Melchor Marín’i dört yıl önce Terra Alta’ya getiren hayat hikayesi akıyor: Barselonalı bir fahişenin oğlu olan Melchor, çocukluğunu sokaklarda geçirmiş, genç yaşında Kolombiyalı bir kartelin üyesi olmuş, 19 yaşında hapse düşmüştür.
Hapiste tanıştığı bir adam tarafından okumaya teşvik edilir, Victor Hugo’nun ‘Sefiller’inin etkisinde kalır. Annesinin bir cinayete kurban gittiğini öğrendiğinde ‘Sefiller’deki Müfettiş Javert gibi olmak, ne pahasına olursa olsun katilleri cezalandırmak ister. İşte bu nedenle polislik mesleğini seçmiş, girdiği bir çatışmada İslamcı teröristleri vurduğu için kahraman ilan edilmiş ve daha korunaklı olması için -bir süreliğine- Terra Alta’ya gönderilmiştir. Burada kütüphane memuru Olga ile tanışıp evlendiğinde yerleşme kararı alan Melchor, doğan kızlarına da -‘Sefiller’ romanın karakterlerinden- Cosette ismini verecektir.
Dönüşümlü anlatılan bu hikayeler zaman zaman kesişir ve sona doğru Melchor için cinayetleri çözmek kişisel bir anlam kazanır. Ancak onun üstlerinin emirlerini çiğnemek pahasına yürüttüğü soruşturma derinleşip sırlar ortaya çıktığında kendisi de dahil pek çok kişinin hayatı alt üst olacaktır…
‘Terra Alta’, Javier Cercas’ın 2019 yılında başladığı -polis memuru Melchor’un soruşturmalarını takip eden- Terra Alta serisinin ilk macerasıydı. Serinin ikinci kitabı ‘Independencia’ 2021’de yayımlandı. Umarım onu da yakında okuma fırsatı buluruz.
Türe özellikle vurgu yapıldığı için önceliği ‘Terra Alta’nın polisiye yanına vermek gerekir. Cercas, ekip çalışmasına dayalı -polisiye işlemlere ağırlık veren- bir tarzı seçmiş ama İspanya’da, hele ki Katalunya kırsalında ekip çalışmasının pek başarılı olmadığı görülüyor. Bu yaklaşım polis teşkilatına bir eleştiri olarak da yorumlanabilir.
Tek başına hareket etmek zorunda kalan Melchor, ne bir Sherlock Holmes ne de Philip Marlow. Buna karşılık suçluları cezalandırmak konusunda azimli. Elbette aklını kullanmaya, rasyonel olmaya, cinayetin olası nedenlerini ve ipuçlarını takip etmeye çalışıyor. Ne var ki Terra Alta bölgesinde hayat her zaman rasyonel değil. Üstelik kendi hayaletlerini -annesinin katillerini- de aklından çıkaramıyor. İyi bir gözlemci ama etrafındaki insanları, giysileri, eşyaları, doğayı tasvir ederken bir detektiften ziyade romancı ruhu var onda. Ve soruşturmanın bulguları yetersiz kaldığında güdüleriyle hareket ediyor.
Javier Cercas’ın Melchor’u bir yabancı -İspanyol- olarak yerleştirdiği Terra Alta kasabası suç kurgusu açısından iyi bir mekan. Aslında küçük kasaba gizemleri her zaman çekicidir. Çünkü şiddetin ender görüldüğü, görüldüğü zaman infial yarattığı, herkesin tedirgin olduğu yerlerdir kasabalar. Katilin içlerinden biri olmasının kaçınılmazlığı tedirginliği daha da arttırır. Cinayet nedeni kişisel ilişkilerin şifresi çözüldüğünde, eski defterlerle açılıp sırlar ortaya döküldüğünde açığa çıkar. Aslında bilinmez değildir ama bilip de bilmezden gelmezlik hali hakimdir buralara.
Küçük kasaba ortamını doğrusu iyi değerlendirmiş Cercas. Ancak Terra Alta’nın hikayeye çekicilik katmanın ötesinde bir işlevi var; İspanya İç Savaşı’nı hikayeye dahil etmek. Çünkü Terra Alta, İspanya İç Savaşı’ndaki en sert çatışmalara sahne olan Ebro muhaberesinin vuku bulduğu, “80 yıl sonra hala tepelerde şarapnel bulabileceğiniz” bir yer . Cercas ‘Karanlıkların Efendisi’ romanında bu muharebeyi her yönüyle ele almıştı. Bu kez başka bir türde yazmasına rağmen asıl ilgi alanından vazgeçmemiş ve suç örgüsüne tarihi derinlik katmış.
‘Terra Alta’ boyunca Victor Hugo’nun ‘Sefiller’ romanının sıklıkla anılmasının nedeni suç, ceza, intikam, kefaret gibi temaları daha da görünür hale getirmek isteği. Temaları hikayesine, olay örgüsüne ve kurgusuna çok iyi yedirmiş Cercas. Günümüzden ve cinayet soruşturmasından hareket eden hikaye söz konusu temalar vasıtasıyla Melchor’un geçmişine sıkı sıkıya bağlanıyor.
Melchor, nefret ve intikam duygularıyla harekete geçip yasayı kendi uygulamaya karar verdiğinde bağlantı daha da uzak bir geçmişi de kapsayacaktır. İşte o zaman adaleti sorgular Melchor; haklı olanın ne zaman haksız duruma düşeceğini, nefretin yıkıcılığını, iki çelişkili gerçeğin, “eşit derecede adil iki nedenin” olup olamayacağını tartışır zihninde. Ve roman bu noktada sadece kim yaptı, neden yaptı sorusunun peşinden giden bir polisiye olmaktan çıkıp Melchor’un varoluşsal krizine dönüşür. Bu aynı zamanda Cercas’ın bütün romanlarında üzerinde durduğu iç savaş geçirmiş İspanyol toplumunun varoluşsal krizidir.
Cercas, okuduğum romanlarında birbirinden çok farklı zamanlarda geçen çok farklı hikayelerde gerçek ve kurgu, yanlış ve doğru, saygınlık ve suçluluk arasındaki sınırlarda dolaşarak insana dair bir hakikatle yüzleştirimişti okuyucuları. Tarihi aşağıdan, isimsiz insanlarından yana bir bakışla canlandırırken edebiyat dışında anlatılamayacak pek çok yan hikayecikle iç savaş yıllarından günümüze uzanmıştı. Gökhan Aksay’ın titiz ve edebi çevirisiyle okuyacağınız ‘Terra Alta’da aynı meseleleri bir polisiye hikaye vasıtasıyla görünür kılıyor.
Melchor’un karısı Olga’nın romanın içinde ‘Sefiller’ hakkındaki yorumunu ben de ‘Terra Alta’ için kullanabilirim: “Okumayı bırakamadım. Tuhaf olan bu. Gerçekliğe, benim hoşlandığım romanlardan çok daha yakın.”