Türk edebiyatının çınarı Adnan Özyalçıner: Edebiyatsız bir edebiyat var artık

1950 kuşağının en önemli öykücülerinden Adnan Özyalçıner 90. yaşında. Türk edebiyatının 70 yıllık tanıdığı olan Özyalçıner ile dünü ve bugünü konuştuk. Yazarlara ve edebiyat üretmek isteyenlere çok şey söylüyor!

Kültür Sanat 12 Mart 2024
Bu haber 2 ay önce yayınlandı
Fotoğraflar: Cem Taylan

70 yılı edebiyatla, yazmakla, okumakla geçen 90 yıllık bir hayat. Hem yaşamı hem de yazdıklarıyla 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin en önemli tanıklarından biri yazar Adnan Özyalçıner.

1950 Kuşağı’nın en önemli öykücülerinden biri. Bugün hâlâ yazmaya, üretmeye devam ediyor. 18 Şubat’ta yayıncısı Everest Kitap’ın düzenlediği bir etkinlikle 90. yaşını kutladı yazar. Biz de bu vesileyle -pasta getirmediğimiz için mahcubiyet içinde- buluştuk Özyalçıner’le. Efsaneler arasında yer alan a dergisini, Türk edebiyatını, 1950’leri, Türk edebiyatının bugününü konuştuk.

Adresimiz Türkiye Gazeteciler Cemiyeti. Merdivende karşılıyor bizi Özyalçıner. Çekim yapacağımız odayla ilgili ufak bir kriz yaşarken acaba “Basın Müzesi’ne mi gitsek?” diye düşünüyorduk ki bize pek de yardımcı olmak istemeyen bir arkadaş, “Adnan Bey siz yorulursunuz, yürümeyin oraya” diyor. Enerjisinden hiçbir şey kaybetmemiş Özyalçıner, “Kim? Ben neden yorulacakmışım, yürürüm yorulmam” diye nazikçe meydan okuyor.

Adnan Özyalçıner sanat yaşamının 70. yılını kutluyor.

İnsan eninde sonunda baskıları da acıları da yener

Gitmiyoruz ama Adnan Özyalçıner’in yorulmayacağına ve tüm sorularımı açıksözlülükle yanıtlayacağına o an emin oluyorum. Böylece “Dile kolay edebiyatta 70 yıl, nasıldı?” sorusuyla başlıyoruz:

“İlk öyküm 1953’te Türk Sanatı dergisinin Şubat sayısında çıktı. Son kitabım ‘Yağma’ 2023’te yayımlandı. Böylece 70 yılı doldurmuş oldum. 90 yılı yazarak yaşamak, hem acıları hem de mutlulukları bir arada görmenin güzelliğiydi. Acıların sürgit devam edeceğinden şüpheliyim. İnsan eninde sonunda baskıları da acıları da yener. İnsanın kendi mutluluğunu ve güzel yaşamını kuracağına inanıyorum. Öykülerimde de bunu yansıttım. Tüm baskı ve acılara rağmen insanların geleceğe karşı umutları var.”

Özyalçıner’in yukarıda bahsettiği, geleceğe duyulan umutları olan insanlarla büyümek ve onların seslerini duyurma arzusu yazmaya başlamasının en büyük nedeni olmuş. Karagümrük’te doğup büyüyen Özyalçıner ailesinin ve çocukluğunun yazmaya başlamasına nasıl vesile olduğunu şu sözlerle anlatıyor:

“Orası kenar mahalle, bir işçi mahallesi. Annem babam okuma yazma bilmiyor. Ben Cumhuriyet’in ilk yıllarında sağlanan fırsat eşitliğiyle okuyabildim. Mahallede yaşayan komşularımız, işçiler, okuma yazma bilmiyor. Ama hayatın farkındalar. Baskıların, ekonomik zorlukların her şeyin… Bir araya gelip konuşuyorlar, tartışıyorlar. Her şeye rağmen umutlar var. Ben de onların kendi aralarında konuştukları ama ifade edemedikleri şeyleri yazmak istedim. O kenar mahallede konuşulanları, dert edilenleri yazdım…”

a dergisi’yle hem iktidara hem de basmakalıp edebiyata karşı çıktık

Adnan Özyalçıner denilince akla ilk olarak a dergisi geliyor. 1956’da yayın hayatına başlayan dergiyi hem iktidara hem de edebiyattaki basmakalıp anlayışa itiraz etmek için çıkardıklarını söylüyor yazar:

“1955 yılında Kemal Özer, ben ve Konur Ertop İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirip İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’ne kaydolduk. O sıralar Erdal Öz, Onat Kutlar, Hilmi Yavuz, Ercüment Uçarı da Hukuk Fakültesi’nde öğrenciydi. Yılmaz Güney de İktisat Fakültesi’ndeydi. Yazılardan birbirimizi tanıyorduk. Bir grup oluşturduk. Demokrat Parti’nin baskıyı artırdığı günler, üniversitede kıpırtılar var. Menderes’e karşı yürüyüşler eylemler yapılıyor. Biz bunların yanı sıra bir de edebiyatla kültürel olarak bir karşı koyma nasıl yapılır, bir edebiyat dergisi çıkararak! Hepimiz cebimizden 10’ar lira koyarak 1956 yılının Ocak 15’inde çıkarmaya başladık. Amacımız iktidarın baskılarına karşı durmaktı. İkincisi edebiyattaki gerçekçiliğin basmakalıp oluşundan dolayı bunu daha anlamlı daha görünür ve kapsamlı bir gerçekçiliğe götürmekti. Hem iktidara hem de edebiyatın basmakalıp düzenine karşı daha karşı çıkmaktı.”

Adnan Özyalçıner ile Türkiye Gazetecile Cemiyeti’nde buluştuk.

Cumhuriyet’in edebiyata nasıl davrandığı, aslında 100 yıllık tarihinin de özeti. Zira edebiyatı toplumdan, toplumu edebiyattan ayırmak çok da mümkün değil. Bu nedenle 100 yıllık tarihin büyük bir bölümüne şahit olan Özyalçıner’e Türk edebiyatının geçmişten bugüne nasıl değiştiğini soruyorum. 80 sonrasında öykü ve romanda yazarların zamandan, mekandan ve insandan uzaklaşarak içe döndüğünü söylüyor ve bunu da “büyük bir düşme yaşadık” diye anlatıyor.

Edebiyat sermayenin güdümüyle meta haline getiriliyor

Bugünü ise şöyle yorumluyor:

“90’lar ve 2000’lerden sonra topluma ve insanlara açılan edebiyata geri dönüldü. Ancak yalnızca reklam değerlerine bakılan bir edebiyatsız edebiyat yürürlüğe girdi. Bugün edebiyat sermayenin güdümüyle meta haline getirilmeye çalışılıyor. Mesela bizim çoksatanlar endişemiz yoktu.”

Özyalçıner bugün dijitalleşmeyle birlikte okurların azaldığını düşünüyor. Ona göre kitap daima var olan ve kalıcı bir şey. Dijitali ise geçici olarak yorumluyor. Hiç e-kitap okuyup okumadığını, en azından bir şans verip vermediğini soruyorum. Yanıtı sürpriz değil elbette: “Ekrandan okumayı hiç sevmiyorum, yazdıklarını okumamı isteyen genç arkadaşlara bile bastırıp öyle verin” diyorum.

Yazarın yazarla ilişkisi yok artık

Genç yazar demişken… Özyalçıner geçmiş günleri anlatırken “Ah o bizim zamanımız” diyen salt bir geçmişi yüceltme ve özlemle konuşmuyor. Ancak ona göre bugünün edebiyat dünyasıyla kendi zamanları arasında büyük fark var. En çok yazarların birbirleriyle ilişkilerindeki değişimden söz ediyor:

“Şimdi bizim zamanımızdaki gibi yazarın yazarla ilişkisi yok, hatta birbirlerini engelliyorlar gibi bir durum bile var. Bizim zamanımızda öyle değili dayanışma halindeydik. 

İki kocaman kahve vardı Baylan Beyoğlu diğeri Yenikapı’da bir başka kafe. Onat Kutlar, Sennur Sezer, Kemal Özer, Eray Canberk, Hilmi Yavuz hep bir arada olurduk. Müjdat Gezen, Ali Poyrazoğlu… Müzizyenler, aktörler, ressamlar… Herkes birbiriyle iletişim halindeydi. Yazdıklarımızı okurduk, müthişti.

Beyoğlu’ndaki Yakup o zamanlar altı birahane, üstü restoran olan Nil Lokantası’ydı. Edip Cansever, Kemal Özer, Onay Sözer, Hilmi Yavuz, Leyla Erbil oraya gider hep bir arada olurduk. Edip Cansever yazdığı yeni şiiri, ben de öykülerden çarpıcı pasajları okurduk. Hepimiz yazdıklarımızı birbirimizle paylaşır bundan zevk alırdık.”

Edip Cansever ‘Mendilimde Kan Sesleri’ni Denizler için yazdı

a Dergisi’yle hem iktidara hem de edebiyattaki sıradanlığa kültürel bir başkaldırı düzenleyenlerden biriydi Özyalçıner. Ona göre edebiyatın mayasında bu olmalı. Hatta 70 yıllık edebiyatının sırrını da veriyor:

“Öykü özelinde şöyle bir tarifim var: Başlangıç cümlesiyle sonuç cümlesi birbirini tutmalı. Her iki cümle de bir çerçeve yapmalı. Bu çerçevenin içinde öyküyü anlatabilirsiniz. Ama bir de iletiniz olmalı. Okura söyleyecek bir sözünüz olmalı. Duygusal, düşünsel herhangi bir ileti… Aksi halde öykü olmaz. Mutlak suretle yazarın politik, insani, bireysel, toplumsal bir iletisi olması lazım. Kültürel karşı koymanın temeli öykünde ya da şiirinde o eleştirmeyi vermektir.

Edip Cansever’in ‘Mendilimde Kan Sesleri’ Yeni a dergisinde basıldı. Denizlerin idamına karşı bir şiirdi. Can Yücel o sırada hapishanedeydi. ‘Sardunya Ağıdı’ Yeni a’da basıldı. Hapishanede başına bir şey gelmesin diye Hasan Can adıyla yayınlandı, ama yayınlandı. Böyle ortamlarda dahi edebiyatçının lafını söylemesi, eleştirisini yapması lazım. Aksi halde ileriye kalmayacak, genel geçer bir yazı olur. Yaşananlara tanıklık ettiğiniz eserler geleceğe kalır.”

Özyalçıner de Karagümrük’te birlikte büyüdüğü insanların dertlerini yazdı, yaşama tanıklık etti edebi kariyeri boyunca. Kimi zaman güldürdü kimi zaman itiraz etti ama her daim lafını söyledi. Tam da bu nedenle bugün hala onu ve öykülerini konuşuyoruz. 

Adnan Özyalçıner ve Sennur Sezer.

İyi ki Sennur Sezer’in şiirleriyle, öykülerim ve biz bir araya geldik

Sohbetin sonuna doğru “iyi ki yazdınız”, peki sizin en büyük ‘iyi ki’niz ne diye soruyorum. 2015’te hayatını kaybeden, Türkiye’nin en önemli şairlerinden, 50 yıllık hayat arkadaşı Sennur Sezer’in kulaklarını çınlatıyor. 90 yıllık bir ömür. Mutlu anlar, ‘iyi ki’ler, pişmanlıklar… Adnan Özyalçıner’in bu hayattaki en büyük ‘iyi ki’si neymiş, buyurun kendi anlatsın: “İyi ki Sennur Sezer’le evlendim. İyi ki benim öykülerimle Sennur’un şiirleri ve biz bir araya geldik.”

Özyalçıner, Evrensel gazetesindeki köşesi ‘Değinmeler’e devam ediyor. “Başka bir şey yazmıyorum bu aralar” diyor ancak edebiyatı ve genç öykücüleri yakından takip ediyor. Siz sohbetin tamamını Cem Taylan’ın çektiği  videoda izleyebilirsiniz.

Bir de videoda bile olmayan bir not. “Sen kamera kapandığında da notlarını aldın. Bunları da yazacaksın, anladım ben seni” dedi gülerek. “Yazıya sakladım” deyince “İyi yapıyorsun, yazı kayıt altına almaktır” diye yanıtladı bu kez. O zaman ben de  videodaki sözümü de “Söz uçar yazı kalır” diyerek bir kere de burada kayıt altına alayım. Adnan Özyalçıner’in seneyeki doğum günü için de sözleştik. Tabii bu kez elimizde pastayla geleceğiz!

50 Kuşağı’nın 90 yaşında ama hâlâ sahadaki öykücüsü Adnan Özyalçıner

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.